Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazarı

AKP’nin “İleri Demokrasi” diye halkın ve özellikle eski solcularla liberal geçinenlerin gözünü boyadığı rejimin artık otoriter bir mezhepçiliğe yöneldiği iyice açığa çıkmıştır.

Üstelik bütün otoriter rejimlerde olduğu gibi bu yönetim de büyük bir legal ve illegal sömürüye ve talana dayanmaktadır...

Hukuk kuralları geçerliliklerini yitirmiş görünmektedir...

Cepler doldurulur, yandaşlara büyük paralar ödenirken, geniş kitleler yoksulluk içinde, sadaka ekonomisine mahkûm edilmiştir...

Tam bu ortamda, bütün yargı kararlarına karşı, “Güçleri yetiyorsa gelsinler yıksınlar” denilerek, yeşil katliamına dayalı, Atatürk ’ün anısını tahrip eden 1000 odalı bir sarayın, bütün debdebesi ve ihtişamıyla gündeme gelmesi, ancak “basiret bağlanması” ile izah edilebilir...

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan yakın zamanlara kadar, bir zaman yayımlanmış propaganda dergisinin adıyla, La turquie kémaliste oldu. Bu ülkede genç bir insan, “Sol fikirler benim kulağıma hoş geliyor; ben sosyalist olacağım,” dese, babası ya da öğretmeni, arkadaşı ya da komşusu ona, “Tabii. Atatürk de zaten solcuydu. Bu ülkede ne kadar ‘solcu’ olunur, nerede durulur, bunların hepsinin sınırlarını o belirlemiştir. Sen de o sınırlar içinde ‘sosyalist’ ol,” derdi.

Bir başka genç, “Bu faşist ideoloji bana hitap ediyor; herhalde faşist olacağım ben,” diyecek olsa babası ya da öğretmeni, arkadaşı ya da komşusu ona, “En doğal hakkın. Zaten Atatürk de ‘damarlarındaki asil kan’ dedi, ‘Türk, öğün’ dedi; nereden nereye kadar faşist olunur, sınırını çizdi. O ölçüler içinde sen de ol,” derdi.

Ne olmak istersen, Atatürk zaten senden önce ondan olmuştu. Bir Türk olarak o dediğin şey nasıl ve ne kadar olunur, bunun reçetesini de çıkarmıştı. Teodor Kasap’ın “matbuat hürriyeti” gibi, “kanun dairesinde” ne olmak istiyorsan olabilirdin.

Hükümet de siyasi muhatap kabul ettiği HDP/BDP çevresi de sorumluluğu üzerlerine almak istemedikleri için telâffuzda zorlanıyorlar, ama benim öyle davranmak için bir zorunluluğum yok; o sebeple gerçeği rahatlıkla söyleyebilirim: Hükümetin ‘barış ve kardeşlik projesi’ , HDP/BDP’nin ‘Kürt sorununun çözüm süreci’ diye adlandırdığı yol arkadaşlığının sonuna gelindiği belli.

Başladığı ilk günden bu yana süreç pek çok darbe aldı, çanak çömleğin patlamasına ramak kaldığı durumlar yaşandı, buna rağmen yaraya tuz basarak da olsa yolcu yolundan vazgeçmedi...

Ancak bugünkü durum farklı.

Çözüm sürecinin çok ciddi sarsıldığı şu günlerde bu sorunun cevabı yani o suikastların ardında kimin olduğunu bulmak büyük önem taşıyor.

Çözüm sürecinin çok ciddi sarsıldığı şu günlerde bu sorunun cevabı yani o suikastların ardında kimin olduğunu bulmak büyük önem taşıyor.

Geçen hafta bir yazımda “PKK tam da istediği gibi meşru bir siyasi güç olarak uluslararası arenada tanınma noktasına gelmiş, ‘terör örgütü’ başlığından uzaklaşmak üzereyken niye ama niye Bingöl’de emniyet müdürüne, Diyarbakır’da bir astsubaya karısıyla alışveriş yaparken suikast düzenledi” diye sormuştum.

Evet devlet bu suikastların müsebbibi olarak PKK’yi göstermişti ama devletin resmi söylemlerinin müthiş sorgulanabilir mahiyette olduğunu bilecek kadar bu ülkede yaşadığımdan emin olmak mümkün değildi.

Kolin adlı şirket, Soma’nın Yırca köyünde termik santral kurmak üzere acele kamulaştırma ile üzerine aldığı arazideki 6 bin zeytin ağacını bir gecede imha etti.

Acele kamulaştırma konusu Danıştay’a gittiği için firmanın sonucu beklemesi, devletin de arazide işlem yapılmasına karşı önlem alması gerekiyordu.

Devlet bu önlemi almadığı gibi ağaçlar kesilirken de Jandarma olay yerine gitmedi. Vali, Kaymakam, Jandarma işgalciden yana tavır aldılar.

Kolin şirketi Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararını önceden haber aldı. İş makinelerini 200 özel koruma görevlisi eşliğinde zeytinliklere soktu. Direnen yurttaşlara özel güvenlik görevlileri kelepçe taktı, gaz sıktı... Ne kadar kanunsuzluk varsa yaptı...

ÜLKE gündemi ciddi konularla imtihan ediliyor. Bu arada bana kalırsa diğer konulardan daha az ciddi olmayan bir hadise daha yaşanıyor. Bir televizyon kanalında gösterilen “Kertenkele” dizisinin imam karakteri etrafında kıyametler koparılıyor, Diyanet İşleri Başkanlığı da “Kıyameti koparan kim?” diye düşünmeden popüler kültür ürünlerinin geleceğini esir alabilecek yanlış bir hükme varıyor. Gelinen noktada İstanbul Müftülüğü, dizi ekibinin camilere girmesini yasaklıyor.

Olaylı Kertenkele dizisinin meselesi, bir komiserin takıntısı haline gelen yufka yürekli bir yankesicinin kaçarken kılık değiştirmesi, bir imamın cübbesi ve sarığı altına gizlenerek hem polisten hem suç dünyasının gözü dönmüşlerinden korunmaya çalışması.

İsrail, tahrik edici eylemlerini sürdürürse, şimdilerde sert mesajlar yayınlamakla yetinen bölge hükümetleri, kendi halklarının gazabına uğramamak için başka şekillerde harekete geçmek zorunda kalacaktır. Aksi yönde davranarak halkın bu konudaki öfkesini bastırmaya yönelmek ise İsrail ve Yahudileri hedef alan bir radikalleşme ve şiddete yol açabilir.

İsrail'in sadece son aylardaki eylemleri bile Filistinlilere karşı sürekli bir provokasyon stratejisi uyguladığını gösteriyor. Ancak burada eş zamanlı değil de, daha ziyade arka arkaya çıkarılan krizlerden bahsediyoruz. 2014 yazında önce Batı Şeria'ya saldıran, ardından Gazze'yi işgal eden İsrail, şimdilerde Doğu Kudüs'te bir dizi gerginliğe imza atıyor.

(*) Arap dünyası uzmanı ödüllü bir gazeteci ve analist. Al Jazeera English, Al Arabiya News, The National, The Middle East dergisi veMiddle East Eye için düzenli olarak yazılar kaleme alan Naşaşibi, Orta Doğu konusunda 'tarafsız haberciliğe katkılarından dolayı' Uluslararası Medya Konseyi tarafından ödüle layık görülmüştür.

Cemil Bayık'ın, çözüm sürecinde ABD'lilerin, 'Üçüncü göz' olmaları yönündeki çağrısı bir şifreydi.

Çözüm sürecinin neden krize girdiğini, 6-8 Ekim olaylarını, IŞİD'i ve Kobani'yi anlamamıza yarayan en önemli formüldü.

Yeni konjonktürü, ABD'nin PKK ile geliştirdiği yeni ilişki modelini yani 'Yeni durumu' anlamamız için açılan önemli bir pencereydi.

Ancak benim paylaşacağım şifre, Ankara'nın yaklaşımıyla ilgili.

HDP, Kandil ve Öcalan'la konuşulan, 'Yol haritası' na rağmen, çözüm sürecinin köküne kibrit suyu dökmeyi hedefleyen 6-8 Ekim olaylarının yaşanması, gördüğüm kadarıyla devlette bir travmaya yol açmış.

Aldatılmış hissi...

O nedenle 6-8 Ekim olayları sürecin yeniden gözden geçirilmesine yol açtı.

Geçen haftaki 10,5 saat süren MGK sonrası demokrat kalemler haklı olarak bu kurumun bizatihi önemli hale gelmesinin sakıncalarının altını çizdiler. Bir süredir normalleşmiş gözüken sivil asker ilişkilerinin yeniden gündemin ana maddelerinden biri haline gelmesi durumunda, başta çözüm süreci olmak üzere birçok değişim hamlesinin sıkıntıya gireceği açık. Doğal olarak her toplantı içerdiği konuların sayısı, çeşitliliği ve çetrefilliği ile belirli bir zamana muhtaçtır. Gündemi veri aldığımızda bugünlerde yapılacak herhangi bir MGK’nın da kısa sürme ihtimali az. Nitekim Hizmet hareketinin ‘Kırmızı Kitap’a girme meselesi üzerinde de sadece yarım saat konuşulduğunun söylenmesi, toplantının kapsamı hakkında fikir veriyor.

“Vücudun ön yüzündeki yaralanmaların yüksekten düşmeyle meydana gelmiş olması mümkün değil. Süleyman Cihan’ın farklı zamanlarda, yüz, boyun, koltuk altları, el, kalça ve yanlarına dönük darbeler aldığı ve kaba dayağa maruz kaldığı söylenebilir. Yaralarından, falaka, elektik ve Filistin askısı işkencelerine de maruz kaldığı görülüyor. Ayrıca, ölümünden sonra yüksekten atıldığı da kesin.”

İşkenceyi belgeleyen bu raporun öznesi, Süleyman Cihan. Öldürülmesiyle ilgili soruşturma 31 yıl sonra açıldı, 2,5 yıl beş savcı dolaştıktan sonra “zamanaşımından” kapatıldı. Kardeşi Ahmet Cihan ile konuştum, “2,5 yıl soruşturma yapıyoruz diye oyaladılar, önce çeteler hapisten bırakıldı, siyasi ortam müsait olduğunda da bu davaları peş peşe düşürmeye başladılar. Devletin arkasında olduğu bir cinayet bu. Zamanaşımı da dosyayı kapatmanın hukuki kılıfı” dedi.

Popüler İçerikler

Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı