Bir İnsan Hayata Köklenemediğinde Neler Olur?

Şu anda problem zannedilen birçok konunun, rahatsızlığın, sorunun, birçok kişinin hayattan tat alamamasının en önemli sebeplerinden biri köklenmeyi “Ya nedir ki bu köklenmek denilen şey?” diye hafife alınmasıdır.

Bir insan köklenemediğinde hayata bağımlılıklarla köklenmek durumunda kalır. Dünyada yaşamayı seçiyorsunuz, istiyorsunuz, buna dair bir talebiniz var ve bu tekâmül programına, bu dünya okulu dersine katılıyorsunuz fakat buradaki hâlleri, durumları anlayamadığınızda, buraya yeteri kadar adapte olamadığınızda bu adaptasyon için bir şeylere ihtiyaç duyuyorsunuz. O da hayat aynasına burayı kabul edebilmek için çeşitli bağımlılıklar olarak yansıyor.

Şöyle düşünelim; öncelikle biz dünyaya annemizin göbek kordonuyla kökleniyorduk.

Köklenme alanımız göbek kordonumuzdan annemizin karnıydı ve bir süre sonra oradan bağımızı kestiler. “Yeter, buraya kadar, annenden bu kadar.” dediler. Oradan köklenme kesilince bu sefer de dediniz ki : “Mademki alıştığım kök burası, o zaman beni anne beslesin.” Bu sefer de annenin memesiyle köklenmeye başladınız; emerek, tat alarak dünya ve hayatla bağ kurmaya başladınız ve takibinde “Bu da buraya kadar, daha fazla buradan da köklenemezsin, burayla bağ kurman da bu kadarcık.” dediler. Bu sefer anne tarafından kaşıkla, annenin elinden ya da annelik eden kişi tarafından dünyanın çeşitli nimetleriyle beslenmeye başladınız. Bir gün dediler ki “Annen de artık seni beslemeyecek, sen kendin yiyeceksin, kendin besleneceksin”. İşte o noktadan, o aşamadan itibaren her biriniz belki de biraz yardımla, biraz destekle bu hayat içinde kendi kendinizi beslemeye, büyütmeye, doyurmaya başladınız. Ama bir taraftan da belki başkalarının sizi beslemesi, bir annenin sizi beslemesiyle ilgili oradaki kayıtlarınız devam etti. Ve bir kısmınızın hâlâ bu bilgisi, oradaki alışkanlığı devam ediyor da olabilir.

Dünyaya o andan itibaren ne kadar köklenmeyi, topaklanmayı seçtiyseniz, bu topraklanma ile ilgili çeşitli adımlar attıysanız, bu dünya hayatının size verdiği güzelliklerin mahsullerini kendiniz toplamaya başladıysanız, köklenmeye başladınız demektir. Ve böylece aslında dünyadan tat da almaya başlarsınız.

Fakat diyelim ki bazılarınız köklenemedi, topraklanamadı. Peki bu kimseler nasıl bir köklenme ve topraklanma seçti? Bağımlılıklarla... Kimisi sigara alışkanlığıyla köklendi, kimisi alkolle, kimisi çeşitli madde bağımlılıklarıyla –ki bu madde bağımlılığının çok geniş tutabiliriz- kimisi parayla -yani para bağımlılığıyla, parasız hiçbir şey olmaz sanarak- kimisi geçmişe köklendi ve geçmiş bağımlılıklarıyla, geçmişle bağ kurdu.

Bunların her bir tanesi bir köklenme yolu ve sistemiydi. Kimisi gitti ailesiyle bağ kurdu ve bağımlı bağlar oluşturdu. Annesiyle, babasıyla, kardeşleriyle o kadar bağımlı bağ kurdu ki bu bağlardan ilerleyemez oldu. Çünkü aynı zamanda her türlü bağımlılık ilerleyebilmemiz konusunda önünüzde bir engel teşkil eder. Evet, o alan için bir fayda, bir koruyucu alan oluyor. “Güvendesin, buradasın, bak senin bağların var.” telkini yapıyor; öte yandan ise bağımlı bağlar sağlıksız bağlardır.

Peki biz şimdi bağ kurmayacak mıyız?

Elbette kuracağız ve sağlıklı bağlar kurabilmemiz de çok önemli. Yani ailemizle gerçekten sınırları bilerek, haddi bilerek, doğru alışverişler ve doğru sevgi bağları oluşturmak çok kıymetli. İşte bunlar bizim köklenmelerimiz. Arkadaşlarımızla güzel bağlar kuracağız. İşimizle, iş yerindeki dostlarımızla da... Ama bunlar ‘bağ’. Peki bunlar ne zaman bağımlılığa dönüşüyor? Biz sevgi bağlarını, hayatla gerçekten kurulması gereken doğru bağları, irtibatları, bağlantıları yapamadığımızda, kuramadığımızda ise, ne oluyor? Kişiler muhtaç hâle gelerek, çeşitli muhtaçlıklarla bağ kurmak durumunda kalıyor. Özellikle ekonomik yokluklar, gıda yoklukları, diyelim ki çeşitli alanlarda çekilen sıkıntılar, aşırı tutkulu gibi görünen aşklar ya da ilişkiler...

Bunların her bir tanesinde, doğru bağ kuramamak vardır. Yoksa hiç kimse gidip de aşkından kimseyi öldürmez. Oysa gerçek bir sevgi bağı kurulmadığında, aşk zannedilen hâl ve durumla, bağımlı bir bağ kurulduğunda, bu bağ kıskançlık yaratır, kişinin sevdiğini zannettiği kimseye zarar vereceği bir hâl ve durum yaratır.

Köklenmek, doğru köklenmeyi hatırlamak ne kadar önemli ve ne kadar kıymetli. Şöyle bir şey var ki toplumdaki belki de olumsuz birçok davranışın, birçok ilişkideki sorunların temelinde doğru köklenememek var. 

Onun için eğer sık sık taşınıyorsanız, göçebe gibi yaşıyorsanız, sık sık iş, ilişki değiştiriyorsanız, herhangi bir yerde fazla kalamıyor, bulunduğunuz hâl ve durumdan çok çabuk sıkılıyorsanız, o ortam ve durumları hemen terk edip başka hâllere, durumlara geçme isteği doğuyor, dünya yeteri kadar lezzet ve güzellik vermiyorsa, herhangi bir durum ve hâlden şikayetler hâlindeyseniz bunlar köklenemediğiniz içindir.

Köklenmenin önemli bir bilgisi, önemli tüyoları vardır. Dünyaya köklenemeyen, onunla bağ kuramayan kimse dünyanın tadını alamıyor.  Ve böylece köklenebilmek için geçmişe ihtiyaç duyan, geçmişle köklenenlerse alınan hediyeleri çeşitli şekillerde bırakamama örneğindeki gibi kendilerini sürekli olarak geçmişteki anıları taşımak zorunda hissediyorlar. Geçmiş ailesine karşı normalin ötesinde, aşırı sorumluluk alma ihtiyacı duyuyorlar; kendi bedenlerinin, hayatlarının sorumluluğunu almak yerine bedenlerine eziyet ediyor, onu hasta ediyorlar.

Bunun yanı sıra asıl amaç, bedeni iyileştirmeye çalışıyormuş gibi çeşitli yerlerde moda rahatsızlıklara karşı önlemler almak, “Ah bunda bu varmış, şu şöyleymiş, hadi şu pazardan beslenelim.” gibi tavra girmek de değil.

Bunların her bir tanesinin içinde siz gerçekten tat alıyor musunuz? Asıl mesele bu.

Köklenmenin bir sürü yol ve yöntemleri vardır. Kimisi hayattan tat ve lezzet alarak, güzelliklerle, çok güzel tatlarla buluşarak köklenebilirken, köklenemeyenler de -hissetmedikleri için- hissedebilmek üzere çeşitli unsurları, enstrümanları hayatlarına davet ederler ki bunlardan bir tanesinin adı acıdır. Acıtılarak, acı ile kendini burada hissederek köklenir.

Yani kendinizi burada hissetmek için çağırdığınız çeşitli etkenler aslında sizi buraya köklerler, o etkenlerle kendinizi burada hissedersiniz. Öyleyse kendinizi dünyada, burada hissedemiyorsanız köklenemiyorsunuz demektir.

Bazen “Ben bu ülkeye, ben bu dünyaya, ben bu aileye ait değilim, yani bir köküm yok.” denebilir. Hayır, öncelikle buraya ait bir tarafımız var. Ama tabi ki ruh ve madde gibi iki tane ayrı unsurun, birbirine tamamen zıt iki unsurun birleşiminden meydana geldiğimiz için bir taraftan burada, dünyada, dünya tarafında maddeye, dünyaya kökleneceğiz; bu, ağacımızın aşağıya doğru olan kökleri ve dalları olacak. Öte yandan ruhsal bir varlık olarak göğe köklenip oradan toplayacağımız meyvelerin kökünden besleneceğiz ki onların da kendilerinden alıp hayata ve dünyaya, maneviyata ulaştıracağımız şeyler de tabi ki başka olacak.

Aslında her şey tam da orada, odaklanarak baktığınızda çok kolay gelecek. Zorluk zihinde, ezberlerimizdedir. Ve bugüne dek köklenemediğiniz, köklenmekte zorlandığınız için bazen inanç kalıplarıyla köklenmeyi seçtiniz. Bu sebeple birçok töresel, aşırı inançsal sistemlerin temelinde ‘yeteri kadar bağ kuramamak’ vardır. Oysa bağlarına güvenenler için daha da özgürlük bulunur. Yani özgürleşebilmek için doğru köklenmek ve köklerinizle bağ kurmak, hayattan, dünyadan beslenmek ve hem beslendiklerinizi uygulayabilmek hem de onları ruhunuza ve maneviyatınıza, özünüze gönderebilmek kıymetlidir. Bundan sonra bu sefer de rüya alanlarınız devreye girer, ifadeleriniz devreye girer, halleşmeleriniz ve hâletleriniz devreye girer.

Öyleyse an be an hayatın içinde bulunabiliyorsanız, burada sunulan tatları alabiliyor ve hakkını verebiliyorsanız, aldığınız tatlar içerisinde gerçekten bir şükür halinde iseniz bu dünyaya kökleniyorsunuz demektir. Eğer şikâyet halindeyseniz ve bu şikayetlerinizden dolayı da sürekli dedikodulara, başkalarını yargılamaya yöneliyorsanız bu sefer de köklenemediğiniz için bunu yapıyorsunuz demektir.

Sistem için de okumanız gerekiyor, hayatı okumanız... Hayatı okuyunca hayatın güzelliklerini görüp bilebiliyorsunuz. Ama hayatın matematiğini bilemediğinizde, anlayamadığınızda da itiraz ediyorsunuz. Oysaki her olan müthiş bir matematikle oluyor ve bu matematiğin içinde biz sadece orada olup seyretmeye davetliyiz.

Seyirde olmak dengede olmayı gerektirir.

Ama bazen kişiler dengesinden çıkar, merkezinden saparak bir yönde aşırıya giderler. Herhangi bir yerde aşırıya gitmenin sebebi köklenememektir. Bağımlı ilişkilere muhtaç olanlar; hayatla gerçek sevgi bağları kuramadıkları için böyle yaparlar. Ya da bedenlerine iyi bakmayanlar; bedenle, hayatla kendilerini tam olarak burada hissedemedikleri için köklenemiyor, bu yüzden kendilerine zarar veriyorlar.

Aslında her birimizin yapacağı şey çok kolay: Sakince ve burada olarak bakmak.

Bazen, hayat çok karışık gelebiliyor, diyebilirsiniz, aslında okuyamadığınız için öyle geliyor.

Sakin bir köşeye gidin ve hayatınıza bir bakın, hanginizin bugüne kadar herhangi bir talebi kabul olmadı, bir gözlemleyin. Bir kere her birinizin mutlaka istediği ve talep ettiği bir şey olmuştur. Ama olmayanlar da var derseniz de onların da olabileceği mekanizmalar ve matematikler de vardır. Hayatı zorlaştırmak isteyen sizdiniz çünkü ‘zor olursa kıymetli olur ve ben değerli olurum’ zannediyordunuz. Bu inanç kalıbı da köklenemediğiniz içindi. 

Her birimizin bu hayatta köklenebilmek için hayatlarımızı sevmeye ihtiyacımız olduğunu hatırlayın. Hayatınızın her an güzel tatlarını ve lezzetlerini alın. O eski şikâyet eden taraflarınızdan özgürleşerek, her ifadenizin bir “OL” olduğunu hatırlayarak kendinize yeni bir başlangıç hediye edin.  Köklenebilmek için önce kendinizi sevin. Size verilen hayatı kucaklayın. Kucakladıkça kucaklanacağınızdan emin olun.

Şu ana dek nerede aşırıya gitmişseniz, aşırı bağımlı bağlar kurmuşsanız bu bağlar için “Evet şu ana kadar buna ihtiyacım vardı. Şu anda bu sigaraya, bu alkole, bu madde ya da para bağımlılığına, bu ilişki bağımlılığına ihtiyacım vardı.” “Evet, iyi ki şu ana kadar da bunları yaptım.” deyin. Diyeceksiniz ki, “Ya olur mu, bu kadar zaman sigara içtik, bu iyi olur mu hiç?' Ama onun elementiyle, enerjisiyle bir bağ kurdunuz. Yaptığınız hiçbir şey için kızmayın ve suçlamaya yönelmeyin. İhtiyacınızla buluştuğunuzu fark edin.

Merkezinizde olmaya özen gösterin. İçeride korku ve endişe frekansları ile kirlettiğiniz hayatların izleri sizi de kirletebilir. Bilin ki sizden yansıyan hayat anbean sizinle var oluyor. Bunun için de sizin yapacağınız şey aynayı düzeltmek değil; aynaya yansıttığınızı iyileştirmek.

Öyleyse ân’ın hakkını vererek ve sunulan tatları gerçekten almayı kabul ederek güzel, neşeli, eğlenceli hâller yaşayın. Aşırılıklardan uzak olun ve bilin ki ne diliyorsanız size o verilecek. 

“And olsun ki kıyamete kadar insanın istediği ona sunulacak.”

Sevgilerimle, hoşça kalın.

Instagram

Twitter

YouTube

Facebook

Web

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı