Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Asıl meselemiz şu: İleride bu toprakların tarihi yazılırken, “Soma Öncesi” ve “Soma Sonrası” diye iki ayrı zaman dilimi olacak mı?

Örneğin siyasette “Deprem Öncesi” ve “Deprem Sonrası” oldu. 1999 depreminin hemen ardından olmasa da, bir zaman, bir yerlerde bir kırılma yaşandı. Siyasette parametreler değişti; iktidarlar alaşağı oldu.

Gezi sürecinde yorumcular sık sık “Artık hiçbir şey aynı olmayacak” deyip durdu ama bir anlamda halen içinden geçmekte olduğumuz Gezi sürecinin tarihi rolünü tanımlamak için henüz çok erken.

Ancak Soma, bir yerlerde bir şeyleri değiştirmeli. Sadece yürekleri dağlayan, sosyal medyayı coşturan, bu yılki protesto sezonunu açan bir vaka olarak değil; Türkiye’de değişimin miladı olmalı bu facia...

National Union of Mineworkers (NUM- Ulusal Maden Sendikası) dünyanın en köklü maden sendikalarından. İngiltere’de 1800’lerin sonunda kurulan ‘Birleşik Krallık Madenciler Federasyonu’nun yeniden düzenlenmesiyle 1945’te kuruldu. İngiltere’nin en büyük ve en güçlü sendikası. Sendikanın 2010’dan beri başkanlığını yürüten Nicky Wilson ile konuştum. Hükümetin dünyanın çeşitli yerlerindeki yüzyıl önceki maden kazalarını örnek vermesi, oralardaki işçilerin hayatının ve güvenliğinin bugün ne mertebede olduğunu öğrenme isteği uyandırdı. Kendisi de eski bir madenci olan İskoçyalı Wilson sendikanın öneminden, iş güvenliğini nasıl sağladıklarına kadar birçok meseleyi anlattı, İngiltere’de en son ne zaman bir maden faciası yaşadıklarını sorduğumda ise hatırlayamadı. Gerçi 4 kişinin öldüğü bir kaza da İngiltere ve bu sendika için bir ‘facia’ydı.

  • SOMA’NIN BİRİNCİ GÜNÜ: Yetkili ağızlardan ilk açıklamalar: “Maden şirketi çok ciddi bir kuruluş... Şirket denetimlerden geçmiş... Bir 

    eksiklik yok...

  • SOMA’NIN İKİNCİ GÜNÜ: Şirkete toz kondurmamaya devam... Bu arada Başbakan’dan ilk açıklama: “Kazalar madenciliğin fıtratında var... Dünyanın her yerinde oluyor böyle şeyler... Mesela 1876 İngiltere...”

  • SOMA’NIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ: Gözaltı yok, sorgu yok, tutuklama yok, hesap sorma yok, hesap sorma niyeti yok... Bu arada savcılık açıkladı: “Maden kazasında sorumlular da öldüğü için kimseyi 

    gözaltına alamadık.”

  • SOMA’NIN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ: Hükümet politikasında küçük bir tornistan... Bazı yetkili ağızlardan çok cılız da olsa “Bir ihmal varsa tabii ki icabına bakarız” açıklamaları...

Yaşadığımız, ölmeden tanık olduğumuz bir cennet-cehennem öyküsüdür; başka bir şey değil.

Allah’ın unuttuğu o kasabalardaki madenler cehenneme dönüştükçe, metropollerde yükselen “sahte cennet”lerin, o yoksul kasabalarda “ocaklar” köhneleştikçe, şimdi metropol denilen kadim şehirlerin yıldızlarını söndüren “parıltılı” kulelerin öyküsü.

Bu öyküde, yeryüzünün sahte cennetleri ile yeraltı cehennemleri aynı saate ayarlı: 

Cehennemin “trafo”su patlamaya koşarken, sahte cennetler “akıllı aydınlatma”yla donanır.

Cehenneme bir “yaşam odası” için kıyılamayan parayla, sahte cennetlere “rekreasyon alanları” kondurulur.

Algı operasyonu yapmak AKP hükümetinde alışkanlık hâline geldi. İşler kendilerine göre yolunda gitmeyince, yeni gündem ortaya çıkartarak, konuşulmasını istemedikleri konuyu örtülüyorlar. Ne yalan söyleyeyim bunda da başarılılar. Ne de olsa yasal sahibinin kim olduğu belli olmayan “ havuz medyası ” emirlerinde. Akı kara, karayı ak göstermek bu bol maaşlı lejyonerlerin yaşam biçimi.

Soma’daki madende yaşananlar bir kaza olmanın çok ötesinde. Aklını AKP’nin sağladığı iktidar nimetlerine kaptırmamış ya da bir şekilde “ dönüştürülememiş ” herkes, bunun bir cinayet olduğunu görüyor.

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da benzer şeyler konuşuluyor. Bütün oklar maden şirketini ve denetimi yapmayan, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bu alandaki sözleşmesine imza koymayı reddeden, hükümeti gösteriyor.

Yeni Türkiye'nin önündeki yol zorluklarla dolu...

Zor olmasaydı değerli olmazdı, bizim olmazdı, kalıcı olmazdı.

Bir yandan ülkede halkın egemenliğine karşı amansız bir savaşa girişen yobazlara yönelik ilkeli bir mücadele verilmek zorunda. Yobazlardan kastım tabii ki dindarlar değil; Çözüm Süreci'ne, taziyeye, seçimlerin artık ülke için gerçekten belirleyici olmasına, gelirin daha eşit dağıtılmasına, İdris Küçükömer'in ülkenin ekonomik anlamda sömürgeleştirilmesine verdiği isim olan 'Tarihsel kapan'ın kırılmasına karşı olan, İttihatçı zihniyeti güne uyumlandırarak daimi kılma mücadelesi veren totaliter laik kesimler bunlar.

Öte yandan en iyi ihtimalle 100 yıldır birikmiş sorunların bu halk ihtilali ile aynı anda çözülmesi gerekiyor. Devleti çürümüş, halk düşmanı olmuş bir ülke bu. Yani bir yandan ülkenin kronik sorunlarını çözecek, zihniyeti dönüştürecek, travma ve önyargılarla boğuşacak, öte yandan yobaz güçlerin ayak oyunlarına, bel altı vuruşlarına karşı koyacaksınız...

Hükümetin her dozda muhalefet edene dair kurumsallaştırdığı ‘samimiyet testi’ tuzağına düşmeyeceğim. Zira böylesi bir katliamın ardından üzülmemek, öfkelenmemek insanlığa dair testtir.

Televizyonlarda hüzünlü müzikler, şiirsel metinler eşliğindeki madenci hikâyeleri azalmaya, hayatın akışı ‘normaline’ meyletmeye başlarken mühim olansa bu katliamın yarattığı isyan duygusunun neye evrileceği. Öfkenizin öncelikli öznesi nedir? İsyanınız önce kime? Kadere mi mesela? Yahut diyelim suratına tükürmek istediğiniz daha soyut düzeyde ‘bu düzene’ mi? ‘Kaza nasıl oldu bilmiyoruz ama hiç kusurumuz yok’ deme pişkinliğini gösteren ve sağ kalanların her beyanıyla çalışanlarının ‘yaşam hakkına’ nasıl kastettiği ortaya çıkan maden işletmecisi şirkete mi? Ya da şirkete o işletme hakkını, tek alıcı olarak tüm kömürü satın alma garantisi veren, işçi sağlığı iş güvenliği denetimini yapmakla mükellef hükümete mi? Böyle ölümler bir daha olmasın, kimse bu koşullarda çalışmasın diye isyanınız önce kime?

YERLİ NEOLİBERALİZM

Hah, yine hükümeti mi suçlu çıkardınız? ‘Ne yapsak eleştiriyorsunuz’ algısı sıfır noktasındaki bir fikir ayrılığına dayanıyor. Her tür iktidarın yozlaşmaya, hegemonya kurmaya müsait mayasını akılda tutmak, prensip olarak hiçbir devlete güvenmemek politik bir seçim. Niye güveneyim?

AK Parti karşıtı olmayı ve Tayyip Erdoğan takıntısını matem anlarını bile istismar ederek eyleme dönüştürenlere söylenmesi gereken bir söz var: Ülkeye de, demokrasiye de, kendinize de insafsızlık ediyorsunuz! Sonuçta bu kesimden düşüncelerinin dikkate alınması gereken bazılarının seslendirdikleri doğru sözler bile, hesaba alınmaz hale geldi. Ve ' Gürültücü azınlık 'ın her eylemi ve komplosu ertesinde ülkenin kaderine yön veren ' Sessiz Çoğunluk ' Menderes'in, Özal'ın kaderlerinin, Başbakan Erdoğan için de biçilmesine izin vermeyeceğini vurguladığı için, olay artık ak ve kara tercihine dönüştü. Griler hesaba alınmaz oldu.

Tayyip Erdoğan düşmanlığının demokratik siyasette prim yapması imkânsız...

Ama bu düşmanlığın güdümündeki eylemcilerin ve söylemcilerin akıl ve ahlak dışı gösterileri, ülkedeki her kesime kulak vermesi gereken AK Parti iktidarını da, belirli kesimlere karşı duyarsızlaştırmaya başladı...

Soma’da ortaya çıkan manzaraya bakın ve karar verin: Doğru olan tek bir unsur var mı?

Dünya standartlarını yakalayamamış bir maden işletmesi, gerekli tedbiri almayan işletmeci, kaza esnasında ne yapılacağını hesaplamayan şirket… Keşke mesele, çarçabuk zengin olmak için çırpınan kişilerin beceriksiz yönetiminden ibaret olsaydı! Ya devletin hataları? “Yaşam odası”nı mevzuata taşımayan kanun yapıcısının bu felakette payı yok mu? Gerekli denetimi etkin ve sürekli yapmaktan aciz irade hiç mi eleştirilmeyecek? Şili’de 69 gün sonra madencilerin canlı kurtarıldığına dair görüntüler hafızamızda capcanlı dururken 300’den fazla madencinin çaresizlik içindeki vefatı yürekleri dağlamaz mı?

Soma’da dinlediğiniz işçi ve işçi ailelerinin sözlerini aklınıza getirin; sonra da Türk Ceza Kanunu’nun maddesine bakın. Karar sizin.

5237 sayılı TCK madde 117 şöyle diyor:

1 Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlal eden kişiye, mağdurun şikâyeti halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası verilir.

2 Çaresizliğini, kimsesizliğini ve bağlılığını sömürmek suretiyle kişi veya kişileri ücretsiz olarak veya sağladığı hizmet ile açık bir şekilde orantısız düşük bir ücretle çalıştıran veya bu durumda bulunan kişiyi, insan onuru ile bağdaşmayacak çalışma ve konaklama koşullarına tabi kılan kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis veya yüz günden az olmamak üzere adli para cezası verilir.

3 Yukarıdaki fıkrada belirtilen durumlara düşürmek üzere bir kimseyi tedarik veya sevk veya bir yerden diğer bir yere nakleden kişiye de aynı ceza verilir.

4 Cebir veya tehdit kullanarak işçiyi veya işverenlerini ücretleri azaltıp çoğaltmaya veya evvelce kabul edilenlerden başka koşullar altında anlaşmalar kabulüne zorlayan ya da bir işin durmasına, sona ermesine veya durmanın devamına neden olan kişiye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman