Bir Top, Bir Baskın, Bir Devrim: Osmanlı’da Futbolun Politik Doğuşu

Kara Çoraplılar’dan 1908’e uzanan sahadan siyasete bir hikâye

Osmanlı’nın son yıllarını çoğu zaman haritalar, muhtıralar, isyanlar ve anlaşmalar üzerinden okuruz. Sınırlar daralır, vilayetler elden gider, gazeteler sansürlenir… Büyük anlatılar hep “yukarıda” döner. Oysa bazen bir imparatorluğun geleceği, Papazın Çayırı’nda duvara doğru vurulan bir şutta; sekip geri gelen bir topun peşinden koşan gençlerin nefesinde saklıdır.

Bu yazı, işte o topun izini sürüyor.

Bir top, bir baskın ve bir devrim üzerinden Osmanlı’da futbolun politik doğuşunu anlatıyor.

Siyah Çoraplılar’dan 1908 Devrimi’ne, oradan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’a uzanan; sahadan siyasete taşan bir hikâye bu. Çünkü bu topraklarda futbol, en başından beri sadece oyun değil, siyasî bir ihtimaldi.

Limandan Sahaya: Futbolun Gayrimüslim Başlangıcı

Ondokuzuncu yüz yılın sonuna gelindiğinde İzmir’in Bornova çayırlarında ve İstanbul’un Moda Burnu’nda yeni bir manzara belirmişti. İngiliz tüccarlar, Levanten aileler, Rum ve Ermeni gençler; ragbi ve kriketle birlikte “futbol” denen yeni oyunu da sahaya taşıyordu. Liman şehirlerinin açık dünyası, oyunu da beraberinde getiriyordu.

İzmir–İstanbul karmalarının oynadığı karşılaşmalar, imparatorluk topraklarında futbolun kayda geçen ilk maçları oldu. Futbol, özellikle gayrimüslim topluluklar arasında kısa sürede gözde bir eğlenceye dönüştü. Kulüpler çoğaldı, sahalar kalabalıklaştı, seyirci kültürü oluşmaya başladı.

Müslüman mahalle ise bu yeni oyuna mesafeli durdu. Bir yanda modern dünyanın cazibesi, diğer yanda “gavur işi” damgası yiyen bir spor. Üstelik II. Abdülhamid döneminin baskıcı siyasal iklimi de işin içine girince, top peşinde koşan Müslüman genç figürü sadece ahlâkî değil, siyasî bir şüphe nesnesine dönüştü. Baldır çıplak koşmak mahallede ayıptı; kulüp kurmak ise saray nezdinde kuşkuluydu.

Moda’da İngilizler, İlk Ders: Oyunun Öğretilmesi

Futbolun İstanbul’daki ilk duraklarından biri olan Moda, tesadüfen seçilmiş bir sahne değildi. 19. yüzyılın sonlarında Moda ve Kadıköy çevresi, İngiliz tüccarların, denizcilerin ve ailelerin yoğun yaşadığı bir bölgeydi. İngilizler, futbolu burada yalnızca oynamıyor; kurallarıyla, ritmiyle ve takım fikriyle birlikte yaşayarak öğretiyorlardı. Kuşdili ve Papazın Çayırı’nda yapılan maçlar, özellikle Rum ve Levanten gençler için futbolun ilk “okulu” işlevini gördü.

Bu İngiliz spor çevresinin içinden yetişen figürlerden biri de Ahmet Robenson’du. İngiliz kökenli bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’a gelen Robenson, ilerleyen yıllarda Galatasaray Lisesi’nde beden eğitimi öğretmeni olarak görev yaptı. Futbolu, jimnastiği, tenis ve basketbol gibi modern sporları okul ortamına taşıdı. Onun varlığı, İngilizlerin Moda’da başlattığı spor kültürünün Müslüman Osmanlı gençliğiyle temas ettiği geçiş noktasını temsil eder.

Futbol böylece, Moda çayırlarında İngilizce konuşulan bir oyundan; farklı dillerin, kimliklerin ve zamanla siyasî tahayyüllerin iç içe geçtiği bir şehir pratiğine dönüşmeye başladı.

Bir Top: Papazın Çayırı’nda Kara Çoraplılar

İşte bu atmosferde, 1901 yılında Kadıköy’de Siyah Çoraplılar sahneye çıktı. Dönemin belgelerinde İngilizce adıyla, Black Stockings Football Club olarak da geçen bu takım, idarecileri ve oyuncuları Türk olan ilk futbol kulübüydü.

Kurucu kadronun merkezinde Fuat Hüsnü Kayacan bulunur. Bahriye subayı olan Kayacan, futbola tutkuyla bağlıdır ve ilerleyen yıllarda kaleme aldığı hatıralarda Siyah Çoraplılar’ın hikâyesini ayrıntılı biçimde anlatır. Arkadaşı Reşat Danyal ile birlikte Papazın Çayırı’nda topa vururken sordukları soru basittir ama cesurdur:

“İngilizler, Rumlar takım kurabiliyor; biz neden kurmayalım?”

Siyah Çoraplılar’ın asıl önemi, “ilk Türk takımı” olmaktan çok, bu sorunun kendisinde yatar. Müslüman gençler ilk kez kendi adlarıyla, kendi formalarıyla sahaya çıkar. Kırmızı-beyaz üst, siyah çoraplar… Dönemin fotoğraflarında ve hatıralarında özellikle vurgulanan bu ayrıntılar, ileride farklı kulüplerin kimliğine dağılacak bir tutkunun ilk izleridir.

Bir Baskın: Hafiyeler Tribünde, Gençler Sorguda

26 Ekim 1901’de Siyah Çoraplılar, Papazın Çayırı’nda bir Rum takımıyla karşı karşıya gelir. Maç 5–1 kaybedilir; takımın tek golünü Fuat Hüsnü atar. Fakat bu karşılaşmayı önemli kılan şey skor değildir.

Tribünde, seyirciler arasında padişahın hafiyeleri de vardır. İstibdat rejimi, Müslüman gençlerin bir kulüp çatısı altında toplanmasını yakından izlemektedir. Futbol, bu açıdan masum bir eğlence değildir; “cemiyetleşme”nin başka bir biçimi olarak görülür. Maçtan kısa süre sonra kulüp hakkında soruşturmalar başlatılır; oyuncular ve yöneticiler sorgulanır. Siyah Çoraplılar’ın faaliyetine son verilir.

Böylece bu hikâyenin “baskın” bölümü yazılmış olur: Bir topun çevresinde buluşan gençler, rejimin gözünde bir anda siyasî şüpheliye dönüşür. Kulüp kısa sürede dağılır, ama geride çok güçlü bir iz bırakır. Bu küçük hadise, Osmanlı’da futbolun neden daha doğarken siyasî bir mesele haline geldiğini gösterir. Sahada koşanlar yalnızca bedenlerini değil, rejimin çizdiği sınırları da zorlamaktadır.

Bir Devrime Doğru: İttihatçı Gençlik ve Sahanın Politikleşmesi

Siyah Çoraplılar tarihten çekilirken, imparatorluğun siyasal tansiyonu hızla yükseliyordu. Balkanlar kaynıyor, muhalif basın Avrupa’da güçleniyor, içeride hoşnutsuzluk derinleşiyordu. Bu ortamda İttihat ve Terakki Cemiyeti, imparatorluk gençliğini harekete geçiren bir siyasal çekim merkezi haline geldi.

Örgütlenme, büyük mitinglerden çok küçük hücreler, öğrenci çevreleri ve dernekler üzerinden ilerliyordu. Spor kulüpleri ve idman cemiyetleri, bu ağlar için doğal buluşma alanları sundu. Beden terbiyesi, yalnızca sağlıklı olmak değil; disiplinli, dayanıklı ve modern bir “yeni insan” yaratmanın aracı olarak görülüyordu. Selim Sırrı Tarcan gibi isimlerin jimnastik etrafında kurduğu düşünsel çerçeve, bu beden politikasının önemli bir parçasıydı.

Saha artık yalnızca oyun alanı değil, gençliğin kendini denediği, birbirini tanıdığı ve görünür olduğu bir kamusal mekândı. Papazın Çayırı’nda başlattığı cesaret denemesi, bu kez daha geniş bir siyasal ufukla birleşiyordu. Topun peşinden koşan gençler, kısa süre sonra fikirlerin peşinden koşmaya da başlayacaktı.

Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş: 1908 Eşiğinde Üç Yol

1905’te Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi öğrencileri Galatasaray futbol takımını kurduklarında, okul zaten imparatorluğun en seçkin eğitim kurumlarından biriydi. Modern, çok dilli bir ortamda yetişen bu gençler, futbola sadece spor gözüyle bakmıyordu. Kurucu kadronun dile getirdiği hedef, futbolun artık millî bir rekabet alanına dönüştüğünü açıkça gösteriyordu. Sarı-kırmızı renkler, modernleşmeci ama iddialı bir kimliği sahaya taşıdı; “Türk olmayan takımları yenmek” fikri, oyuna siyasî bir gölge düşürüyordu.

1907’de Kadıköy’de kurulan Fenerbahçe ise, Siyah Çoraplılar’ın yarım kalan hikâyesini yerel hafızayla birleştirdi. Papazın Çayırı’nın yasaklı geçmişi, 1908 Devrimi’nin eşiğinde daha kalıcı ve örgütlü bir kurumsal yapıya dönüştü. Kadıköy’ün semt kimliği, Fenerbahçe formasıyla birlikte sahaya indi.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün yolu ise biraz daha farklıydı. 1903’te futbol için değil, jimnastik ve atletizm için kurulmuştu. Disiplin, beden terbiyesi ve düzen kulübün temelini oluşturuyordu. Bu yönüyle Beşiktaş hem Abdülhamid döneminin askerî vurgusuna hem de Meşrutiyet sonrası “sağlam gençlik” idealine uyumlu bir çizgi izledi. Futbolu daha sonra bünyesine alarak, devletle uyumlu beden politikalarının sahadaki temsilcilerinden biri haline geldi.

1908: Sahanın Çevresine Çekilen Devrim Çizgisi

23 Temmuz 1908, yalnızca Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılması değildir. Aynı zamanda sahanın çevresine çekilen yeni bir çizgidir. Dernek kurmak görece kolaylaşır, spor cemiyetleri meşruiyet kazanır, ligler düzenli hale gelir.

Tribünler, çözülmekte olan bir imparatorluk kimliğinin yeniden kurulduğu kamusal alanlara dönüşür. Marşlar, bayraklar, tezahüratlar; yeni bir kolektif dili şekillendirir. Futbol artık istibdadın kuşkulu oyunu değil, Meşrutiyet’in görünür sahnesidir. Birkaç yıl önce hafiyelerin bastığı saha, artık kalabalık tribünlerin nefes aldığı bir mekâna dönüşmüştür.

Böylece hikâyenin üçüncü halkası tamamlanır: Bir top, bir baskın ve bir devrim.

Kara Çorapların Gölgesinde: Sahadan Siyasete Uzanan Hikâye

Bugün tribünlerde takımlarının atkılarını sallayan taraftarlar çoğu zaman bu tarihsel katmanları düşünmez. Renkler ayrıdır ama hikâye ortaktır. Siyah Çoraplılar, istibdadın gölgesinde sahaya çıkma cesaretidir. Galatasaray, okul bahçesinden taşan milliyetçi modernleşmedir. Fenerbahçe, Kadıköy’ün yerel hafızasını sahaya taşıyan enerjidir. Beşiktaş, beden terbiyesini ve kurumsal disiplini futbolla buluşturan çizgidir. Hepsini birbirine bağlayan, Papazın Çayırı’nda duvara doğru vurulan o ilk şuttur. Bir imparatorluğun son yüzyılında gençler, önce bir topun etrafında toplanmayı öğrendi. Sonra, o topun gösterdiği yöne birlikte yürümeyi.

Bir top, bir baskın ve bir devrimle başlayan o yürüyüş, hâlâ her hafta sonu tribünlerde, ekranlarda ve mahalle sahalarında devam ediyor.

Meraklısı için

Melih Şabanoğlu, “Siyah Çoraplılar,” Atlas Tarih, Şubat-Mart 2014. 

Gareth M. Winrow, “Who Was Ahmet Robenson?” Journal of Anglo-Turkish Relations, 1: 2 (2020): 1-12.

Demet Lüküslü & Şakir Dinçşahin, “Selim Sırrı Tarkan ve Beden Eğitimi,” Bilgi ve Bellek, 9: 1 (2011):44-64.

Twitter

LinkedIn

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

İçeriğin Devamı İçin Tıklayın

Popüler İçerikler

TMSF Programı Yayından Kaldırdı: Okan Buruk İddiasının Ardından Show TV, Sevilay Yılman'ın İşine Son Verdi!
Oytun Erbaş'ın "Hokkabaz" Çıkışına Köpüren İrem Derici Ağzına Geleni Saydı: "Kı*ımın Profesörü!"
20 Yaşında 1 Milyon Dolara “Hayır” Dedi: Genç Kadın Bu Teklifi Reddetme Sebebini Açıkladı