Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

2 il, 7 ilçe ve 5 beldede önceki gün yenilenen yerel seçimlerde gözler tabii ki Yalova ve Ağrı’daydı. Her iki ilde de az farkla kaybetmiş olan AKP’nin itirazları üzerine yenilenen seçimlerden Yalova’da CHP, Ağrı’daysa BDP yeniden galip çıktı. Başbakan Erdoğan’ın bizzat kolları sıvaması, iktidar partisinin bütün imkanlarını seferber etmesi ve bakanların seçim bölgesine akın etmesine rağmen ortaya çıkan bu sonuçtan birçok mesaj çıkarmak mümkün. Ayrı ayrı değerlendirmeye çalışalım:

Yalova

CHP adayı Vefa Salman 30 Mart’ta 6 oy farkla kazanmıştı, ikinci turda fark 228’e çıktı. Bu durumdan hareketle, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri için CHP ve MHP tarafından dillendirilen “çatı adayı” formülünün pekala başarılı olabileceği yorumları yapıldı. Çünkü yapılan ilk hesaplamalarda 30 Mart’ta MHP ve HDP’ye oy vermiş bazı seçmenlerin bu sefer CHP ve AKP’ye yönelmiş olduğu, aslan payının da CHP’ye düştüğü anlaşılıyor.

Nereden duymuşlarsa duymuşlar, hükümetin böyle bir niyeti varmış gibi, ‘’Ayasofya açılmasın’’ kampanyaları yürütüyor, köşeleri olanlar da aynı minvalde yazılar yayımlıyorlar...

Etrafta ‘’Ayasofya yeniden cami olsun’’ diye yazıp çizenler var elbette, ancak ne zaman yoktu ki? Kendimi bildim bileli, muhafazakâr kesimin gazeteleri, dergileri ve televizyon kanallarında, her yıl bu zamanlarda (fethin yıldönümü olan 29 Mayıs’a doğru) Ayasofya üzerine yayınlar yapılır, Fatih ’in vakfiyesi hatırlatılarak yeniden ibadete açılması yolunda temennilerde bulunulur.

Bayağı bir yekûn tutan Ayasofya külliyatına benim de hayli katkım vardır.

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını arzulayan kitlelerin varlığını, önündeki meydanda kılınan toplu sabah namazı vesilesiyle herkes öğrendi.

2004’ten beri şaibeli olduğu çeşitli defalar konu edilmiş, iddialar ortaya atılmıştı. Hatta bu nedenle milletvekilleri soru önergesi vermiş ama sorularına doğrudan bir cevap alamamıştı. Ben şimdi size hem o cevabı sunacağım hem de bu cevabın ne manaya geldiğini… Ama yavaş yavaş… Adım adım…

Konumuz Seçsis. Açılımı, Bilgisayar Destekli Seçmen Kütüğü Sistemi. Nedir derseniz, seçim sonuçlarının girildiği bir yazılım ve veri bankası diye özetleyebilirim.

Şöyle çalışıyor: Diyelim ki İstanbul Beşiktaş’taki sandıklar sayıldı. Görevli ilçe seçim kuruluna gidip elindeki tutanağı taratıyor ve karşısına çıkan Seçsis ekranına oy oranlarını yazıyor. O Seçsis ekranını, karanlık tarafları birbirine yapışık iki ayna olarak düşünün. Bir yüzü sandık sorumlusunun karşısına çıkıyor, o da o yüze yani ekrana sonucu giriyor. Diğer yüz ise Seçsis’in yetkili teknik adamına bakıyor. Şimdi bu bilgiyi aklınızda tutun.

KİMDİR Muharrem İnce?

Yakın zamana kadar birçoğumuzun “Ulusalcının tekidir, bir şey olmaz ondan” dediği bir siyasetçi.

Ama bakın:

O “ulusalcı” da değişti, gelişti, çalıştı.

Ve burnundan kıl aldırmaz iktidarı Yalova’da mağlup etmeyi başardı.

Nasıl yaptı? Neler yaptı?

Bir bakalım:

Üst perdeden konuşmayı bıraktı.

Cami cemaatini sevdi.

Ayrıştırıcı bir dili terk etti.

“Hizmet” sözcüğünü daha sık kullandı.

Halk aşağılaması yapmadı.

Davasına inandı, kendine güvendi.

Sandıktan başka bir çarenin olmadığını içselleştirdi.

“Oylarımızı çalıyorlar” diye ağlaşmak yerine oylarını çaldırmamak için didindi.

Rakibi yenmenin en az rakip kadar çalışmaktan geçtiğini gördü.

“Halk adamı” oldu.

Mazlum olmayı öğrendi.

Cumhurbaşkanı Gül’e Amerika’da Dr. Emre Altındiş’in yönelttiği soru, içeriği itibarıyla bazılarını kızdırırken bazılarını sevindirdi fakat üslup açısından değerlendirilmedi.

Muktedirlere sahici sorular sorulamaması, buna teşebbüs edenlerin tehdit edilmesi ülke içinde ve dışında öfke kabartıyor. Duygular, imkân bulunan ilk yerde coşa taşa dökülüyor. Gezi olaylarında gördüğümüz gibi kontrolsüz dışa vurum, yaslandığı gerekçelerin haklılığına rağmen, şiddeti pekiştiriyor. Biraz sakinleşip meseleye iletişim tekniği açısından bakalım.

Konuşurken dilimizi denetlemektense ne dediğimize odaklanırız. Oysa nasıl söylediğimiz ne söylediğimizden daha etkilidir. Seçtiğimiz kelimelerin çağrışımları, ses tonumuz, bedenimizin duruşu ve mimiklerimiz, fikirlerimizin anlaşılması için yüzde 90’lık bir güç verir bize. Bunu doğru kullanmayınca iletişim değeri en fazla yüzde 10 olan düşünsel malzemeyi karşı tarafa geçiremeyiz. Sonuç, çatışma ve herkesin kendi kutbunda donakalması...

TİB'deki mahkeme kararlarına dayanan yeni dinleme furyası düşündürücü.

Bunun kadar düşündürücü olan diğer bir husus bu konuya, özellikle savunma ve silah sistemleriyle ilgili kişilerin dinlenmesine dahi merkez medyanın soğuk ve ilgisiz kalması.

Bu güvenlik deliklerine, cemaatin ürettiği ve kullandığı enformel ve gayri meşru alana AK Parti'nin özel meselesi gibi bakmak gerçekten ciddi bir sorun. Nedeni ise malum. Bu gayri meşruluğun ve tehlikenin varlığını kabul etmek kimileri için yolsuzluk ve otoriterleşme iddialarına halel getirmek anlamına geliyor. Sonuç olarak hükümetin 17 Aralık sonrası yargıya yaptığı müdahaleyi, salt iktidar kişileşmesine bağlayarak 'kısmen ele geçirilmiş emniyet ve yargı' gibi kendi başına bir otoriterlik hali ve baskısı üreten 'nedenleri' görmezden gelmek, soluduğumuz kutuplaşmış havanın ağır yan etkileri arasında yer alıyor.

Bu yan etkilerin iki boyutu var.

İlki Türkiye'yi anlamayı bir kez daha ıskalamakla ilgili...

'Cami ile kışla kavga ediyor bize ne' formülüne benzeyen bir tarzda 'eski ortaklar kapıştı, bizim dışımızda ve asıl mesele AK Parti'nin yıpranmasını engellemek bizim işimiz değil...' yaklaşımı, kaba bir iktidar mücadelesi takıntısıyla 'Türkiye'yi anlamamanın açık simgesi' haline geldi.

Gezi Parkı protestoları üzerinden bir yıl geçti.

Türkiye tarihinin bu en kapsamlı ve en uzun süren protesto dalgası, iktidardaki ve muhalefetteki partilerin siyasete bakışı üzerinde travmatik etkiler bıraktı.

İktidardaki AK Parti, daha çok da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir 'Gezi tekrarlanır mı?' endişesi içinde olduğunu geçen hafta sonu bir kez daha gördük.

İnsanın aklında Erdoğan’ın Gezi’yi kendisini devirmek için uluslararası komplo saydığı için acaba Gezi diye bir örgüt olduğunu mu sandığı dahi gelebilir akıllara.

Peki iktidar Gezi’ye böyle bir paranoya ile bakarken muhalefet nasıl baktı?

MHP, Gezi’ye ihtiyatlı bir mesafede durdu hep. Göstericilere uygulanan polis şiddetine karşı çıktı, taleplerin 'park’ın kendisi ile ilgili bölümüne ihtiyatlı destek verdi. Ve orada durdu; kendi mahallesinde oynamadığının farkındaydı.

İki gündür değerlendirmeyi sürdürdüğümüz torba yasa tasarısı, taşeron işçiler konusunda pek çok yeni hüküm öngörüyor. Genelinde, özellikle kamuda yasa sonrası taşeron çalıştırmanın bir düzene kavuşacağı söylenebilir. Ancak taslaktaki ibareler, asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi halinde taşeron işçisine sağlanan hakları kısıtladığı gibi, taşeron işçilere kadro değil emsal işçi ücreti ve sosyal haklarının verilmesini öngörüyor. Bu açıdan, taşeron konusunda tatmin edici bir düzenleme yapılamadığı söylenibilir. Tasarı yasalaşmadan bu eksikliklerin de giderilmesi yerinde olacak. Aksi taktirde bu kanayan yaraya sadece pansuman yapılmış olacak.

Yardımcı işler listesi oluşturulacak

Son 10 yılda kamuda taşeron kullanımı hızla arttı. Yardımcı işlerin yanında Karayolları, Sağlık Bakanlığı gibi kurumlarda asıl işlerin de taşerona verildiğini gördük. Tasarıyla bunun belirli ölçüde önüne geçilecek. Kamuda yardımcı işlerin taşerona verilmesi için kamu kurumlarında hem yeterli sayıda ve nitelikte personel olmaması, hem de taşerona verilecek işin yardımcı işler listesinde olması şartı aranacak. Teknolojik uzmanlık gerektiren işlerdeyse yeterli nitelikte ve sayıda personel olmaması, işin taşerona verilmesi için yeterli olacak.

O sırada montajdaydık;

Günel Cantak, Elifcan Ekinci ve ben… 

Okan’ın görüntüsü geldi. Okan Özçelik, geçen yıl 1 Haziran’da polis tarafından gözü dağlanan gençlerden biriydi. 

Gezi Parkı’nın geri alındığı gün, polisin geri çekilmesi sırasında gözüne saplanan bir fişekle yaralanmıştı. 

İşin ilginç yanı, o sırada cep telefonuyla kayıttaydı. 

Ve sol gözünün gördüğü en son şey, Mete Caddesi tarafından, 15 metreden ateşlenen ve yıldırım hızıyla üzerine doğru gelen bir gaz fişeği olmuştu. 

Okan, fişeğin çarpmasıyla yere devrilirken cep telefonunun kamerası açık kalmıştı. Telefonu alan bir arkadaşı, çevresindeki paniği ve Okan’ın yerden kaldırılıp götürülüşünü de kaydetmişti. 

Okan olaydan sonra İstanbul Valiliği ve İçişleri Bakanlığı aleyhine dava açtı. Dava dosyasına, kaydettiği görüntüyü de ekledi.

Barış Serin 12 yıllık öğretmen, ders verdiği beldenin EğitimSen Temsilcisi. Tekirdağ’ın Kapaklı ilçesi, Karaağaç İlkokulu’nda çalışıyor.

Öğrencileri, memleketin her yerinde olduğu gibi Soma’daki iş cinayeti için eylem yaptı, kendisi açığa alındı. Tekirdağ Valiliği, bir özel yetkili mahkeme çevikliğinde davranarak, “soruşturmanın selameti açısından” öğretmeni daha ifadesi bile alınmadan okuldan uzaklaştırdı.

EğitimSen’li olduğu için mi, muhalif olduğu için mi, öğrencilerine dünyada olup bitenleri anlatmaya çalıştığı için mi, yoksa hepsi birden mi?

Barış Öğretmen’in okula girmesi bile yasak. Hakkındaki soruşturma görünürde “idari” ancak, herhangi bir özel yetkili adli soruşturmadan farksız yürüyor.

Popüler İçerikler

Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Fenerbahçe Taraftarının Ortak Noktada Buluştuğu Tek Çözüm: Ali Koç ve Yönetimin Değişmesi
Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında