Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 2010 yılı ağustos ayında “Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet, Bugün Cemaat” adlı kitabında Fethullah Gülen cemaatinin devlet içinde devlet örgütlenmesine gittiğini ileri sürdüğünde, gerek hükümet sözcüleri, gerekse hükümete yakın kişiler tarafından bir nevi paranoyak muamelesi görmüştü.

Önce Avcı, ardından cemaat hakkında yazıp çizdikleri yüzünden gazeteci arkadaşlarımız Nedim Şener ve Ahmet Şık içeri alındığında, bütün bunların yargı-polis-medya üçgeninde gerçekleşen birer cemaat komplosu olduğunu söylediğimizde aynı muameleyi bizler gördük. Yüzlerinde hafif bir sırıtmayla “Ne yani, her taşın altında cemaat mi var? Bunu mu iddia ediyorsunuz?“ diyen nice etkili ve yetkili kişi gördük.

Başbakan Erdoğan’ın Köln ziyareti öncesi ve sonrası itibariyle anormal sayılabilir. Hem Erdoğan hem de ona yakın medya Köln’de bir komplo hazırlandığını, yine birtakım güçlerin toplanıp AKP hükümetini bozguna uğratma planlarını yaptığını, Alman medyasının buna alet olduğunu söyleyip durdu. Halbuki son bir yıldır Türkiye’de olup bitene karşı “Bu yol nereye gidiyor” demeyecek bir demokrat ya da demokratik ülke gazetesi yoktur. Yani eleştiri yapmak üzere toplaşıp karar vermeye ne hacet! Bu tür şeylere Batı medyasında da pek rastlanmıyor. Erdoğan’ın komplocu olmakla suçladığı gazetelerden biri Bild’di. Almanya’nın en yüksek tirajlısı. Gazetenin genel yayın yönetmeni Kai Diekmann’ı arayıp bu meseleyi sordum, açık yüreklilikle yanıt verdi.

Genel olarak Erdoğan’ın Köln ziyareti nasıl algılandı?

-Erdoğan’ın ziyareti ciddi manada şüpheyle karşılandı, sadece Bild gazetesi değil neredeyse tüm Alman medyası tarafından. Ortanın solu bir gazete olan Tagesspiel AB Parlamentosu Dış İlişkiler Konseyi Başkanı (CDU’dan) Elmar Brok’un sözlerine yer verdi: “Erdoğan’ın gerçekle bağlantısı koptu.” Muhafazakâr bir gazete olan FAZ, Erdoğan’ın politikalarını Putin’inkilerle karşılaştırdı ve Erdoğan’ın ‘Aşırı otorite kuran Putinvari özellikler taşıdığını’ belirtti. Köln’ün yerel gazetesi Kölner Stadtanzeiger, Erdoğan’ın Alman medyasıyla ilgili sözlerini ‘çapraşık’ olarak niteledi ve ‘Erdoğan’ın danışmanlarının hükümetin yaptığı hataları kabul etmekten aciz olduğunu’ yazdı.

Bugün 27 Mayıs’ın yıldönümü, artık tarihte kalmış bir olay fakat hâlâ iktidarıyla da muhalefetiyle de dersler alınacak boyutları var.

Siyasi kutuplaşma hastalığımızın etkisiyle 27 Mayıs darbesine iki ayrı pencereden bakıyoruz: Darbeciler örgütlendiler, muhalefetin de siyasi desteğiyle, meşru iktidarı devirdiler, idam sehpaları kurdular... Öbür pencereden görülenler tersidir, Menderes Soruşturma Komisyonu ile CHP’yi kapatarak, basını susturarak diktatör olacaktı, ordu “devrim” yaptı...

Ben bugün, merhum Menderes’in bakanlarından Samet Ağaoğlu’nun “Arkadaşım Menderes” kitabından ve liberal-muhafazakâr Prof. Ali Fuat Başgil’in “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabından alıntılar yaparak fotoğrafın bütününü anlatmaya çalışacağım.

Bir ara Menderes dönemine dair bir televizyon dizisi için senaryo hazırlığına girişmiştik.

Dizinin başlangıç sahnesi olarak, dönemin kapanış sahnesini seçmiştim.

Şöyle başlıyordu:

Uzun siyah makam arabası, Ankara Esenboğa Havaalanı’ndan Çankaya’ya doğru hızla gitmektedir.

Arabada 4 kişi vardır: Önde Cumhurbaşkanı Celal Bayar...

Arkada Başbakan Adnan Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve Cumhurbaşkanı’nın yaveri Mustafa Tayyar...

Makam aracı Sıhhıye’ye geldiği sırada arabadakiler Kızılay yönünde bir kargaşa olduğunu fark eder.

Gergin günlerdir.

Yaver Mustafa Tayyar, muhtemel bir sıkıntıyı önlemek için şoföre arabayı alternatif yola, yani Necatibey Caddesi’ne doğru sürmesini söyler.

Yanında oturan Başbakan, “Nereye?” diye müdahale eder. “Kızılay yönü kapalı galiba efendim” der Tayyar...

Bu sorunun cevabı, politikanın en temel dinamiği hakkında açık bir fikir veriyor.

Politikayı yorumlamaya çalışırken Erdoğan’ı bir lahza unutmayı deneyin, Merih’ten gelen bir uzaylı gibi olan-biten her şeye yabancı kalırsınız. Tersinden Erdoğan’ı takip ettiğiniz zaman, geride bakmanız gereken neredeyse hiçbir şey kalmıyor. “Erdoğan’ın adı geçmeden yazı yazamıyorlar” eleştirisini yönelten ‘yandaşlar’ bu sebepten haksızlar.

Politikada başarının tek ölçüsü, iktidarı ele geçirmek ve elde tutmaktır. Elini uzatacağı yerde duran güç fırsatına, ahlâkî gerekçelerle sırt çeviren biri, ancak başarısızlığına mazeret uydurmuş sayılır. Genel ahlâka mugayir işlerle zengin olan kötü şöhretli birinin arabasına kocaman, Nuşirevan-ı Adil’in babasının adını yazmışlar. Adam cüzdanından paraları çıkartıp, yazının üstünü boydan boya örtmüş. Siyasetçi de ahlâk açığını, eline geçirdiği güçle kapatmayı tercih eder.

Erdoğan’ın siyasetin merkezî figürü olmayı başardığını, elindeki yalın gücün etkilerine bakarak teslim etmemiz lâzım. Ancak başarının çok önemli bir ölçüsü var: Siyasetçi kendi iradesini ve tercihini herkese kabul ettirerek başarılı olmuyor; şartlara olağanüstü bir intibak kabiliyeti sergileyerek ve önüne gelen fırsatları kullanarak gücün ve iktidarın sahibi haline geliyor. Siyasî yetenek dediğiniz çoğu zaman basitlik, sabır ve doğru zamanlama ile kendini belli ediyor. Geniş kitleleri ikna etmekle mükellef olan politikacı sade ve sabırlı olmak; ama en önemlisi zayıf olduğu zaman bile güçlü görünmek zorunda.

“HÜKÜMETÇİLER” ile “Cemaatçiler” arasında yeni tartışma konusu şu:

Soma Allah’ın gazabı mıdır, değil midir?

Onlar tartışadursunlar ben kendi görüşümü söyleyeyim:

Ortada “ilahi gazap” falan yoktur.

Ortada olan şunlardır:

Aymazlık, ihmalkârlık, insan hayatını hiçe sayıcılık, hırs, tamahkârlık, denetimsizlik, tedbirsizlik...

Ama “Allah’ın gazabı”na da sıra gelecek.

Siz bunca haksızlığın “gayretullah”a dokunmayacağını mı sanıyorsunuz?

Sonsuz bir inanç içindeyim:

Bir “ilahi gazap” söz konusu olacak.

Üç kuruşa çalıştırılan maden işçilerinin, göz göre göre ölüme yollanmasından kaynaklanan bir “ilahi gazap”...

-Bu gazap çok çetin bir gazap olacaktır.

-Bu gazabın tek hedefi sadece ve sadece bu işin sorumluları olacak.

-Bu gazabın zehirli üzümlerini yoksul maden işçileri değil sadece sorumlular yiyecek.

Bu dünyada ya da öbür dünyada...

Er ya da geç.

Başbakan’ın danışmanlarından Yiğit Bulut’un Erdoğan’ı Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’ya benzetmesi, medya dünyasında tuhaf karşılandı. Zira bu sadrazam pek makbul bir kişi değildi.

Taraf’tan okuduğum bir haberi naklediyorum: İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın yazdığı “Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar” kitabında, Sadrazam Nedim şöyle anlatılıyor: “Sadareti sırasında umumun nefret ve düşmanlığını kazandı. Memurları yerinden oynattı. Mali sıkıntıya çare bulmak için maaşlarını azalttı. Zamanında yolsuzluk ve rüşvet arttı. Çiğden nem kapan, vesveseli, öfkeli, küstah ve itimat edilmez bir adamdı.”

Mahmut Celalettin Paşa’nın “Mir’at-ı Hakikat” adlı kitabında ise Sadrazam Nedim için şu sözler söyleniyor: “Bulunduğu mevkilere gelmek için akla hayale gelmez yalan ve fitne karıştırmış, asılsız hikâyeler uydurmuştur.”

“ Avrupa’da sağ, Avrupa Birliği ve İslâm karşıtı partiler yükseliyor” tespiti yapılıyor Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçlarına bakarak; kısmen doğru bir tespit bu.

Fransa’da Le Pen ’in ‘ırkçı’ mesajlar veren Ulusal Cephe Partisi (yüzde 26), Danimarka’da ‘göçmen-

karşıtı’ Halkçı Parti (27) geleneksel rakiplerini geçmeyi başardı. İngiltere’de AB karşıtı UKIP de yüzde 27.5 ile İşçi (25.4) ve Muhafazakâr (24) partilerini geride bıraktı. Hollanda’da silinmesi beklenen AB ve İslâm-karşıtı Özgürlük Partisi sandıktan ikinci çıkmayı başardı. Almanya’da bile Almanya İçin Alternatif ilk kez AP’ye milletvekili sokmayı başardı (yüzde 7).

‘Kısmen doğru’ tespiti bozan en çarpıcı örnek Yunanistan: ‘Aşırı sol’ Syriza (26.7) koalisyon hükümetini oluşturan iki partiyi, Yeni Demokrasi (22.8) ile PASOK ’u (8.0), geride bıraktı. İtalya’da da merkez-sol iktidar partisi Demokratik Parti seçimi önde bitirdi.

Radikal gazetemiz ile dün bir kez daha gurur duydum. Türkiye’de yayımlanan 33 günlük gazete arasında Nuri Bilge Ceylan’ın uluslararası başarısını hakkını vererek manşete çeken tek gazete Radikal olmuştu. Pek çok gazete son yılların bu en büyük başarısını görmezden gelmiş, görenler ise bir pul büyüklüğünde fotoğraf ile olayı geçiştirmeyi uygun bulmuştu. Sadece bu örnek bile hayatlarımızın nasıl da günlük siyasete kurban edildiği ve yaşadığımız kültürel ekosistemin bir çöl iklimine mahkûm edildiğinin bir göstergesiydi. Gazete yazılarıma, televizyondaki programıma, sosyal paylaşımda Twitter’a, Instagram’a yani güncel olan ne varsa ona, kısacası hayata kısa bir ara verdikten sonra yazılarıma yine kaldığımız yerden başlamaya ve adına ‘gündem’ denilen hapishaneye girmeye bugünlük niyetim yok. O yüzden şimdilik bu kültürel çölümüzün nedenlerini bir kenara bırakıp Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali'nde Yılmaz Güney’den tam 32 yıl sonra havaya kalkan zafer yumruğunu konuşalım istiyorum. Zira Nuri Bilge’nin gururla havaya kaldırdığı o yumruk uyduruk bir başbakan müşavirinin yerdeki madenciye attığı tekmeden, Başbakan’ın köşe yazarlarından sonra blog'culara oradan tweet atanlara kadar uzanan polemik iştahından ya da ‘polemik de polemik’ diye yırtınan iktidar gazetecisinin muhalif yazarlara laf yetiştirmelerinden çok daha fazla konuşulmayı hak ediyor.

“Lüks kafelerde otururlar, deniz gören yalılarında Boğaz’a nazır villalarında otururlar. Ellerinde akıllı telefonlarıyla ahkâm keserler, yalan söylerler... Bunlar sadece varsın demlensinler.”

Yıl 2014. Konuşan Başbakan. Ama manzara 70’lerdeki Türk filmi. Eksikleri tamamlayalım. Boğaz’a nazır villada oturan kalantorun evinde avizeler, oymalı kakmalı koltuklar da var. 24 saat robdöşambr ve elinde viskiyle dolaşır. Kötülük yapar. Fakirleri aşağılar. Başbakan’ın bu tabloya katkısı, ağızdaki puro gitmiş, ele akıllı telefon gelmiş. Kötülük 140 karaktere bürünmüş. Twitter, Boğaz’a karşı viski yudumlayan “zengin-kötü”lerin kullandığı bir aygıt olarak sunuluyor. Yeni Türkiye bu olsa gerek.

Bu, Anadolu insanının gözünde İstanbullu “seçkin”in görüntüsü. Bu klişe, bu kötülük karikatürü bugün de aynen devam. İşe yarıyor mu? Valla yarıyor.

Popüler İçerikler

Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Cübbeli Ahmet Çakarlı Araçla Geldiği Etkinlikte Şeriatı Savundu: Skandal Sözlere Tepki Yağdı!