Bir Mektubun Sıcaklığı, Heyecanı ve Mutluluğunu Özleyenler İçin...

Yazıya başlarken beyaz sayfayla ve ardından klavyeyle bir süre bakışırız. Üç beş cümleye girme denemesi yapar, yazdığım ilk kelimeyi cümlenin anlamsızlaşacağını düşünerek silerim. Bir süre kelimelerle kavga ederim. Kelimeler tek başlarına bir şey ifade etmezler, ne zaman ki onları bir araya getirmeye başlarım, işte o zaman parmaklarımın arasından hepsi akmaya başlar. Yazmak böyle bir şeydir. Sınırsız olmalı, saçmalayacağını düşünmeden yazmalıdır insan. Yazmak bazen de doyasıya saçmalayabilmektir çünkü. 

En çok yastığa kafamı koyduğumda yazmaya başlarım. Hepsi kafamın içindedir; “bak bundan iyi bir yazı konusu olur” derim uyumadan önce ama sabaha hepsi sıfırlanır. Dün gece yine uykuya dalmadan önce kafamın içinde yazmaya başladım, biliyorum ki sabaha hepsi uçup gidecek. Sabah oldu, kahvemi hazırladım ve aklımda hâlâ dün gece kafamda yazdığım yazı.

“Özlemişsin yazmayı” dedim kendi kendime çünkü tam olarak yazmak istediğim şeyleri yazmaya başladım. Uzun zaman olmuş içimi dökmeyeli, kelimelerle dans etmeyeli… Birilerine yazdığım birkaç uzun cümleli WhatsApp mesajları ya da Instagram’a koyduğum fotoğraf altı yazıları hariç oturup ne zaman yazmışım, içimi ne zaman dökmüşüm kana kana, hatta oturup yazmayla ilgili ne zaman düşünmüşüm hatırlamıyorum. 

Gazetede yazdığım dönemde haftada dört gün yaptığım ilk iş bilgisayarı açıp yazmak olurdu. Benim işim yazmaktı ve görev bilinciyle yazardım. Sonra gazete dönemi bitti, konu gözetmeksizin istediğimi yazabileceğim mecralarda yazmaya başladım. Çok iyi gelmişti çünkü artık sadece anne & çocuk konusu yazmıyordum, kısıtlanmıyordum. Yazdım… Hikâyeler yazdım, metinler yazdım, mektuplar yazdım…

Mektuplar…

En son kime mektup yazdınız? Noel Baba’ya yazılanları ya da yeni yıla bildirilen dilekleri ya da kendinize yazdıklarınızı kastetmiyorum. Karşılıklı mektuplaşmaktan bahsediyorum.

Hatırlar mısınız mektup yazmak ne iyi gelirdi hepimize? Cevabını beklemekse ayrı bir heyecandı. Unutmuştum, hatırladım. Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar gibi değildi belki bizim mektuplarımız ama yine de hazzı aynıydı şüphesiz. İç döküşleri, özenli oluşu ve cevabı için sabırsızlığı aynıdır her mektubun. 

Dijital dönemden önce hemen hepimizin bir mektup arkadaşı vardı. Ben yıllarca mektuplaştım. Tatilde arkadaş olduğum yabancı turistlerle mektuplaştım, 23 Nisan’da Türkiye’ye gelen öğrenci bir kızla mektuplaştım, uzak şehirlerde yaşayan arkadaşlarımla mektuplaştım… Tüm mektuplarımı hala saklarım. Her ev taşıyışımda, ilk önce o kutuyu korumaya alırım. 44 yıllık hayatımın bebeklikten başlayarak toparlanmış en güzel hatırları vardır o kutuda. En kıymetlileri de mektuplarımdır.

12- 13 yaşlarımda Bodrum tatilinde arkadaş olduğum Gülçin’le yıllarca mektuplaştık. O Bursa’da yaşıyordu, ben İzmir’de. Yıllar içinde bir kere babamın iş için gittiği Bursa’ya ben de mektup arkadaşımı görmeye gitmiştim babamla birlikte. Sımsıkı sarılmıştık birbirimizi gördüğümüzde Bursa sokaklarında. Kendi mektuplarında bahsettiği en yakın kız arkadaşı Nalan da katıldı bize. O iki gün boyunca sabaha kadar ne bulduysak konuşacak, bir ömürlük konuşmuştuk. Mektup arkadaşıma bir yenisi daha eklenmişti, Nalan. Artık iki ayrı mektup yazıyor, iki ayrı mektup bekliyordum.

O kadar heyecanlıydı ki, ayrı zamanlarda, iki ayrı mektup geliyordu eve. Renkli zarflar içinde, renkli ve kokulu sayfalarda yazan özlem dolu cümleleri okumak nasıl keyifliydi. O sayfalar hep resimlerle süslenir, sağına soluna kalpler konur, zarfın içine de çiçekler bırakılırdı. Yıllar sonra İstanbul Üniversitesi’ni kazandığımda mektup arkadaşlarımla da sevincimi paylaştım. Gülçin de İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştı. Birlikte ev tuttuk, öğrenci evimizde ilk yemeklerimizi pişirdik, ilk tekilamızı içtik, ilk sarhoşluğumuzu yaşadık, ilk ev arkadaşı kavgamızı yaptık, vizelerde kahve komasına birlikte girdik, evi yaktık, bulaşıkları küflendirdik, günlerce suyumuz kesik yaşadık, çamaşırhanelerde çamaşırlarımızı yıkadık, misafir ağırladık, o halimizle bir de köpek sahibi olduk. Gençliğin ve ilk özgürleşmenin her anını birlikte paylaştık. Aradan yıllar geçti, evlendik, çocuk sahibi olduk ve birbirimizi aramayı bırakmasak da birbirimize mektup yazmayı bıraktık. Cep telefonu hadisesi bizden mektubun naifliğini ve heyecanını aldı. Apartmanımızdaki posta kutusunu artık sadece fatura gelmiş mi diye kontrol ediyoruz. Bilgisayarımızdaki posta kutusunu da istenmeyen postaları silmek ya da gelen iş yazışmalarına cevap vermek için açıyoruz. 

Dün gece uykuya dalmadan önce kafamdan geçenler bunlardı. Yazmayı çok seviyorum, çoğu zaman terapi gibi geliyor. Mektup yazmayı ise daha çok seviyorum. Şimdi oturup en kadim mektup arkadaşlarım, canım Gülçin’ime ve Nalan’ıma birer mektup yazacağım. Belki bulursam şöyle simli, güzel bir yeni yıl kart postalı da ekleyeceğim içine.

Galiba yeni yılda benimle olmasını istediğim duygu bu; bir mektubun sıcaklığı, içtenliği, heyecanı ve mutluluğu. Hadi siz de mektup yazsanıza bir sevdiğinize. Şöyle en güzel el yazınızla, en özenli cümlelerinizle, en içten duygularınızla ve belki söyleyemediklerinizi dökerek kelimelere, paylaşsanıza sevginizi sevdiğinizle. 

Hepimiz için güzel bir yıl olsun…

Twitter

Instagram

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!