Hapisten çıkan Şule'yi âşık olmuş ve sevgilisi Mürsel'i Behzat ile tanıştırmaya hevesli bir şekilde görüyoruz. Ancak baba kız gerçekten de her şeyi unutmuş ve hayatlarına devam edebiliyorlar mı?
Tabii ki de hayır. Şule, Behzat'ın onun için mutlu olmayı hak etmediğini
düşündüğüne inanıyor. Anlıyoruz ki Şule ne kadar hapis yatsa da kendini
affedememiş ki nitekim kendisi de mutlu olmayı hak etmediğini düşündüğü sonunda itiraf ediyor:
'Hani Ankara'nın böyle buz gibi kesen bi ayazı vardır ya. Sokağa çıkarsın hiç kimse yoktur. Her yer kopkoyu gridir. Dallar falan bomboştur, yeşil, canlı yaşayan bir tane bile bir şeye rastlayamazsın. Tam bitti dersin ama o manzara bakışlarının etrafında bekler yani. Yalnızlık böyle bir şey değil mi? Yalnızlığı bu kadar iyi başka biri mi bilebilecek?'
Babasından aşkını öldürmemesini isteyen Şule ise Behzat'ın yine karanlık tarafıyla yüzleşmek zorunda kalır:
'Cinayetçiyim ben. Ortada bir ceset yoksa bir işe yaramam ben. Ben artık hiçbir şey düşünmüyorum. Ben artık sadece bekliyorum. Belamı...'
Sözü Behzat'ın var olmak için birilerinin ölmesi gerektiği fikrini hatırlatıyor ve tabii Savcı Esra ile olan o unutulmaz sahneyi...
Eski tadı yakalaması an meselesi. İlk bölüm muazzamdı.Çok mesaj vardı. Harun ve cevoda olaydı iyiydi.
Şimdi, ilk bölüm ritüelini layıkıyla yerine getirdik. Naçizane paylaşmak istediğim bir kaç anekdot var. Öncelikle hayalet ve akbaba diyaloglarını çok özlemişiz. En çok güldüğüm kısımlardı. Harun göndermesi bence olmamış. Keşke hiç yapılmasaydı. Şu yeni başlayan eleman; Osman Harun. Melike olan sahneleri öyle böyle sahte gelmedi. Üstelik dejavu oldum. Umarım kitaptandır. Son olarak; Serdar Akar'ın askerleriyiz!!! 4. sezon daha iyiydi dedirtti! Erdal Beşikçioğlu'nda bile zaman zaman düşüklük hissettim!
Açtım izliyorum ikinci bölümü,hastasıyız amirimin..