Otoriteye Boyun Eğdiren Milgram Deneyi İçinizdeki Cani ile Yüzleşmenize Sebep Olacak!

Tanıdığınız bütün insanların bir gün gelip  acımasız birer işkenceciye dönüşeceğini söylesek ne düşünürdünüz? Dehşet verici değil mi? Ama ne yazık ki aynı zamanda bir 'gerçek!'  Nasıl mı? Adı Milgram olan bir deney aracılığıyla içinizdeki işkenceciyle tanışmaya hazır olun...

1961 yılında Yale Üniversitesi’nin eski kampüsündeki tarihi yapılardan biri sıra dışı olaylara sahne oldu...

Stanley Milgram, Harvard Üniversitesi’nde sosyal psikoloji alanındaki doktorasını kısa sürede tamamladıktan sonra doktora tezini de psikoloji profesörü Solomon Asch’ın 'uyum deneyi' üzerine hazırladı.

Asch’ın deneyinde, bir grup deney işbirlikçisi ile bir denek yer alıyor. Denek, içinde yer aldığı grubun tamamının kendisi gibi denek olduğunu sanıyor ama aslında sadece kendisi denek. Doğru sonucun gayet net olduğu basit bir soru denek kasten sona bırakılarak önce tüm işbirlikçilere soruluyor. Bütün işbirlikçiler yanlış cevap verdikten sonra, en son denek de gruba uyum sağlayarak yanlış cevabı veriyor.

Asch, insanların önemli bir kısmının, kendi başınayken doğru olduğuna inandığı şeyi, yanlışta ısrar eden bir grubun içinde açıktan söyleyemediğini belirliyor.

Adolf Eichmann'ın yargılandığı dava, Milgram'ı harekete geçirdi.

Milgram, Asch’ın deneyindeki bireysel bulguların, toplumsal düzeyde ve hatta ulusal boyutta bir karşılığı olup olmayacağını merak ediyordu. Zihninde kıvılcımı yakan, 11 Nisan 1961 günü başlayan bir mahkeme oldu. Arjantin’de yakalanan Nazi subayı Adolf Eichmann, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi toplama kamplarındaki işkencelerinden dolayı Kudüs’te yargılanıyordu.

Zulmetmek, psikopatlara veya fanatik sadistlere özgü değildi. Emirleri sorgusuz sualsiz yerine getiren sıradan bir insan da zalimleşebilirdi.

New Yorker dergisi adına Kudüs’e gelen Yahudi kökenli politik teorisyen Hannah Arendt, kötülüğün sadece zalim ruhlu insanlar tarafından yapılan bir fiil olmadığını, şartları sağlandığında ve yeterli motivasyonla sıradan insanların da korkunç zulümleri soğukkanlılıkla yapabilecek potansiyele sahip olduğunu savunuyordu. 

Nitekim, Eichmann’ı kaldığı hücrede ziyaret edip günlerce gözlemleyen altı psikolog da, Nazi subayının her hangi bir akıl veya ruh sağlığı problemi bulunmadığını tespitin yanı sıra arkadaşlarına ve ailesine düşkün son derece normal ve sosyal bir kişiliğe sahip olduğunu belirledi.

Kariyer ve terfi beklentisi insanı zalime dönüştürüyor.

Kötülüğün sıradanlığından söz eden yazar Hannah Arentd, Eichmann’ın zulüm emirlerini rahatsızlık duymadan yerine getirmesindeki motivasyonlarından birinin de kariyerinde yükselmek olduğuna dikkat çekti.

Eichmann’ı yönlendiren asıl konu Nazi ideolojisi değil, profesyonel kariyer endişesi ve terfi beklentileri, amirlerinin gözüne girme isteğiydi. Eichmann, sadece emirleri yerine getirdiğini ve böylece sadece emirlere değil kanunlara da uyduğunu dile getirerek, yaptığı zulümlerden sorumlu tutulamayacağını ve tek başına bir şeyi değiştirebilecek güçte olmadığını da dile getirdi.

Bireysel olarak zararsız ve normal bir hayat yaşadıkları halde, topluluk olarak ahlaksız ve zalimce bir yıkıcılığın parçası olabilen insanlar için kullanılan 'Little Eichmanns (Küçük Eichmann’lar)' tabiri de sosyal psikoloji literatürüne Eichmann’a atıfla girdi.

Peki nedir bu Milgram Deneyi?

Hannah Arendt’ın oldukça tepki gören tespitlerinden etkilenenlerden biri de 28 yaşındaki Stanley Milgram’dı. İşte bu genç psikolog,1961 yılında şu temel soruya cevap arıyordu: Sıradan hayat yaşayan zararsız bir insan, kendisi gibi bir insana zulmetmekte, acı çektirmekte ne kadar ileri gidebilir?

Bu sorunun cevabını bulmak için bir elektro şok makinesi geliştirdi. Yale Üniversitesi’nin bulunduğu şehrindeki yerel gazetelere, bir öğrenme yöntemi deneyi için gönüllü yetişkinler aradıkları ilanını verdi. Başvuranlar arasından normal bir hayat yaşayan yetişkinleri denek olarak seçti.

Aslında her şey kurmaca, sadece denek farkında değil.

Bir adet önlükle deney yöneticisi rolünü oynayan işbirlikçi, kura çektirerek kimin öğrenci, kimin denek olacağını belirliyor. Tabii ki kurada da hile var ve deneğe öğretmen rolü çıkıyor.

Denek bir paravanın arkasına oturtulan öğrenciye elektro şok kablolarının bağlanmasına bizzat şahit oluyor ve şokun fiziki etkisini hissetmesi için de deney başlamadan denek seçilen kişiye 40 voltluk hafif bir şok uygulanıyor. Öğrenci rolü oynayacak işbirlikçi sandalyesine bağlandıktan sonra denek paravanın öbür tarafındaki elektro şok makinesinin başına oturtuluyor.

Elektrik şoku veren makinede 15’den 450’ye kadar çeşitli voltaj seviyelerine ait düğmeler vardı. Bu düğmeler hafif şiddetli (75-120 volt), şiddetli (135 – 180 volt arası) gibi etiketlerle gruplandırılmıştı. 375 volt ile 420 volt arası tehlikeli diye, en yüksek şok seviyesi olan 435 – 450 volt arası XXX şeklinde etiketlendiriliyor.

Çoğu denek, sonuçlardan sorumlu tutulmayacakları garantisi verilince, öğrenciye şok vermeye ve artırmaya devam ediyor.

Denekten, diğer tarafta elektro şok makinesine bağlanan öğrenciye elindeki kağıttan sorular sorması isteniyor. Yanlış cevapta öğrenciye elektrik şok vermesi ve her yeni yanlış cevapta da bu şokun voltajını 15 volt artırması isteniyor. Gerçekte öğrenciye her hangi bir şok verilmiyor.

Deneğin her voltaj artırımında öğrenciden duyduğu acı çığlıkları ise önceden kaydedilmiş bir teypten çalınıyor. Voltaj derecesi yükseldikçe, öğrencinin çığlık derecesi de yükseliyor, belli bir voltajdan sonra paravanı yumruklamaya başlıyor ve kalbinin sıkıştığını haykırıyordu. Belli bir süre sonra öğrencinin sesi ve tepkisi tamamen kesiliyor. Bu aşamada birçok denek, deneyi durdurup, öğrencinin iyi olup olmadığını kontrol etmeleri gerektiğini söylüyordu. 135 volttan sonra, bazı denekler, deneyin amacını sorgulamaya başlıyor.

Denek, deneye son vermeleri gerektiğini söylediği her anda, yöneticinin 4 aşamalı sözlü uyarısına maruz kalıyordu.

Deney yöneticisi rolünü oynayan kişi, şok vermekte tereddüt eden deneğe ilk olarak, 'Lütfen devam et!' diye sesleniyordu. Ardından, 'Deney, devam etmeniz gerekiyor.' yine tereddüt gösterirse, 'Devam etmeniz çok önemli!' deniyordu. Son olarak, 'Başka seçeneğiniz yok, devam etmeniz lazım.' uyarısı yapılıyordu. Bu son uyarıdan sonra da denek, deneye devam etmeme iradesi gösterirse, deney sonlandırılıyor. Aksi halde deney, öğrenciye verilen şokun voltajı 450 volt olana kadar devam ediyor.

İlk deney grubunda bulunan 40 denekten 26’sı, acı içinde bağıran öğrenciye kulaklarıyla duydukları halde, otoriteye itaat ederek 450 voltaj uygulamaya kadar çıktı. Daha da vahimi, deneklerin tek biri bile, 300 volt seviyesinden önce deneyi bırakmadı.

Milgram'a Göre Sonuçlar Ne Anlatıyor?

Milgram, 'İtaatin Riskleri' başlıklı makalesinde, deneklerin kötülük yaptıklarını düşünmediklerine dikkat çekiyor. Bir zulmün parçası olan sıradan insan, sadece görevini yaptığını düşünüyor. Böylece, içinde herhangi bir nefret ve düşmanlık hissetmeden de muazzam bir yıkıcılığın parçası haline gelebiliyor. 

Ahlakın temel ilkeleri ile çatışan bir hareket yapmaları istendiğinde, çok az insan bu emre direnebiliyor. Bir hiyerarşinin ve otoritenin emrini yerine getirdiğini düşünen kişi, oluşan zalimlikten kendisini sorumlu görmüyor. Milgram’a göre bu itaatin zararlı sonuçlarının oluşmaya başladığı nokta, kritik eşik. Bu eşiği geçen kişi her kötülüğü yapmaya hazır hale geliyor.

Deneğin, öğretmen rolünü kurayla kazandığını düşünmesi oldukça çarpıcı bir detay!

Yani, denek aslında elektrik şoku verilecek öğrenci de olabilirdi. Bu durumda, yan odada elektrik şokuyla acı çeken kişinin kendisi de olabileceğini bildiği halde, hiçbir empati hissi yaşamadan otoriteye itaate devam ediyor oluşu.

Bir başka varyasyonda ise deney yöneticisi rolünü oynayan kişi, deneğin yanı başında oturmak yerine telefonla yönetiyor. Odada otorite figürü olmayınca, deneklerin sadece yüzde 21’i, 450 volta kadar çıkıyor. Milgram, odada otorite olmayınca, bazı deneklerin voltajı her yanlış soruda 15 volt artırmak yerine daha düşük voltajda şok verdiklerini gözlemledi.

Cinsiyetin de çok fark oluşturmadığı tespit edildi.

Kadın denekler de erkek deneklerle neredeyse aynı oranda otorite emirlerine itaat sergiledi. Tek fark, kadınların kendi iç dünyalarında çatışma yaşadığı daha belirgin gözlemlenebiliyordu.

İlginç bir başka varyasyonda ise deneğin yanı başında, bir yerine en az 2 otorite figürü yer aldı. Bu iki otorite figürü, voltaj yükseldikçe, kendi aralarında deneğin de duyabileceği yükseklikte, devam edip etmemeyi tartıştı. Bu varyasyonda, tek bir denek bile devam etmedi. Öğrenci ile denek arasındaki mesafe de sonucu etkileyen bir başka faktördü. Şok verdikleri öğrenciyi gözleriyle gören deneklerin yüzde 40’ı itaate devam etti. Kurbanı görmek, empatinin gücünü artırıyordu.

Philip Zimbardo, "Herkes bir işkenceci olabilir."

Stanford Üniversitesi psikologlarından Philip Zimbardo, Milgram deneyindeki bir başka ayrıntıya dikkatimizi çekiyor:

'Normal insanların çoğunluğu neden böylesi bir kötülüğü yapabiliyor?' sorusu değil, 'Açıkça acı çeken birine acı vermeyi reddeden itaatsiz azınlık ne yaptı?' sorusudur. Deneye devam etmeyi reddedince, bu zulmü durdurmak için müdahalede bulundular mı? Acı çeken mağdurun yardımına koştular mı? Hayır! İtaatsizlikleri bile ‘onaylanma’ endişesi çerçevesindeydi. Koltuklarından kalkmadılar bile. Oturmaları istenen sandalyede kibarca oturup, otoritenin onlara çıkmalarını söylemesini beklediler.

"İnsanların çoğunun muhakeme yeteneğinin olmaması, muktedirler için ne büyük bir nimettir."’ diyen Hitler bu gerçeğin farkındaydı belki de…

Milgram 'Otoriteye İtaat' kitabında şöyle yazdı:

'Milyonlarca siyahinin ülkeye getirilip köle yapılması, Amerikan yerli nüfusunun imhası, Japon kökenli Amerikalıların toplama kamplarına tıkılması, Vietnamlı sivillere napalm kullanılması, demokratik bir toplumun otoritesince, toplumun itaati sağlanarak gerçekleştirildi.'

Popüler İçerikler

Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
YORUMLAR
07.02.2020

En tehlikeli canlının insan olduğunu boşuna düşünmüyormuşum demek ki...

07.02.2020

Her insanın kendisinden bile sakladığı/saklamaya çalıştığı karanlık bir tarafı var ne yazık ki. Buna sebep olarak hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, tükenmişlikler, hayattan zevk alamama duygusu, suistimal edilen iyi niyet (çeşitlendirilebilir) kişinin karanlık tarafını ortaya çıkarmasında etkili oluyor zamanla. Bunu engellemenin en güzel yolu bizleri mutsuz eden insanları hayatımızdan çıkarmak olur sanırım. Saygılar.

07.02.2020

her insanın içinde bir cani vardır. ben yapamam diyen insanın bile içinde vardır. kimse açlıkla, sefaletle veya başka kötü birşey ile sınanmadıkça içini bilemez. pi'nin yaşamı bu anlamda güzel bir örnek.

Pasif Kullanıcı
07.02.2020

Caninin ne olduğunu bilmiyorsun. Açlık yüzünden vahşileşen insana cani denmiyor.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ