Onu o gün bir daha görmedim. Ertesi gün de görmedim. Arkadaşı beni buldu ve o hafta okula gelemeyeceğini söyledi. Çok telaşlanmış ve korkmuştum. Sebebini sorduğumda da biraz rahatsız olduğunu söyledi, ama öyle değildi, biliyordum. 'Gidip ziyaret edelim' dedim, 'Bence iyi bir fikir değil şu an' dedi. Üzüntüden çökmüş bir halde sınıfa döndüm. Ne derse kendimi verebiliyordum, ne de o neşeli halimden eser kalmıştı. Her teneffüste arkadaşlarım başıma toplanıyor, 'Neyin var, bir şey mi oldu, kesin bir şey oldu, ben hiç seni böyle görmedim' gibi şeyler söylüyorlardı. Evet bir şey olmuştu ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Neyi yanlış yapmıştım bilmiyordum...
Tam altı gün boyunca ondan haber almadım. Ne yüzünü gördüm, ne sesini duydum, ne de evine gidip sormaya cesaret edebildim. İçim içimi kemirdi günlerce. Kötü bir şeye sebep olmaktan ölesiye korkuyordum. Hani bir kere görsem, iyi olduğunu bilsem, bir iki kelam etsek karşılıklı, o zaman dinecekti içimdeki sebepsiz fırtına. Sonraki haftanın Pazartesi günü İstiklal Marşı için sıraya girerken gözlerim hep onu aradı. Yine yoktu. Hayatımda kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. Sınıflara dağıldıktan sonra ben onun sınıfına gittim ders başlamadan önce. Arkadaşını buldum. 'Allah rızası için bana güzel bir şey söyle' dedim, iyi mi o? Neden gelmiyor?
Omzuma bir el dokundu ben onunla konuşurken. Arkamı döndüğümde tam karşımda duruyordu. Yüzüne utangaç bir hüzün çökmüş, gözleri yine nemlenmiş, gülümsemesindeki coşku yerini dudak kenarlarına gizlenen bir umutsuzluğa bırakmıştı. Birkaç saniye konuşmadan bakıştık. 'Nasılsın' dedim sesim titreyerek. İyi olduğunu söyledi. Kısa cümleler kuruyordu. Öğle arasında buluşmak üzere sözleştik ve ben sınıfıma döndüm. İzafiyet teorisi işte tam da o sıralarda kendini hissettirdi. Öğleden önce 45'er dakikadan 4 ders vardı. Bir de 10'ar dakikalık teneffüsler. Allah'ım bu zaman ne menem bir şeydi, neden geçmiyordu. Dakikaları bıraktım, saniyeleri saydım. Karnıma ağrılar girdi, kalp atışlarım en yüksek seviyedeydi, parmak uçlarım uyuştu, avuçlarım karıncalandı, yanaklarım al al oldu. Sanki 3 buçuk saat değil de, bir o kadar yıl geçti aradan.
Öğle tatili zili çalınca sınıftan ışık hızında çıktım. Her zaman konuştuğumuz duvarın önünde onu beklemeye başladım, heyecandan buz gibi olmuş uyuşuk avuçlarımı birbirine sürttüm. Yüzümü ellerimin arasına alıp yanaklarımdaki ateşi söndürmeye çalıştım.