Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bu korkunç başlığı atmak istemezdim. Ancak maalesef gerçek bu. Zira devlet, utanmadan, sıkılmadan, tekrar tekrar bize şunu söylüyor:

Başta Gezi, herhangi bir protesto eylemine karışan, hatta kazara oradan geçen vatandaş işkenceyi, kötü muameleyi ve evet, öldürülmeyi hak ediyor!

Sadece şu son iki günde görülen davalar, yayınlanan görüntüler, edilen sözler bunun kanıtı:

1- Değil mahkemede izleyenleri, tanık ifadelerini okuyanları bile ağlatan Ali İsmail Korkmaz (19) cinayeti davasında, birbirinden güçlü deliller (Adli Tıp raporu, video görüntüleri, ifadeler) sunuldu...

Cinayetin faillerinden olduğu anlaşılan Yalçın Akbulut’un tutuklanma talebiyse nedense reddedildi! Tutuklu sanık Şaban Gökpınar’ın sözleri, polisin ve aslında iktidarın ayrımcı bakış açısını özetledi:

“Gezi eylemlerine katılan şahsın beyanlarına ne kadar itibar edilebilir?” Katillerin, muhbirlerin, “sokak başbakanları”nın (*) beyanı dururken mahkeme ne diye itibar etsin, di mi ama?

Cumartesi günü.

Saat 15 suları.

Hava yağmurlu.

Ayaz, ısırıyor.

Avukat

Şule Nazlıoğlu Erol’un başlattığı adalet nöbeti, hafta sonu tatili,

gece gündüz demeden devam ediyor. Mahkeme pazartesi sabahına kadar

kapalı, binada kimse yok, olsun, ellerinde bayraklarıyla sessiz şekilde

bekleyişlerini sürdürüyorlar. O sırada... Kalabalığın önünde bir midibüs

duruyor. Mamak askeri cezaevi önündeki sessiz çığlık eylemine

katılanlar, servis ayarlamış, sessiz çığlık’tan adalet nöbeti’ne

gelmişler. Esir subayların eşleri, çocukları, iniyorlar. En son, genç

bir adam iniyor. Tek başına. Siyah güneş gözlükleri var. Yardım rica

ediyor. Elinden tutup, bir sandalyeye oturtuyorlar. Görme engelli.

Beş

dakika geçiyor, on dakika geçiyor, fark ediyorlar ki, o görme engelli

genç adam hakikaten tek başına gelmiş, beraberinde kimse yok, elleri

dizlerinde, ööyle oturuyor. Cübbesiyle nöbet tutan avukatlardan biri

yanaşıyor, merhaba... Tanışıyorlar, “ismim Ahmet Gül” diyor,

Almanya’dan geldim, Stuttgart’tan!”

Öyle anlaşılıyor ki, 'esip gürleme siyaseti'nin ve onun tamiri zor sonuçlarının esiri olarak uzun süre yaşamaya devam edeceğiz.

Her gün başka bir korkutma, itip kakma, yaftalama; nefret diline bulama dalgasına maruz kalıyoruz.

Huzura erme hayalleriyle bugünlere gelen bir toplumun içine salınabilecek en zararlı virüs budur.

Türkiye'nin değişim hikayesini, AKP'yi yıllardır Batı'da en çok savunan dost sesler, 'acı söylemeye' bu yüzden başladılar.

CHP lideriyle kavgalardan geçip gelen Avrupa Sosyalist Hareketi lideri Hannes Swoboda, sonunda Başbakan Erdoğan için 'otokrat' kavramını kullanmak durumunda kaldı.

İnsanın nutkunun tutulduğu anlar vardır. Ya anlayamazsınız, ya da nutkunuz tutulur. Dün, saat 16’da meydana gelmiş bir kazanın vahametini anlamam için, neredeyse gece yarısının geçmesi gerekti. a anlayamazsınız, ya da nutkunuz tutulur.

Dün, saat 16’da meydana gelmiş bir kazanın vahametini anlamam için, neredeyse gece yarısının geçmesi gerekti.

Önce anlayamadım.

Dedim ya, belki de nutkum tutuldu.

Elim klavyeye gitmedi, gitmek istemedi.

O karanlık dehlizlerden gelecek hayat çığlıklarını bekledim.

Uzun bir geceydi.

Uzun ve ızdıraplı bir gece.

Olayın vahametini anladığımda ise artık yazacak halim kalmamıştı.

Milletçe, unuttuğumuz, unutmak istediğimiz kadar büyük bir kaza.

MALÛM, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yine Fethullah Gülen Hocaefendi camiasını kastederek bu defa da “ Cadı avıysa, cadı avı yapacağız ”dedi.

Doğrusu, pes! Tuş! Nakavt!

Daha ötesini ve daha vahimini zaten tahayyül edemiyorum.

ÖNCE Cüneyt Özdemir ’in dünkü Radikal ’de yazdığı cümleleri alıntılayayım:

Bu sözler sadece Türkiye siyasetine değil dünya literatürüne geçecek kadar önemli.

Bugüne kadar bu iki kelimeyi bu kadar açık ve net kullanan bir siyasi lideri sadece Türkiye’de değil dünyada da görmedik.

TABİİ ki görmedik! Görmeyeceğiz de... İşitmeyeceğiz de... Duymayacağız da...

Zira Batı dillerinde cadı yerine büyücü kelimesi kullanılsa bile cadı avı yapmak veya bunun varyantı olan cadı kazanı kaynatmak deyimleri tamamen mecazî anlamla donanmıştır.

Çünkü her iki kavram da o Batı’nın kolektif hafızasında İslam kültürüne kıyasla çok, çok daha önemli bir yer tutar.

Malûm, bunun nedeni de Ortaçağ taassubunun, Engizisyon mahkemelerinin, kara Katolikliğin falan yerleşik düzen ve paradigmayla çelişen ve çoğu defa masum olan “ sivrileri ” (!) büyücü, efsuncu, üfürükçü diye suçlayarak kâh işkenceye yatırmış, kâh zindana atmış, kâh da ateşte kavurmuş olmasından kaynaklanıyor.

Gerçi Maliki fıkıh âlimi El Kayravânî 10. yüzyıldaki Risale ’sinde “ Zındıklar gibi sâhirinin de (sihirbazların) tövbesi caiz değildir ve kâtli vaciptir ” diye yazar ama yine de Müslüman uygarlıklarda Hıristiyan medeniyetlerinkine benzer bir cadı avı mevcut değildir.

İşte ifadenin olumsuzluğu yukarıdaki tarihsellikte yatıyor.

ÖYLE ki, ta William Shakespeare ’nin Macbeth ’inden Arthur Miller ’in Salem Büyücüleri ’ne, Batı edebiyatı sözkonusu olumsuzluğu tema edinmiş eserlerle de doludur.

Zaten bu sonuncusu ellili yıllarda ABD’yi kasıp kavuran ve cadı avını başlatmış senatörün adına atfen Makkartizm diye anılan solcu fişlemesinihicvetmek için yazılmıştır.

Ve bizzat o Miller de derhal ilâhların gazabına uğrayarak kendini Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komisyonu ’nun “ suçlu ” (!) sandalyesinde bulmuştur ki, paçayı zor kurtarmıştır.

Dolayısıyla, hâl böyleyken herhangi bir politikacının Başbakan Erdoğan gibi uluorta ve açık açık “ Cadı avıysa, cadı avı yapacağız ” diye alenen meydan okumak cesaret ve cüretini göstermesi imkânsızdır. Bu tür bir lâf ettiği an siyasi hayatı biter.

Gizlemiyor. Köşk’e çıkacağını resmen açıklaması kaldı.

Onu da ay sonunda yapacakmış.

Şayet muhalefet partileri bir aday üzerinde anlaşırsa, halkımızın yüzde 57’si de RTE’nin

karşısına dikilirse, elindeki tek davulla sandık da sandık deyip duran

hazret, sandıktan bir güzel ulusal irade sopası yiyerek feleğini

şaşırabilir 10 Ağustos günü.

Yoksa ve de

muhterem efendi hazretlerinin muhalefetin temsil ettiği yüzde 57 oyun

birleşerek karşısına dikilemeyeceği hesabı tutacak...

...gazını almak için Afyon’da topladığı vekillerine açıkça ilan eylediği gibi o sade bir cumhurbaşkanı olmayacak ya?...

Başbakanın üstünde yürütmenin de başı olacak, bittabi bu uygulamanın arkası çorap söküğü gibi gelecek:

Yürütmenin

başı cumhurbaşkanı… Elbette artık Genelkurmay başkanı, elbette

Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarını tek elde toplayan

adalet bakanı, elbette yüksek kadı efendi rütbesiyle Diyanet İşleri

Başkanı ve hukuku guguk anlayışıyla sağdan soldan söylenenlerle

öğrendiği için, elbette Anayasa Mahkemesi Başkanlığı görevini de

üstlenecek!

Sev­gi­li oku­yu­cu­la­rım,

2 yıl ön­ce bu­gün, ga­ze­te­miz

SÖZ­CÜ­’de yaz­ma­ya baş­la­dım.

Ge­ri­ye dö­nüp ba­kı­yo­rum da, upu­zun iki yıl, ade­ta rüz­gar gi­bi geç­miş.

Ge­liş­miş Ba­tı top­lum­la­rı­nın yüz­yıl­lar bo­yu ya­şa­ya­ma­ya­cak­la­rı ina­nıl­maz olay­la­rı biz bu iki yı­la sığ­dır­mı­şız. Ama ge­ri­lim do­lu bu sü­reç, siz­ler gi­bi be­ni de yor­du.

Üs­te­lik bu yıl, izin de yap­ma­dan sü­rek­li yaz­dım.

Bu ne­den­le sa­nı­rım, ar­tık kı­sa bir ta­ti­li hak et­tim.

Haf­ta­ya çar­şam­ba gü­nü ye­ni­den bir­lik­te ola­bil­mek umu­duy­la, sev­giy­le ka­lın efen­dim.

BUGÜNKÜ TÜM YAZILARI Halk niye size inansın? Not Defteri

Her tercihinizi pragmatik hesaplar üzerine kuracaksınız...

Bir söylediğiniz ötekini tutmayacak...

Doğru düzgün bir iddianız ve hedefiniz olmayacak...

Dün parlatıp sahneye sürdükleriniz için bugün tasfiye süreci başlatacaksınız... Her kavgada başka güçlerin arkasına sığınacaksınız...

Her yenilgiden sonra kendinizden gizli gizli nefret edecek ama bir yandan da halkın sizi sevip Erdoğan'dan nefret etmesini isteyeceksiniz...

Olmuyor tabii! Olmaz.

Anlamışınızdır, CHP 'den söz ediyorum.

Ama dar anlamıyla almamalı! Bürokratik- sermaye oligarşisinin ve ana akım medyanın geniş siyaset cephesi olarak düşünmek belki daha doğru olur.

Hatırlıyorum, medyanın sosyal demokrat kalemlerinden pek coşkulu ve çalışkan bir akademisyen daha 'ünde ' İstanbul yerel seçim sonuçlarını açıklıyorum ' başlığıyla ' Sarıgül'le CHP'nin kaybetmesi imkânsız' diye yazmıştı.

Üstelik şunu da ekleyerek: ' Sarıgül kaybederse de bu Real Madrid'e maçı 6-5 vermek gibi olacak! '

Geçen gün ana muhalefet partisinin merkez yürütme kurulunda yapılan değişikliklere dikkat ettiniz mi?

Bu görev değişimi Sarıgül'ün ekibinin parti içinde ilerlemesinin önünü kesmek içindi.

Peki insanlar sormayacak mı? Madem Sarıgül bu kadar olumsuz ve parti için tehlikeliydi de, neden İstanbul 'un başına ' bela ' etmeye kalkıştınız?

Şimdi yaptığınız doğruysa...

Demek ki yerel seçimlerde belki üç beş oy fazla alırız diye halkı bile bile korkunç bir yanlışa ortak kılmaya kalkışmışsınız. Bir başka örnek...

İzmir 'de Aziz Kocaoğlu 'nu bir daha seçtiren CHP, şimdi Kocaoğlu'nu aylardır sert biçimde eleştiren Aytun Çıray 'ı MYK'ya alıyor.

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi, Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle Türkiye'yi mahkûm etti.

90 milyon Euro tazminat ödemek zorunda bıraktı.

Öder miyiz, ödemez miyiz bilmiyorum.

Ancak Türkiye'nin bu mahkûmiyeti, Dışişleri'mizin yıllar süren beceriksizliğinin sonucudur.

Aynen Ermeni meselesinde olduğu gibi, Türkiye'ye ve Türklere yapılanların 'unutulmasına' imkân sağlamış, Türklerin yaptığı iddia edilenler ise büyütülerek 'öcüleştirilmiş' oldu.

Kıbrıs Barış Harekâtı'nın, Kıbrıs'taki bir darbe sonrası Türklere yapılan zulümle başladığını kim hatırlıyor Avrupa'da?

Cadı avı, yüzyıllar öncesinden günümüze taşıdığı olumsuz çağrışımlarla pek de hayırla anılmayan bir söz öbeği. Zira bu kavram, hristiyan inancının toplumsal bir otorite olduğu dönemlerde, bir dönem uygulamalarına damga vurmuş, yaradılışa özgü eski hurafeler gerekçe kılınarak, çeşitli acılı yöntemlerle gerçekleştirilmiş idamların adıdır. Kavram, aynı zamanda, eski ahit öğretisinden mülhem 'Adem ve Havva kıssası'ndaki rollerin belirleyiciliğiyle, kadınları ahlaki ve zihinsel açıdan erkeklerden zayıf oldukları önkabulüyle kafadan suçlu/günahkar addeden bir cinsiyet ayrımcılığıyla da ilgiliydi, ama sadece kadınlara özgü olmadı, tarihte erkekler de cadılıkla suçlanarak yakıldı. Günümüzde ise cadı avı ifadesine, masum insanların toplu şekilde acımasızca cezalandırılmasını, otoritenin modern huhuk standartlarından feragat ederek varsayımlara ya da önyargılara dayanarak insanlara, ama hukuk yoluyla ama hukuksuz yollarla haksızlık etmesini eleştirmek için başvuruluyor.

ABD'de McCarhtycilik ya da Kızıl Panik denilen, 1940'lı yılların sonunda başlayıp 1950'li yılların sonuna dek sürmüş anti-komünist takibatının 'cadı avı'yla ifade edilmesinin sebebi de biraz budur. Çünkü, McCarthysizm de devlet otoritesine sahip somut kişilerden oluşan soyut bir gücün, suçlu ya da suçsuz ayırmadan geniş kitlelere toplu şekilde yapmış olduğu haksızlık atağıdır. Cadı avı ifadesi de, bu atak karşısında binlerce insanın derin bir şüpheciliğin tüm olumsuzluklarına maruz kaldığı ve masumiyetini ispatlayana dek suçlu addedildiği bir delilik nöbetini anlatır.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı