Bu doğrultuda İran ile ilk ilişki kuran ülke İngiltere olmuştur. 19. yüzyılın ortalarından itibaren imtiyazlar üzerinden şiddetli biçimde devam eden -hatta Nasırüddin Şah’ın ölümüne sebep olan- Rus-İngiliz rekabeti 1907 Anlaşması çözümlendi.
Rusya’da yaşanan Ekim Devrimi ile İran’daki hakimiyetini arttıran İngiltere, bu sıralarda ülkedeki nüfuzunu iyiden iyiye arttırdı. 1923’te darbe yapan Rıza Han, ülkedeki İngiliz hakimiyetinden rahatsızdı ve bunun neticesinde SSCB ile yakınlaştı. Ancak SSCB’nin İran’da komünist faaliyetlerde bulunması Rıza Şah’ı üçüncü bir güç aramaya itti.
Bu arayışın neticesinde İran, Adolf Hitler’in önderliğindeki Almanya ile yakınlaştı. Birçok Alman uzman 1933’den itibaren İran’a geldi, ayrıca pek çok fabrika kuruldu. İran-Almanya yakınlaşması öyle boyutlara ulaştı ki; 1940 yılında Almanya’nın İran ekonomisi üzerindeki ağırlığı %45 gibi rakamlara ulaştı.
İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği bu yıllarda Mihver Devletler bu yakınlaşmadan rahatsız oldu. SSCB’ye yardım göndermek amacıyla İran’ı işgal ettiler, Rıza Şah Pehlevi’yi devirip yerine oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’yi getirdiler.
Soğuk Savaş döneminde ise ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiği konumuna yükseldi. 1979 Devrimi’nden sonra ABD’nin İran ile arasının bozulması neticesinde, Avrupa’nın da İran ile ilişkileri olumsuz etkilendi. Buna rağmen AB, ABD’ye göre İran ile olan ilişkilerini daha diplomatik seviyede sürdürmüştür. Ayrıca AB, ABD ile İran arasında arabuluculuk görevi üstlenmek zorunda kalmıştır.
AB üyesi ülkelerin çıkarlarının çatışması, dış politikalarını topluluğa devretmek istememeleri sebebiyle Avrupa Birliği İran’a karşı politikasında, diğer politikalarına oranla aynı başarıya ulaşamamıştır.
Gelinen son noktada Batı ve İran, İran'ın nükleer programı konusunda anlaşma sağlasalar da günümüz siyasetinde anlaşmaların söz verilen tarihlerden daha önce sonlandırılabileceği ihtimali hiçbir zaman unutulmamalıdır.