Ancak ilginç şeyler de olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda Jungien Koç ve FLP Türkiye Temsilcisi Master Trainer Şebnem Toker’in Türkiye’yle buluşturduğu FLP-Gelecek Yaşamı Programlama Uygulaması’nı deneyimledim. Bu teknik gerçekten çok ama çok ilginçti. Dilekler dilemenin, niyetlere girmenin, eylem planları yapmanın ve hayatımızda bir şeyleri yeniden organize etmenin çok ötesindeydi. FLP’de önce gelecekte hangi zamana erişmek istediğinize karar veriyorsunuz. Bu bir yıl, iki yıl, beş yıl ya da on yıl sonrası olabilir. Hatta sonraki sonraki sonraki ve sonraki yaşamınız da olabilir. Bu kararın ardından, derin meditasyon süreci başlıyor. Uygulayıcı eşliğinde yönlendirmeli bir derin meditasyon yapıyorsunuz. Ve sonrasında bir gelecek vizyonunun içinde buluyorsunuz kendinizi. Meditatif bir halde seyrettiğiniz ya da kendinizi içinde bulduğunuz gelecekten bir realite, size açılan bir portaldan kendinizi izlettiriyor size. Çok çılgınca değil mi? Bence değil. Çünkü böyle şeylere inanıyorum. Siz inanmayabilirsiniz elbette.
Kendi alternatif gelecek vizyonlarımı anlatmayacağım ancak meditasyonlar esnasında fark ettiğim bir şeyden söz edeceğim. Kendi sonraki yıllarımı ya da öte yaşamlarımı görebilince (gerçek ya da değil) bir anda içimde yepyeni bir bilgi aydınlandı. Sanki her şey ama her şey, toplu halde vardı. Vardı ve ona erişimimiz sınırlıydı sadece. Bunu belki Levhi Mahfuz’la açıklayabiliriz. Bu bilgi ne işimize yarayacak derseniz şöyle: Hepimizin hayatları inanılmaz bir potansiyeli içinde barındırıyor hatta o potansiyeli üretiyor. Her birimiz birbirimizi etkiliyoruz ve etkileşim durmaksızın yepyeni olasılıklar üretiyor ki bu üreyenler de potansiyeli genişlettikçe genişletiyor. Bu sonsuz potansiyel, zamanın hafızasına kaydediliyor. Sonsuzluğun kaydı anbean tutuluyor, saklanıyor…
Sadece bunu fark etmek bile bir şeyler istemek yerine kendimizi maceralara açık hale getirmemize yardım edebilir. Neler olabilir, gerçekten bilmiyoruz ve bilemiyoruz ancak hayattaki potansiyeli kavrayabiliriz. Kendi hayatımızın potansiyelini ve zaten var olan yaratım gücünü kavrayabiliriz.
Dünya dediğimiz yer deneyimin merkezidir. Maddi, somut, sayılabilir, ölçülebilir alem. Biz de fani bedenler. Bir metabolizmanın, kimyanın, fiziksel şartların sınırlandırması içinde sonsuz olanı kavramaya çalışıyoruz. Steven Johnson bu garipliği “Düşünülebilir kılınmış sonsuzluk” şeklinde ifade eder. Eh, sonsuzluğu kavrayamayız ama kavrayabileceğimiz bir sonsuzluk tanımı yapabiliriz. Bir şekilde kavrayarak ve açıklayarak, bilinmezliğe tahammülü olmayan varlık telaşımızı bir nebze olsun sakinleştirebiliriz.
Böylece sonsuzluğun ışığını geleceğe doğru yöneltiriz. Onu kavranabilir ve ölçülebilir kılmak adına zamanla sınırlar, zamanı da kadrana, akışı akrep ve yelkovana, anları saniyelere, dakikalara, saatlere pay ederiz. Oysa gerçek, çok daha fazlasıdır; çok daha fazlası.