Biz şartlanması; ilk çağlarda toplu halde yaşamak zorunluluğundan ortaya çıktı. Başta bu şartlanma “avladığımız ve biz” ya da “bizi avlayan ve biz” şeklindeydi. Yani esas olarak hayvanlara karşı sağ kalma gerekliliğinden dolayı idi. Sürü içerisindeki birey eğer güçlü bir aidiyet hissetmezse sürü zayıflar. Güçlü bir “biz - iyi / onlar - kötü” şartlanması olmadan topluluk uzun süre var olamaz. Bizim sistem içinde gezegenler için güneş ne ise “biz şartlanması” da topluluk için odur.
İnsanlık tarihine bakınca her sayfada şu görülür:
Şeytan, topluluğun görünmeyen yüzü, topluluk da şeytanın görünen yüzüdür.
Başlangıçtaki topluluğun canlı kalmasını sağlayan “biz şartlanması” sonraki dönemlerde insanlığın kendi içinde devamlı bir “kutuplaşma ve karşıtlaşma” süreçlerinin bilinçaltındaki temelini oluşturdu. Topluluklar bulabildiği her konudan, ne kadar saçma olursa olsun, sürekli olarak “kutuplaştı-karşıtlaştı”. Hep kutbun kendisinin ne kadar haklı, şanlı, şerefli, kahraman, karşı tarafın ne kadar bunların tersi olduğuna dair çok uzun ve çok haklı sebep listesi her zaman olur.
Hala bile bunun farkında olan ve karşı çıkan herkes dışlanır, en ağır hakaretlere uğrar, dövülür, hapsedilir, öldürülür. Bugün masum çocuklar, bir yerlerde açlıktan, hastalıktan büyük acılarla ölürken askeri harcamalara inanılmaz paralar ve emekler harcanmasının sebebini soruyorsanız ve milyarlarca yıllık bir sürecin bilinçaltımıza çivi gibi çaktığı biz şartlanmasını göz önüne almak zorundasınız. Geçmişin ve bugünün değerlendirmesini yaparken “biz şartlanmasını” göz önüne almazsanız bugün düşünen grupların en yaygını olan “kafası karışık ve yüzeysel” kitleye katılırsınız.
Bu tarih boyunca başka hiçbir şey yapmayıp, sadece yakıp yıkıp yok eden “kutuplaşma-karşıtlaşma” probleminin çözülebileceğinin zayıf ama umut verici işaretleri ancak hem ekonomik-enerjetik problemleri çözmüş hemde kültürel olarak gelişmiş ülkelerde görülebiliyor. Bu tip ülkelerin halklarına baktığınızda milliyetçi ve dini reflekslerin düşük, içtenlikle demokratik, gerçekten hoşgörülü hatta tamamen umursamaz hatta ve hatta egoizme varan aşırı bireyci reflekslerin yüksek olduğunu gözlemlersiniz.
Maymunumsu zamandan kalan paleo-psikolojik miraslar burada kalmıyor maalesef ve şükürler olsun.
Yaşamın özünün uyum olduğunu söylemiştim. Çünkü gördüğünüz tüm canlılar uyum sağlayabildikleri için “var”. Uyum sağlayamayan türler petrol oldular. Egzozlardan havaya karışıyorlar.
Uyumun da özünde “enerji oyunu” vardır. Enerjinin “alımı ve verimi”, “çoğalması ve azalması” her şeyin varlığını ve yokluğunu sağlar.
İnsan, hayvanlıktan kendisi olmaya geçiş sürecinin başlangıcında sadece doğanın ürettiği ile yaşıyordu. Bir yere gidiyor oradaki otun, meyvenin, hayvanın enerjisini alıyor, sonra başka yere gidip oradakileri tüketiyordu. Bu enerjetik olarak çok karlı bir sistematikti. Doğa üretsin, sen de faydalan. Yapmaları gereken biraz yürümek, ağaca tırmanmak, bir de organize olup avlanmaktı. Bu şekilde aldığı enerji harcadığının üstünde kalıyordu. Mevsimler enerji tüketimini düzenliyordu. Soğuk yerlerde fazla kalori yakılıyor, sıcak yerlerde daha az. Güneş geç battığı için daha uzun süre besin toplanabiliyordu. Hayvanların göç hareketleri ise proteinin yerini belirliyordu. Hem soğuk yerden giderken harcadığı enerjinin fazlasını sıcak havada kalarak koruyor, hemde enerjisini alabileceği besine daha az enerji harcayarak ulaşabileceği noktada bulunuyordu. Çünkü gittiği yerde ağaçlar meyveyi vermiş, otlar büyümüş oluyordu. Otoburlar otları, etoburlar otoburları bizimkilerde hepsini takip ediyorlardı.
Doğanın kendi içindeki düzeni her zamanki gibi gayet mantıklıydı. Otoburlar varlıklarını etoburlara borçluydu çünkü onlar olmasa nüfusları aşırı artar, ortada beslenebilecekleri hiçbir şey kalmaz, hazin şekilde yok olurlardı. Otoburların üremesi hiçbir zaman aşırı olmuyordu. Kapitalist ekonomi gibi vahşi bir dengeleme sistemi ile taşlar yerine oturuveriyordu. Herhangi bir dengesizlik durumunda toplu ölüm, şaşmaz bir terazi ile devreye giriyor düzenleme yapıyordu.
İnsanlığın bu denge sistemini bozup virüs gibi yayılmasını sağlayan bir gelişme oldu; Yerleşik hayata geçip yiyecek üretmeye başladılar. Artık nüfusları dur durak bilmeden sürekli artmaya başlamıştı.
İlk tohumu toprağa attığı andan itibaren dönüşü olmayan yola girmiş oldu. Bu noktadan itibaren artık kendisi doğayı değiştirmiyordu sadece, ürettiği de kendisini dönüştürmeye başlamıştı. Üretim koşullarından dolayı kendi biyolojik ve psikolojik yapısına uygun olmayan bir yaşam tarzına girmek zorunda kaldı.
Artık insanlar değiştirirken değiştiriliyordu…
Bu kendi doğasına uygunsuz yaşayıp ölme durumu 10.000 yıldır artarak devam ediyor. Bu çelişkili durumun yarattığı fiziksel, psikolojik, sosyolojik, siyasi ve felsefi problemlerin (geriye de pek bir şey kalmadı zaten) 10.000 yıl öncesinden bugüne göre tek farkı, durumun daha kötü olması.
Elinizdeki ya da ekranınızdaki bu yazı kopmuş kola yara bandı olmak amacında.
Okuyucu bana katkıda bulunmak isterse benim görüşlerimi, kendine fayda sağlamak isterse kendi görüşlerini çürütmeli. Çünkü insan sadece kendi görüşlerini yanlışlayarak gerçeğe yaklaşır.
Seçkin KÖKNAR
Olmayan bi çok şeyi bireyler yaratmıştır ve yaratmaya devam edecektir toplumla bağlantısı ne… Olmayan bi hayvanı yaratabilir resmedebilirsin kafanda mucizeyle bağlantısı ne neyse onu sonra öğreniriz….