Ey yolcu, dur bir an, nefesini tut ve dinle! Bu çağın göğünde fırtınalar kopar, yüreklerimizde kasırgalar. Sokak lambalarının titrek ışığında, bir kedi bir lokma ekmek bulur, lakin yanından geçen bir “shadow”, çöpünü yere savurur. Ne vakit yitirdik biz o eski erdemi? Ne vakit, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hitabından, “Komşumun atı benimkinden hızlı koşamaz!” zehrine bulandık? Bu bir makale değil, ey dost; bir mersiye, bir sorgu, bir ayna. Felsefenin keskin kılıcıyla yarsın tenimizi, tasavvufun ateşi yaksın benliğimizi, insanlığın yumuşak dokunuşu sarsın yaralarımızı. Ve lakin, arada bir gülelim – zira kara mizah, bu karanlık sahnede meşalemizdir. Yoksa hepimiz birer soytarı oluruz, değil mi, ey Şekspir’in gölgesinde dolanan ruhlar?
Felsefi Bir Perde: Varoluşun Karanlık Oyunu
Düşün, ey seyirci! Nietzsche’nin “Tanrı öldü” çığlığı kulaklarımızda yankılanırken, biz “İnsanlık mı soldu?” diye haykırıyoruz. O, üstinsanı düşlerken, biz altinsanlığın bataklığına gömüldük. Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır” sözü, bu topraklarda bir tragedyaya dönüştü. Metrolarda, at arabalarında, bir omza değdiğinde gelen o nazar… Sanki değdiğin ten değil, bir ruhun kalesi. Ne vakit unuttuk, varoluşumuzun birbirine zincir olduğunu? Felsefe fısıldar: Toplum, aynadır; içindeki bireyler ne denli kırık, o denli paramparça. Kırıldık mı? Hayır, ey dost, toza döndük! Kara mizah burada sahneye çıkar: Bir filozof mezarından kalksa, trafiğimizi görse, “Bu kaos, benim felsefemin sahnesi!” diye kahkahayla gökyüzüne yükselirdi. Lakin biz? Borazan çalar, lanet okur, sonra evde “huzur” nutukları atarız. Ah, ikiyüzlülüğün maskesi! Bu, bir trajikomedi değil midir?
Tasavvufun perdesini aralayalım: Mevlana’nın “Gel, ne olursan ol, yine gel” çağırısı, ne vakit “Uzak dur, senin gibiler bu sahnede fazla!” ya çevrildi? Yunus’un “Bir ben vardır bende, benden içeri” mısrası, ego’nun kalesine dönüştü. Tasavvuf bize birliği öğretir; her nefeste Hakk’ı görmek. Ama biz? Komşunun gözyaşını görmez, zira kendi kederimiz gözlerimizi kör eder. Düşün, bir derviş sema dönerken, etrafında bin akıllı aygıt parlar – herkes resim çeker, lakin kimse dönmez. Kara mizah: Sema biter, derviş yığılır, kalabalık “beğeni” basar. Ne vakit, ruhun dansını bir seyirlik oyuna çevirdik? Tasavvuf fısıldar: Kötülük, nefs-i emarenin zaferidir. Toplum olarak, nefsimizi terbiye etmek yerine, bir ziyafet sunduk ona – fast food misali: Çabuk, ucuz, zehirli.