Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hükümet üyelerinin ve başbakanın ruh hali, İsveçli bir destek grubunun anorexia (zayıflama) hastalığına tutulanlar için hazırladığı reklam filmindeki gibi. Bu filmde, talihsiz bir kadın aynanın önünde duruyor ve kendisini inceliyor. Aynadan akseden görüntüde balık etli bir kadın görüyoruz. Sonra kamera bir adım geriye çekilip kadının “gerçek” halini gösteriyor. Bu sefer gördüğümüz ise, tamamen iskelete dönmüş, artık zafiyet geçirmek üzere olan bir insanın acıklı görüntüsü oluyor.

Salı günleri başbakanı karşılamak için meclis basamaklarında sıra sıra dizilen vekiller; AK Parti grup konuşmalarındaki dinmek bilmeyen alkış tufanları; bütün işleri sürekli olarak başbakanı olumlamak olan partililer; başbakanın her yaptığında büyük hikmetler bulan yandaş medya organları; bütün bunlar, mıknatıslı civa parçaları gibi bir araya gelip, bir dev aynası meydana getiriyorlar. Bu dev aynasından bakıldığında, demokrasinin hiç bir eksik, gediği görünmüyor; dünya çapında uğranan büyük itibar kaybından ise eser yok. Bu aynadan bakınca hükumetin ve başbakanın daha tüketecek çok kredisi bulunuyor; uzun süre bünye beslenmese bile, idare edecek kadar “kilo fazlası” bulunuyor...

Amerika’daki konferanslarımız sırasında yemekte konuştuğumuz Senatör dostumuz aynen şöyle dedi; “bu anlattıklarınız içinde en önemli detay ‘political stability” yani politik istikrar ve güçlü lidere olan güven”!

Sevgili dostlar, ekonomide atılan adımların tabanında gerçekten “politik istikrar” yatıyor ve bu gerçek yurtdışından bakanlar açısından da net olarak görülüyor...Aynı konuşma içinde söz “gelecek 10 yıla gelince” kaldığım yerden devam ettim ve 2013-2023 arasında 830 milyar doların nasıl 2,250 trilyon dolar olacağını temellendirmeye başladım, dostumuz yine devreye girdi ve şunu söyledi; bu anlattıklarınız ekonomik denklemler açısından doğru fakat “politik istikrarı” garantiye almalı ve bir üst seviyeye taşımalısınız...

Siyasi bagajlarını, duygularını ve taraflı çıkarımlarını karıştırmayan herkes çok rahat görebiliyor; Türkiye’nin geçmiş 12 yılda Erdoğan’ın bireysel katma değeri ile kurguladığı “sağlamlığı” SİSTEMSEL hale getirmesi ve özellikle Türkiye’ye akacak yatırıma şu mesajı vermesi lazım; artık sistem “bir üst seviyeye geçti” ve İSTİKRAR geçmiş 12 yıl gibi gelecektede KALICI olacak!

Bu noktada soralım; peki bu nasıl olacak? Cevap aslında hem çok açık hem de yukarıda gizli; BAŞKANLIK SİSTEMİ gereken mesajı verecek ve eskiye dönülmeyeceğine güven duyan para Türkiye’ye akacak...

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Danıştay’ın yıldönümünde yaptığı konuşmayı ”Cumhur-başkanlığı adaylık başvurusu” diye yorumlayan iktidar çevreleri, fena halde yanılıyor. Feyzioğlu, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı değil; olamaz daÖ Türkiye Barolar Birliği Başkanı, aralarında muhalifler ve laiklerin de olduğu belli bir çevrenin beğenisini toplasa da, CHP yönetimi Çankaya adayının daha geniş bir yelpazeye hitap etmesi gerektiğinin farkında.

Hele de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ”çatı aday” formülünü düşünürseniz, Feyzioğlu seçeneğini kafadan eleyebiliriz.

Peki, o zaman kim?

Ak Parti’nin adayı belli. Ancak muhalefet cephesinin alternatif aday arayışı, Meral Akşener’den İlker Başbuğ’a, Ekmelettin İhsanoğlu’ndan Mehmet Bekaroğlu’na kadar oradan oraya savruluyor.

Elindeki kara listeyi kameralar karşısında sallayıp durdukça gündem oluşturdu Joseph Raymond McCarthy. Üstelik korku saldı yüreklere. “İşte hainlerin, casusların listesi burada!” diyordu.

Kat’î rakam da telaffuz ediyordu bu arada: 205 kişi. Kim bilebilirdi ki Wisconsin Senatörü’nün elinde tuttuğu ‘belgeler’in tamamı sahteydi, düzmeceydi. En kallavi ‘belge’nin kuru temizlemeye verdiği elbise fişi olduğu nice zaman sonra anlaşıldı. Ancak olan olmuş, iş işten geçmiş, on sene boyunca Amerika’da insanlar ayrımcılığa, nefret söylemine tabi tutulmuştu. Yanından ayırmadığı o esrarengiz çantada onlarca belge olduğu sanılıyordu. Ne de olsa konuşan, ‘devlet ciddiyeti’ ile konuştuğunu iddia ediyordu. McCarthy öldüğünde merak edip çantasına bakanlar, içinin bomboş olduğunu gördü. Suçlamalar hayal ürünüydü ve halkı korkutmaya yönelik kara propagandadan ibaretti.

İki hafta evvel ormanlarımızı enerji üretim santralları, petrol-doğalgaz boru hattı ve arama tesislerine açan yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlandı.  

Bu yönetmeliğin yeniden düzenlenmesinin üzerinden daha 4 yıl bile geçmeden tekrar düzenlenmesinin gerekçesi nedir, hangi ormancılık bilgi ve deneyimleriyle hazırlandı, merak konusu.

2007, 2010, 2011 ve 2014’te Orman Kanunu’nda ve yönetmeliklerde birçok değişiklik yapıldı. “Bu kadar sık değişiklik yapılması normal mi” diye soracaksınız...

40 yıla yakın süredir ormancılık ekonomisi ve politikası alanlarında araştırma yapan orman mühendisi Doç. Dr. Yücel Çağlar bu soruya birkaç soruyla yanıt veriyor: 

Önceki düzenlemelerde vahim hatalar mı var?

Ülkesel ya da bölgesel düzlemde kısa aralıklarla bu denli kapsamlı değişiklikleri zorunlu kılabilecek ekolojik, ekonomik, toplumsal, kültürel değişiklikler mi gündeme geldi?

Siyasal iktidarın yandaş bellediği kişilerin ve kuruluşların projelerine yapacakları ‘özel’ uygulamalar için hukuksal dayanaklar mı hazırlanıyor?

Denk düştü diyeceğim ama üç gün önce de bir neden vardı, beş gün sonra yine manalı. ‘Muktedir’ adlı kitabın kapağını açtığım günün öğle sularıydı; Cumhurbaşkanı Gül uzun evliliklerin profesyonelleşmiş sebatına benzer edayla yan koltuktaki Tayyip Erdoğan’ı sakinleştirmeye çalışıyordu. Öfkesini zapt edemeyen Başbakan ayağa fırladığında, sol kolunda yine aynı el. Yapma.

Danıştay’ın 146. yıldönümü töreninde Türkiye Baroları Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun teamüllere uymayan uzunluktaki konuşması ve Erdoğan’ın buhranına dair laf etmenin çok belli istikâmetleri var. Şimdi onları tartışmayacağım. Burada ilginç olan, helal olsunlarla bu efeliği yekten sıvazlayanın da, ‘iyice abarttı’ diyenin de aslında çok şaşırmaması. Devletin üst düzeyinde yaşanan gündüz kuşağı tv programları agresyonu, protokolün lise haletiruhiyesiyle büstün önünde sözleşir gibi çıkışı... Bunları garipsemememizin bir nedeni Erdoğan’ın kendi içinde tutarlılığıysa, idrak etmeye yardımcı ikinci neden de lider olarak Türkiye’de sağ siyaset geleneği içindeki kapsayıcı devamlılığı.

Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla hafta sonu Diyarbakır’da Demokratik İslam Kongresi’nin toplanması, Öcalan’ın yolladığı mesajda katılımcılara “Mümin kardeşlerim” diye seslenip İslamiyet hakkında son derece olumlu ve “içeriden” tespitlerde bulunması farklı tepkilere yol açtı. Bu tepkileri ele almadan önce bazı hatırlatmalarda bulunalım:

1) Zaten dinsel anlamda muhafazakâr bir ülke olan Türkiye’de Kürtlerin dindarlığı lülke ortalamasının üzerindedir;

2) Cemaat, grup ve partiler Kürtler arasında hep güçlü olmuştur ve bunlar üzerinden kısmi de olsa sistemle bağ kuran dindar Kürtler rejim(ler)in sigortası olmuştur;

3) PKK’nın başını çektiği Kürt siyasi hareketi (KSH), önce İslamiyet ile arasına bariz bir mesafe koymuş ardından o mesafeyi kapatıp dindarlara ulaşmakta epey zorluk çekmiştir.

İslam ve demokrasi bağdaşır mı, çelişir mi ?

Zor soru.

İnananları incitmeden tartışmak gerek ve bu da zor.

Göksel (=Semavi) yasalara mutlak itaat isteyen İslam bir yanda, yurttaş iradesinden kaynaklanan yasa ve kurallar bütünü olarak tanımlanabilecek demokrasi bir yanda.

Birincisi Allah kelamı olduğu için değiştirilemezlik ve dahası doğruluğu, yanlışlığı, haklılığı, haksızlığı tartışılmazlık taşıyor.

Öteki yurttaşların (kulların değil yurttaşların) elinden çıkma. Değiştirilir de, enine boyuna tartışılır da…

Yani çelişki daha ilk adımda başlıyor.

İkinci “one minute” hadisesi imiş.

Böyle diyorlar.

Birinci “one minute” hadisesi, tartışmasız bir destandı.

- Sesi çok çıkan bir kibirli dünya kabadayısına...

- Öldürmeyi çok iyi bilen bir işgalciye...

- Yarım asırdır çileler çektiren bir yeryüzü şımarığına...

- Arkasına aldığı büyük dünya güçlerine güvenen bir evrensel küstaha... 

Ümmetin tüm yetimleri adına atılmış okkalı, haklı ve yürek soğutan bir şamardı.

Peki ikinci “one minute” hadisesi nedir?

Şöyle bir şeydir:

  • Almışsınız arkanıza koca devlet gücünü...

  • Almışsınız sağınıza Cumhurbaşkanı’nı...

  • Almışsınız solunuza Genelkurmay Başkanı’nı...

  • Almışsınız safınıza Danıştay Başkanı’nı...

  • Almışsınız yanınıza yörenize tüm yandaş kalemlerinizi ve konuşan kafalarınızı...

  • Öldürmeyi bildiğine dair tek bir emare bile ortaya koymamış, hiçbir yaptırım gücü olmayan, elindeki sıkıcı metni mır mır okuyan, yani sesi bile fazla çıkmayan, kabadayılık da yapamayan zavallı bir Metin Feyzioğlu’na posta koymayı...
  • İsrail’in en tepesindeki adama posta koymakla eşdeğer tutuyorsunuz.

Bu “dik” durma meselesi ilk defa 27 Nisan e-muhtırasıyla birlikte literatürümüze girdi. Ultra ulusalcı marjinal çevreler dışında toplumun büyük çoğunluğu Genelkurmay’ın cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle siyasete apaçık ayar verme girişimine karşı meşru hükümetin arkasında durdu, hükümete “dik dur” dedi. AKP’nin kapatılma girişimine de ciddi bir demokratik tepki gösterildi. Erken seçim kararı alan AKP seçimlerden başarıyla çıktı. 2010 referandumu ve 2011 seçimlerinde de vesayetçi, oligarşik statükoya karşı yeni anayasa, demokrasi ve özgürlükler temelinde beklentilerin muhatabı AKP idi. Sonrası malum; AKP ve Erdoğan, “dik” durmaktan çok hoşlandı, madem işe yarıyordu, “dimdik” durmak lazımdı...

Popüler İçerikler

Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"