Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Soma’da yaşanan facia Türkiye hatta dünya tarihine geçecek kadar büyük bir facia. Herkesi yıkan bu facia karşısında siyasi partiler dahil, genelde sağduyulu bir tavrın sergilendiğini söyleyebiliriz.Peki, bundan öncekilerde olduğu gibi, bu kazayı da birkaç gün konuşup unutacak mıyız? Bir sonraki kazaya kadar, sanki olmamış gibi yaşamaya devam mı edeceğiz? Hükümetin daha önceki maden kazalarında söylediği “bu işin fıtratında bu var” ya da “kader işte” anlayışını kabullenip

oturacak mıyız? Bu facia sonucu vefat eden yüzlerce insan var. Tabii ki ateş düştüğü yeri yakar, ailelerinin acısını kimse yeterince anlayamaz ama bu aynı zamanda bir vatandaşlık sorunu. Artık bunu herkesin görmesi gerekiyor.

Ölüye saygıdan susu-yoruz.

Ama yarın da tam da aynı sebeple, ölüye saygıdan konuşacağız.

Konuşacağız ki her gün ”ekonomik istikrar ” diye, ”dünyanın en büyük 17’nci ekonomisiyiz” diye kurum kurum kasılan bir ülkede, nasıl bu kadar insan ölüyor diye sorabilelim.

Nasıl oluyor da ”sosyal güvenlik haftası” kömürden, yangından kapkara olmuş yüzlerce cansız bedenle anılıyor?

Nasıl oluyor da el âlem uzayda koloni kurarken, bizler hâlâ 19’uncu yüzyıldan kalma maden kazalarıyla yaşamak zorunda kalıyoruz? El âlem her türlü artistik iş yapan akıllı telefonlar üretirken, bizler bilim adına yapa yapa dandik TOMA’lar üretiyoruz? Onlar gülerken, dans ederken, biz hep ağlıyoruz...

Ama bunları konuşmanın vakti ve zamanı var.

Ama o gün geldiğinde, ister istemez Enerji Bakanı’na dönüp soracağız: Nasıl oldu da 10 ay önce Ramazan’da iftar yaptığın o madendeki iş güvenliğini öve öve bitiremedin? Sahi, niye o madene gitmiştin?

Bu yazıya oturduğum sırada Başbakan Tayyip Erdoğan 13 Mayıs’ta Soma madeninde ölen işçilerin sayısının 238’i bulduğunu açıklamıştı.

Türkiye iki gündür acılar içinde. Üç günlük yas ilan edildi, bayraklar yarıda.

Bu felaket sonuç, 1992’de Kozlu’daki grizu patlamasında 263 madencinin hayatını kaybetmesi kadar kötü değildi ama Erdoğan 120 işçinin ‘tahminen’ ocakta mahsur kaldığını söylüyordu; ümitler her geçen saat azalıyordu.

Bir gazeteci, bu felakette şirket ya da hükümet yetkililerinin bir sorumluluğu olup olmadığını sordu. Erdoğan çıkıştı; herhalde gazeteci kömür madenlerindeki çalışma koşullarını hiç bilmiyordu. Daha önce ölümlü kazaların madenciliğin ‘fıtratında’ olduğunu söylemişti zaten.

Erdoğan ilk kez dün Soma sokaklarında yuhalandı, ıslıklandı, makam arabası tekmelendi, konvoyundaki araçların camları kırıldı.

Soma’daki faciada yaşamını, yakınlarını kaybedenler... Her birinin kaybı, acısı...

Ateş sadece düştüğü yeri değil, her yeri yakıyor.

Faciaya yol açan ihmaller şu veya bu; ama varlar.

Kaza önlenebilir miydi; evet.

İnsanlar, Türkiye’nin her yerinde boğaz tokluğuna, son derece güvenliksiz koşullarda çalışıyorlar... Sadece madenlerde değil, inşaatlarda, fabrikalarda, imalathanelerde.

15 yaşında çocukları, madene indiren bir ülke burası, daha ne diyeyim?

Soma’dan doğru düzgün haber bile alamıyoruz.

Soma bir “ maden ” şehri ama ne hastanesi, ne güvenlik ekipleri; hiçbir altyapı olası bir kaza için hazırlıklı değil.

Zorlukla hayatını kurtaran madenci, arkadaşlarını kurtarmak için tekrar madene iniyor; ölüyor.

23 Ekim 2011 günü öğleden sonra saat 2’ye doğru Van’da deprem oldu. Tesadüf eseri Hüseyin Yayman ve Burak Kara ile birlikte Hakkari’den Van’a dönüyorduk, Yüksekova’ya yaklaşırken depremi hissettik. Hemen önce Van’a, ardından Erciş’e geçtik. Aynı gün gece yarısına doğru Başbakan Tayyip Erdoğan Erciş’e geldi. Gelmeseydi şaşırırdım, şaşırırdık. Çünkü Erdoğan böylesine insani durumlara hızlı ve insani tepki vermesiyle bilinen bir siyasetçidir ve bu özelliği onun siyasi tırmanışına epey yardımcı olmuştur.

Fıtrat

Dün de Erdoğan bütün ülkeyi yasa boğan facianın ardından, Van depremindeki kadar hızlı olmasa da, 24 saat dolmadan Soma’ya gitti. Ama yaptığı basın toplantısında söyledikleri derin bir hayal kırıklığı yarattı. Erdoğan ile yollarını çoktan ayırmış, onu bir an önce tasfiye edilmesi gereken bir düşman olarak görenlerin tepkilerini kastetmiyorum. Gezi, 17 Aralık gibi süreçlerde kendisine tavizsiz şekilde sahip çıkan, ona kalkan olan pek çok kişi, öncelikle, Erdoğan’ın bu bariz “iş cinayeti”ni, İslami söyleme başvurup (örneğin kazaların madenciliğin “fıtratında” olduğunu söyledi), normal bir şeymiş gibi göstermeye çalışmasından rahatsız oldu. Hele Soma faciasının 1800’lü yıllar İngiltere’sindeki maden kazalarıyla karşılaştırılmasına kimse anlam veremedi.

Soma’da madenin girişinin önündeyim. Maden girişi dediğim küçücük bir tünelin ucu. Etraf mahşer yeri. Polisler, askerler, itfaiyeciler, ilkyardım ekipleri ve madenciler. Madenci yakınları… Viiiüüüütt diye bir ses duyuluyor. Bu normal şartlarda içeriden dışarıya kömür taşıyan bantın birazdan çalışacağı anlamına geliyor.

Bant bu sefer madencilerin emeği kömürü değil, ölü bedenlerini taşıyor.

Tek tek gelen bedenler sedyelere konulup yardım ekiplerinin ellerinde iki tarafı insanlarla çevrili bir koridordan dışarı taşınıyor. Madencilerin ölü bedenlerinin üzerinde bir battaniye var. Yüzleri ise açık. Sağlı sollu dizilen insan kordidoru sedyenin üzerinde önlerinden geçen madencinin kara, kapkara yüzüne birkaç saniye içinde dikkatlice bakmaya çalışıyorlar. Tanıdık mı? Kardeş mi? Aynı ekipten bir arkadaş mı? Aynı köyden mi?

Bu satırların yazıldığı sırada Başbakan Soma’daki maden kazasında can veren işçilerin sayısını 238 olarak veriyordu. 120 işçinin hâlâ madende olduğu, yaralı olarak kurtarılan 80 dolayındaki işçiden bir kısmının da ağır durumda olduğu dikkate alındığında, Türkiye tarihinin en trajik maden kazasıyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Kimse bu trajedide hükümetin, yönetimin sorumluluğu olmadığını iddia edemez; “takdir-i ilahi” deyip geçemez.

Niye geçemeyeceğinin en açık delili, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV), 2010 tarihli raporu. Rapora göre, milyon ton taş kömürü üretimi başına can kayıpları karşılaştırıldığında, 2008 yılında bu sayı, büyük üreticiler olan ABD’de 0,02; Çin’de 1,27 iken Türkiye’de 7,22! Yani, insanlarının canına hemen hiç kıymet vermeyen, işçi haklarının en sınırlı olduğu sanayi ülkelerinin başında gelen, tek–parti yönetimi altındaki Çin’in bile 5 katı!

Tek bir kişinin ölümü ocaklara ateş düşürürken, 200’den fazla maden işçisinin hayatını kaybetmesine yol açan Soma’daki fâcianın, kaç haneyi, kaç eşi, kaç çocuğu, kaç anne-babayı, kaç kardeşi derin üzüntülere gark ettiğini varın sizler hesap edin...

Aslında “Bütün ülkeyi” demeliydim...

Her sabah, daha henüz herkesler derin uykudayken, eşi ve çocuklarıyla helâlleşerek yola düşer maden işçisi... Her gün... Eşlerin ve çocukların kulağı gün boyu ocaktan gelebilecek kötü haberdedir... O haber geldiğinde her dâim içlerde depolanan çığlıklar arş-ı âlâya yükselmekte gecikmez...

Soma’da olan, tarihimizin en can alıcı maden kazası... 22 yıl önce Kozlu’da 263 canımızı yine bir kömür madeni kazasında kaybetmiştik; şimdiyse, acılı yürek sayısı tahammül edilemez boyutlarda...

TKİ tabelasını geçince, başka kentlerden otoübüsler dolusu taşınan çevik kuvvet ekiplerinin arasına karışıyoruz. Başbakan’ın protesto edilişinin üzerinden henüz 

yarım saat geçmiş. Omuza, kola değen silahların metal soğukluğu, “ayaklanma korkusu”nu sonuna kadar hissettiriyor. Acılı ailelerin isyanını bağırarak evet sadece sesini yükselterek dile getirmesine bile tahammül yok.

Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından ocağa inerken ortaya çıkan görüntü direncin sınırlarını zorluyor: Beyaz bir ip misali dizili ambulans ordusu... Jandarma tok sesiyle yukarıdan bağırıyor:

“Gelen vaaar.”

1 - Rödövans. Fransızca ‘kiralama’ manasına geliyor. 80’lerin sonu 90’ların başında devlet, madenleri özel sektöre kiralamaya başladı. Hasılattan belli bir pay alma şeklinde. İş güvenliği alanında araştırma yapan sosyal bilimci Dr. Aslı Odman’ın deyişiyle feodal sistemin Aşar Vergisi gibi bir şey bu. Özel işletmeyi sadece kâra odaklayan, teşvik eden bir yapı.

2 - Kâr etmeyi yasal koruma altına alma. Evet aynen! Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 'Amaç ve Faaliyet Konuları' başlıklı 4. maddesi 2001’de değiştirildi. Şöyle: “Taşkömürü rezervlerini en iyi şekilde değerlendirmek” olan kurumun amaç ve faaliyet konularına, 'Taşkömürü havzasındaki diğer maden rezervlerini ruhsata bağlamadan ve Maden Kanunu'na tabi olmadan en iyi şekilde değerlendirmek' ibaresi eklendi. İnanabiliyor musunuz?

3 - Hukuksuzluk dizboyu. Bir ve ikinci maddede sıraladığım eylemler hukuksuz şekilde yapılıyor. Evet aynen! Danıştay 2002’de rödövans sözleşmelerinin hukuki olmadığını ve feshedilmesi gerektiğini kararlaştırdı fakat Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) bu kararları uygulamadı, kiralamaya devam etti.

Popüler İçerikler

Premier Lig Devinden Arda Güler'e Çılgın Teklif! Bonservis İçin 50 Milyon Euro Düşünülüyor
İlk Buluşmada Alman Usulü Hesap Ödediği İçin Buluştuğu Kişinin Cimriliğinden Dem Vuran Kadın Tartışma Yarattı
Cezaevinde 37 Kiloya Düşen Nihal Candan İçin Tahliye Kararı Verildi