Bir An Önce Okumazsanız Pişman Olacağınız 2017'nin En Çok Ses Getiren 20 Romanı

Bu yıl Türkiye'de raflarla buluşmuş, en çok ses getiren 20 romanı sizlere sunuyoruz. Bazısı yepyeni, bazısı ise ilk kez Türkçe'de... 

Herhangi bir sıralama gözetilmedi ve açıklamalar tanıtım bültenlerinden alındı.

1. Yeraltı Demiryolu - Colson Whitehead

Amerikan edebiyatının en yeni yıldızı Colson Whitehead’den, yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasında anılan cesur ve sarsıcı bir roman: Yeraltı Demiryolu. Whitehead, Amerika’nın adeta bağırsaklarını deştiği bu romanında “rüya” ülkesinin geçmişine uzanıyor ve okurunu uzun zaman terk etmeyecek ilham verici bir mücadele öyküsü anlatıyor. Dünyada bir başına kalmış bir kadının, Cora’nın dünyaya kafa tutma öyküsü bu; öldürmeyip güçlendiren darbelerin, birer nişan gibi taşınan yara izlerinin ve zamanı gelince ya ödenen ya da ödetilen bedellerin öyküsü. Öyle bir öykü ki, çağın karanlığında pırıl pırıl parlıyor ve dört bir yanı saran kötülüğün bataklığında kaybolan ruhlara kuzey yıldızı misali yön gösteriyor.

Eleştirmenlerden tam not alan, çoksatarlar listelerinde aylar boyunca bir numarada kalan ve ödüllere doymayan Yeraltı DemiryoluSefiller’den Sevilen’e uzanan bir yelpazede yer alan engin çağrışımlarıyla son yılların en önemli ve en çok ses getiren kitaplarından biri.

2. 4 3 2 1 - Paul Auster

“Auster’ın en büyük, en yürek burkan, en doyurucu romanı, gerçeklerin ve olasılıkların, aşkın ve yaşamın sürükleyici ve şaşırtıcı öyküsü” olarak tanımlanan yapıt, bir aile destanı havasında başlıyor ve o aile bireylerinden birinin kendi yaşamını “ya öyle olmasaydı” diye sürdürmesiyle devam ediyor. 

Sadece bir ailenin ve bir kişinin yaşamıyla sınırlı kalmayan roman, Soğuk Savaş, Rosenberg’lerin idamı, Kennedy ve Martin Luther King suikastları, Vietnam Savaşı, My Lai katliamı, 1968 üniversite olayları gibi konuları da ayrıntılarıyla işleyerek 20. yüzyılın ikinci yarısına panoramik bir bakış sunuyor ve bu deneyimleri bitmek istemeyen, akıcı, keyifli cümlelerle aktarıyor. 

Auster kitabını yorumlarken, “Kendi yaşamımdan bazı şeyleri aktardım, ama hangi yazar bunu yapmaz ki?” diyor ve, “Ben tanıdığım, bildiğim dünyayı, kendi yaşadığım ve sürprizlerle dolu deneyimleri yansıtmaya çalışıyorum, ömrüm boyunca bu kitabı yazmak için bekledim,” diye tamamlıyor sözünü.

3. Buradayım - Jonathan Safran Foer

Jonathan Safran Foer, uzun bir aradan sonra kaleme aldığı romanı Buradayım’da kendi hayatlarının çeperinde sıkışıp kalmış iki insanın, Jacob ve Julia’nın öyküsünü anlatıyor. Bir kadın ile bir erkeğin, bir anne ile bir babanın ve yaşamın dayanılmaz ve muhteşem yükünü taşımanın öyküsü bu... Dahası var ama: Sevdiklerine kıyamasalar da sevgiye kıyanların, kalp kırıklıklarını hayal artıklarıyla yamayanların ve bitirmeye çalıştıkları hayatlardan bir şeyler biteceğini umanların öyküsü. Jonathan Safran Foer, kendine özgü hassasiyeti, yaratıcılığı ve benzersiz icatlarıyla bu muazzam romanında bir evliliğin çöküşünü, bir ailenin yaşamını ve İsrail’in yıkımına neden olan büyük Ortadoğu savaşını anlatıyor ve olaylar, adeta ağaç halkaları gibi, okuru da sarıp sarmalayarak iç içe geçiyor. Her şeyin bitiminde ve kalbin en derinlerinde, sadece ama sadece sızılar kalıyor. 

Foer yine kimsenin başaramadığını başarıyor ve yaşam akışını olduğu gibi, tüm güzelliği ve sefaletiyle sayfalara yansıtıyor, satırlarını yüreklerimize kazıyor. Hayat denen trajikomedinin insafına kalmış olan bizler... işte, bakın, buradayız, buradayız, buradayız.

4. Taksitle Ölüm - Louis Ferdinand Celine

Fransız yazar Louis-Ferdinand Céline’in ikinci romanı olan Taksitle Ölüm, Gecenin Sonuna Yolculuk’tan dört yıl sonra, 12 Mayıs 1936’da yayımlandığında eleştirmenler tarafından kıyasıya eleştirilmiş, günümüzdeyse birçok yorumcu tarafından Céline’in gerçek başyapıtı olarak kabul edilmiştir.

Céline, yer yer otobiyografik anlar da içeren bu romanında, hayatını büyük bir yok oluşa adamış Ferdinand’ın hikâyesini anlatıyor. Paris sokakları, pasajlar, tezgâhtarlar, kuyumcular, hayat kadınları, uçan balonlar, tuhaf bilimsel fikirler, sinir krizleri, kayıtsızlık ve hiçlik de cabası…

Yayımlanışından tam 81 yıl sonra Türkçeye ‘‘bulaştırılan’’ Taksitle Ölüm küfürbaz, asi, provokatif, müptezel, haz düşkünü, sınır ihlali yapan, kaotik bir metin.

Hayatta dikiş tutturamayanların, dahası tutturmak istemeyenlerin başucu kitabı…

5. Vejetaryen - Han Kang

Rüyalar başlamadan önce Yonğhe ve kocasının hayatları gayet sıradandı. Evliliğin tekdüzeliğinde normal bir yaşam sürerlerken, Yonğhe rüyalar görmeye başladı ve vejetaryen olmaya karar verdi. Evdeki tüm etleri bir torbaya doldurdu. Kalamarları. Yumurtaları. O hafta kocası, iş yerine ilk kez ütüsüz bir gömlekle gitti. Bu, korkunç değişimin başlangıcıydı.

Han Kang bizleri cinselliği, şiddeti, ilişkilerimizi ve saplantılarımızı sorgulayacağımız rahatsız edici bir yolculuğa çıkarıyor.

6. Arafta - George Saunders

“Herkes acı çekiyordu ya da çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.”

Ölmek nasıl bir şey? Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun süredir merakla beklenen ilk romanında, bu can alıcı sorunun yanıtını arıyor. Oysa bu sorunun yanıtı meçhul; kimsenin bilmediği, bilse bile insanlara nasıl aktaracağını bilemediği, gizemli bir yanıt bu. Arafta kalan kişi, Amerikan İç Savaşı’nın kahramanı, eski başkan Abraham Lincoln’ın oğlu Willie Lincoln; ve ona eşlik eden onlarca başka hayalet… Herkes geriye dönmenin, Lincoln ise devam etmenin ve huzura kavuşmanın peşinde. Ancak bilmedikleri önemli şeyler var: Bazı darbeler, kırılgan insanlara fazla ağır gelebilir; darbeler insanı bitirebilir ya da zirveye taşıyabilir… Ezber bozan kalemiyle George Orwell, Kurt Vonnegut gibi yazarlarla karşılaştırılan George Saunders’ın, Lincoln’ın yedi yaşındaki oğlunu kaybetmesinden yola çıkarak, teatral bir atmosferde ve deneysel bir anlatım biçimiyle kurguladığı bu olağanüstü etkileyici kitap, ölüm, kayıp ve yas kavramlarına okurun hiç alışık olmadığı bir perspektiften yaklaşırken, dönemin Birleşik Devletleri’nin arka planını anlatmaktan da geri kalmıyor.  Folio Ödüllü yazar, klasik roman kalıplarını yıktığı Arafta'da, sanat tarihinin heykel başyapıtlarından Michelangelo’nun ünlü Pietà eserine de çeşitli göndermelerde bulunuyor. Amerika ile aynı anda Türkiye’de de yayımlanan Arafta, zihin zorlayan kurgusu, alışılmadık biçimi ve acıyı bile bir mizah ögesi haline getirebilen üslubuyla, okurun önünde yepyeni ve deneysel bir patika açıyor. 

“Sevdiğimiz her şey sonlanmak zorundaysa sevmeye ve yaşamaya nasıl devam ederiz?”

7. Anlatış - Ursula K. Le Guin

Bu kitapta Le Guin, çoğu eserinde olduğu gibi yine ötekilik ve iletişim gibi temalara eğilerek önyargılarımıza ayna tutuyor. “Din” kavramını sorguluyor ve son derece politik bir bilimkurgu sunuyor. Yine de Le Guin, tüm bunların ötesinde edebiyatın kendisine dönüyor, çünkü bu romanın odağında birçok önemli değeri simgeleyen bir kültür, usul usul sürdürülen bir gelenek var: Hikâye anlatıcılığı. 

Edebiyat ve tarihle arası iyi olan Sutty, baskıcı bir rejimin altında değerlerin nasıl kaybolduğunu, tarihin nasıl silindiğini görmek, bu rejimin ulaşamadığı noktalardaki direnişi incelemek, efsanelerde bahsedilen hikâye anlatıcılarının dünyasını keşfetmek için Aka gezegeninde bir yolculuğa çıkar. Geride bıraktığı dünya ile vardığı dünya arasındaki farklar dehşete düşürücü, benzerlikler ise düşündürücüdür.

Anlatış, dinlemek, anlamak ve inanmakla, hakikati tanımlamaya çalışmakla ilgili bir yolculuk öyküsü.

8. Montano Hastalığı - Enrique Vila Matas

Ne var ki etkisi herkeste farklıdır bu hastalığın. Örneğin Montano, artık yazmayı bırakan yazarlara dair romanını bitirdikten sonra tek bir cümle bile kuramaz olur. Ona yardım etmek isteyen babası içinse gerçek hayat ve edebiyat birbirine girmiştir zaten. Şehirler ciltlere, günler sayfalara ve şahsi anılar edebi anektodlara karışır. Her şey o denli birbirine girer ki, muzdarip olduğu derdi anlatan yazarın romanında türler bile iç içe geçer. Anlatıcımızın satırları yer yer günlüğe, biraz anıya ve çokça felsefi ve edebi spekülasyona bulandıktan sonra sıkı bir alıntılar antolojisine dönüşebilecekken unutulmaz bir okuma tecrübesi sunan sıra dışı bir romana dönüşür.

Labirentleri, göndermeleri ve tüm bunlara rağmen canlılığını hiç kaybetmeyen kurgusuyla Montano Hastalığı, “Borges’in yirmi birinci yüzyılda en çok seveceği roman” olarak da tanımlanıyor. Montano Hastalığı’nı Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi.

9. Sona Ermek - Selim İleri

Çokça eser vermiş bir yazarın yarım kalmış romanını yeniden yaşatmaya çalışırken hatırladığı gençlik düşleri, geçmişin acımasız pırıl pırıl yaşanmışlıkları ve artık asla geri gelmeyecek, bir hayatın otobiyografik izler taşıyan dökümü…

Yazmak-yazamamak sarsıntısı sürerken; okura şarkılar, filmler, resimler, kitaplar, yazarlar, şairler ve hatta roman karakterleri eşlik ediyor. Selim İleri kalemini; iç hesaplaşmalara, hayal kırıklıklarına ve yaşlılık kaygılarına biliyor, ama umut var hâlâ, konfetiler yağıyor!

“Sonu mutlu biten romanlar yazmadın. Yazamadım desen daha doğru olacak, beceremedin, kendini kandırma, kıvıramadın. Sonu mutlu biten romanlar, öyküler, filmler, oyunlar sevinç, mutluluk getirdi; derken hafifserdin. Sonu mutsuz bitenler iz bıraktı, sen de git git onları kuşandın.”

10. Biz Hep Şatoda Yaşadık - Shirley Jackson

Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay... Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher misali pırıl pırıl romanda ters köşelerle örülü bir öykü anlatıyor, okura tuzaklar ve yanılsamalarla dolu bir zemin sunuyor. Biz Hep Şatoda Yaşadık, inişleri ve çıkışları, anlatımdaki mahir sıçrayışlarıyla Shirley Jackson’ın dehasını ortaya koyuyor; üstelik karşılaşacağınız en tuhaf ve cazip roman kahramanlarından biriyle, Merricat ile tanışmanızı sağlıyor. Merricat, onu mahvedecek hakikatlerin karşısında hayallerinin sayesinde dimdik duruyor, ne ki bazı hayaller, kabuslarla koyun koyuna uyuyor. 

Bugün Stephen King’den Neil Gaiman’a değin pek çok çağdaş yazarın ilham kaynakları arasında andığı Shirley Jackson, Amerikan Gotiği’nin klasiklerinden sayılan Biz Hep Şatoda Yaşadık ile anlatıcı olarak ustalığını gözler önüne seriyor ve kız kardeşliğe dair unutulmayacak bir metne imza atıyor. Doğada hiçbir şey yoktan var olmuyor ve sarayların enkaza, hayallerin hezeyana dönmesi için bir an yetiyor; geriye kala kala biraz toz, belki biraz da kül kalıyor. En ölümcül zehirler, tıpkı en kuvvetli tılsımlar gibi insan yüreğinde büyüyor ve hiçbir yer, ama hiçbir yer insanın evi gibi olmuyor.

11. Sibop - Başar Başarır

Aslı, galiba ben kendimi evliliğe hazır hissetmiyordum. Geçen hafta evlendik mi gerçekten biz? Nikâh memuru inandı mı gerçekten, sözüme güvendi mi? Kara kaplı deftere atılmış öcü imzadan söz etmiyorum ben Aslı. Kimse ciddiye almaz ki beni... Seninle yaşlanmak istiyorum ama yaslanmak istemiyorum. Hem ne suçum var ki benim? Öyle köşemde saksı gibi duruyodum ben. Günün birini bekliyordum. Sen istedin. Geldin sen bulaştın bana. 

Sibop, kendi deyimiyle “acemi kolpacı” Orhan’ın romanı. Doğma büyüme Cihangirli Orhan, hukuk tahsili yapmış. Girdiği işlerde pek tutunamamış, ailesinin gözünden bile düşmüş. Kimse tarafından yüzüne bakılmayan biri. Öyle ki, adı “sibop”a çıkmış. Ama bir gün Orhan’ın yüzüne bakan bir kız çıkıyor ve roman başlıyor. Başar Başarır’ın bu sürükleyici, inandırıcı, azmettirici romanının öne çıkan yanı dili olabilir; bir solukta, Türkçenin tadına vara vara okuyacağınız Orhan’ın hikâyesini çok seveceksiniz.

12. Hüznün Fiziği - Georgi Gospodinov

“Ben geçmiş satın alan bir kişiyim. Öykü tüccarı. Başkaları çay, kişniş, çek senet, altın saat, toprak ticareti yapar. Ben geziyorum ve toptan geçmiş satın alıyorum. Bana ne derseniz deyin, ne isim verirseniz verin. Elinde toprak olanlara ‘toprak sahibi’ derler, ben zaman sahibiyim, başkalarına ait zamanın sahibiyim, başkalarına ait öykülerin ve geçmişin sahibiyim. Dürüst bir alıcıyım, fiyatı asla düşürmeye çalışmam.” Bulgar yazar Georgi Gospodinov’un dönemden döneme, hikâyeden hikâyeye atlayarak ince ince kurduğu bir labirent-roman Hüznün Fiziği. Romanın anlatıcısı, başkalarının zihinlerine nüfuz edip onların yaşadıklarını yaşayabilen, hayat denen labirentte kaybolmuş, kendini kaybedip başkalarında bulmuş bir adam. Onun hikâyesinin iç içe geçmiş koridorlarında dolaşırken biz de kaybolup kendimizi onda buluyoruz – zira anlattıkları öylesine samimi, öylesine duygulu, hüzünlü, komik, derin, dokunaklı…

13. Kıymetli Şeylerin Tanzimi - Sezen Ünlüönen

Dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. Elbette aşkım, ben de seni, sonsuza kadar. Onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha dün gerçekti), ama insanın yüreği bir anda rüzgârların uğuldadığı bir vadi. Alışılmış bıkkınlıklar, küçük ve sıradan kıyıcılıklar, avuntular, fısıltılara kananlar… Kıymetli Şeylerin Tanzimi, bir aile tarihi, soluk ve pırpır eden bir ışığın altında geçen hayat muhasebesi… Sezen Ünlüönen duman gibi hafif, merakla ve sessizce geziniyor evin içinde...

14. Meteliksiz Aşıklar - Zaven Biberyan

Yeniyetme Sur’un, ailesi ve kız arkadaşı Norma’yla ilişkisini merkeze alarak 1950’ler Türkiyesinin röntgenini çeken keskin bir toplumsal eleştiri romanı Meteliksiz Âşıklar. Lise son sınıf öğrencisi Sur’un, başta anne ve babası, sonra İstanbul Ermeni toplumu ve nihayet çevresindeki her şeye karşı isyan duygusuyla dolmasına yol açan çelişkileri ve çatışmaları gözler önüne sererken, havada adeta asılı duran gerginliklere dikkat çeken Zaven Biberyan, 6-7 Eylül sonrası ve 27 Mayıs askeri darbesi öncesinde Türkiye toplumunun sinir uçlarında dolanıyor adeta. Yıllar yılı çabalayarak Ermeni cemaati içinde nihayet bir mevki sahibi olan taşra kökenli babası ve İstanbullu annesi, onların değerler dünyası, tutuculukları ve burjuva yaşam tarzları karşısında derin bir tiksinti duyan, kız arkadaşının kendisinden yaşça büyük ve üstelik çalışan bir kadın olması nedeniyle ailesinin baskısıyla karşılaşan Sur, gençlere özgü güven bunalımları ve erkeklik halleriyle çevresine ördüğü duvarın içinde, giderek yoğunlaşan bir öfke sarmalı içinde kavruluyor. Bugün artık tarih olmuş bir İstanbul’un arka planda salındığı Meteliksiz Âşıklar, kâh Adalar, kâh Eminönü, kâh Şişli sokaklarını adımlarken, bir ailenin hikâyesi etrafında geçmişten geleceğe devredilen travmaların sürekli sızlayan izlerine odaklanıyor. Adı artık 20. yüzyılın en önemli Ermeni yazarlarından biri olarak kabul edilen ve Türkçeye de çevrilen eserleriyle sadık bir okur kitlesine sahip olan Zaven Biberyan’ın bu çarpıcı romanı, ülkemizde ‘Edebiyat ve Felaket’ kitabıyla tanınan filozof Marc Nichanian’ın sunuşuyla yayımlanıyor.

15. Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın - Juniçiro Tanizaki

Fukuko, tam da kocası Şozo ile yeni bir hayata başladığı günlerde kocasının eski karısı Şinako’dan bir mektup alır. Yuvası dağıldıktan sonra “kırık bir çanak” bile almayan bu kadın, duygu yüklü mektubunda tek bir şey istemektedir: Şozo’nun deliler gibi sevdiği kedisi Lili’yi.İlk bakışta, masum bir istektir elbette bu. Ne var ki Lili -tüm kediler gibi- girdiği hayatların en olmadık yerlerine kıvrılmıştır ve dâhil olduğu yaşamların karanlık köşelerinde gezinmeye başlar mektupla birlikte.

Biten ilişki için umut, diğeri içinse endişe kaynağıdır.  Böylece, başlı başına bir kavram olmayı hak eden “kedi sevgisi”nden çok daha fazlasına dokunur Tanizaki. Zarif, yumuşacık bir üslupla insan ilişkilerinin girift yapısını, küçücük ayrıntıların -bir nesnenin, jestin veya bakışın- insan ruhunda yarattığı dönüşümleri, yalnızlığın ve sevginin türlü biçimlerini gösterir.

16. Fındık Kabuğu - Ian McEwan

Edebiyat tarihinin en genç Hamlet’i babasının katline engel olmaya çalışırken pek bilindik bir varoluş krizine düşer: Olmak ya da olmamak!

Hamileliğinin son aşamasındaki Trudy, ihanet ettiği kocası John’u kafasının karışık olduğu bahanesiyle evlerinden uzaklaştırdıktan sonra son derece sığ, çıkarcı ve bayağı kayınbiraderi Claude’la yaşamaya başlar. Trudy ve Claude, John’a ait paha biçilemez eve konmak için planlar yaparlar. Fakat bu kumpası ilk aşamasından beri takip eden bir kulak misafirleri vardır: Trudy’nin rahminde, kendisini bekleyen geleceğe doğup doğmama konusundaki kararını henüz verememiş bir fetüs.

Ünlü İngiliz yazar Ian McEwan’ın anlatıcılığını bir fetüse yaptırdığı, embriyonun yapısı gereği monolog bir anlatımla ilerleyen, nüktesi bol ve akıcılığını kaybetmeyen bir dille kotardığı bu kısa roman, klasik suç hikâyesinden beklenenleri başarıyla karşılarken en özgün Hamlet uyarlamalarından birisi olarak anılmayı hak ediyor.

17. Başlangıç - Dan Brown

İnsanoğlunun var olduğu günden beri cevabını bulmaya çalıştığı bu temel soruya cevap bulma iddiasındaki bir fütüristin tam da keşfini açıklayacağı gece her şey trajik bir biçimde karanlığa gömülür. Eski öğrencisinin sunumuna davetli olan Simgebilim Profesörü Robert Langdon söz konusu keşfi öğrencisinin anısına dünyaya duyurmaya karar verir. Ancak, kendisini bekleyen şifrelerden, acı sürprizlerden ve ölümcül fanatiklerden habersizdir...

18. Saten Ada - Tom McCarthy

Saten Ada gece kulüpleri, petrol sızıntıları, paraşüt kazaları, kanser, protesto gösterileri gibi ilgisiz görünse de tarihi saran şeffaf bir ağla birbirine bağlanan, çok sayıda verinin yüküyle ağırlaşmış dünyanın âdeta on dört bölümlük bir dökümü.

S. ile Torino Havalimanı’nda tanışacaksınız. Torino Kefeni’nden yola çıkıp dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan, birbirinden bağımsız görünen olaylara tanıklık edecek, bunları “şimdi”de değerlendirip Büyük Rapor’da toplamaya çalışan bir antropoloğun gözünden göreceksiniz. 

Türkçede C ve Kalan romanlarıyla, Tenten ve Edebiyatın Gizemi adlı inceleme kitabıyla tanınan Tom McCarthy’nin Perec, Calvino ve Joyce’un meşalesini devraldığı düşünülüyor. Son romanı Saten Adaaynı zamanda bir inceleme, makale, rapor, bir manifesto ve itiraf.

19. Yanlış Tercihler Mahallesi - Mario Levi

Mario Levi, yeni romanı Yanlış Tercihler Mahallesi’nde sıra dışı bir mahallede yaşayan sıra dışı karakterlerin iç içe geçmiş öykülerini son derece çarpıcı bir biçimsel üslupla anlatıyor.

Herkesin mutlaka bir kez, hayatının tüm akışını değiştirecek yanlış bir tercih yaptığı, sonra da ömrünü bu tercihle hesaplaşmaktan kaçarak tükettiği hüzünlü bir yer. Adı üstünde: Yanlış Tercihler Mahallesi!

Kimler yok ki bu mahallede? Süslü Niko, Anet, Şişko Nuri, Garip Lolo, Deli Burhanettin, Eserekli Adalet, Fırıldak Selami, Fişek İsmail, Briyantinli Sabri, Horoz Sencer, Benli Şaziye, Konsolos Fahri Bey, Mösyö Aldo, Katina, Diana, Serra, Bruno, Lena, Aksak Azize, Pasaklı Vera, Kuaför Fikret, Çilli Meral ve diğerleri...

Herkes yanlış tercihinin hikâyesini anlatıyor, benzerini, suç ortağını, acısını paylaşabilecek olan birilerini bulabilmek ümidiyle...

20. Mösyo Pain - Roberto Bolano

Mösyö Pain, akşam saat onda Latin Mahallesi’ndeki Café Victor’da bekleniyorsunuz. Bu bir ölüm kalım meselesi. Lütfen ciddiye alınız.

1938 baharında Paris’te bir hastane odasında yatan Perulu şair César Vallejo’nun hıçkırık nöbetini kimse geçiremeyince başvurulan kişi, Franz Mesmer’in takipçisi, okült bilimler meraklısı Pierre Pain olur. Ancak ortaya çıkan iki İspanyol, şairi tedavi etmemesi için onu ikna etmeyi başarınca Mösyö Pain kendini labirentimsi sokaklar ve koridorlarda, anlamını çözmekte zorlandığı bir kovalamacanın ortasında bulur.

Mösyö Pain, Edgar Allan Poe öykülerini anımsatan puslu ortamları ve esrarlı karakterleriyle Roberto Bolaño’nun hayal gücünün karanlık katmanlarını yansıtıyor.

Popüler İçerikler

Erdoğan’ı Düşman Ülkelerin Cinlerinden Koruduğunu Söyleyen Üfürükçü Bir Ailenin Üç Kızını İstismar Etti
Galatasaray'ın Avrupa'daki Rakibi Tottenham'da Üç Oyuncu Sakatlandı!
"Estetik mi Olmuş?": Miss Turkey 2024 Birincisi İdil Bilgen'in Son Haline Yorum Yağdı!
YORUMLAR
11.12.2017

onediyo nun en faydalı içeriklerinden biri kitap önerileri:)

12.12.2017

ve en tık alanları...

Pasif Kullanıcı
12.12.2017

Hımmmm gayet güzel görünüyor içlerinden en az birini okumuş olan var mı acaba?

12.12.2017

şey değil mi bu yaaaa http://www.sabitfikir.com/haber/sabitfikir-2017nin-one-cikan-50-romanini-secti ?

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ