Bilim Adına Çok Önemli Bir Adım Atılmış Olsa da Karşılığında Bir Bebeğin Hayatını Karartan Küçük Albert Deneyi

İvan Petroviç Pavlov’u ve onun meşhur köpeğini daha önce mutlaka duymuşsunuzdur. Yaptığı çalışmalarla Nobel ödülü kazanan Pavlov, bilim adına pek çok araştırmacının önünü açmış ve devrim niteliğinde buluşlara imza atmış bir isimdir. Lakin onun en önemli çalışması olarak değerlendirebileceğimiz ‘Pavlov’un Köpeği’ dolaylı yoldan bir bebeğin hayatını karartmıştı…

Köpeklerdeki koşullanma sürecini inceleyen Pavlov, yaptığı deney sonrası oldukça önemli çıkarımlar elde etmiş ve bu vesileyle diğer bilim insanlarına bambaşka kapılar açılmıştı.

Pavlov'un izinden giden davranışçı psikolog John B. Watson ve Rosalie Rayner ise Pavlov’un hayvanlar üzerinde uyguladığı klasik koşullanmanın insanlar üzerindeki etkisini ölçmeye karar verdiler. Watson’ın aklında hep şu soru vardı: 

'Korku insanda sonradan edinilen bir refleks midir yoksa herkesin içinde doğuştan varolan bir dürtü müdür?'  

Sahada yaptıkları çalışmalar sonrasında insanların korkularının sonradan kazanıldığına dair gözlemlerde bulundu Watson. Bu da onu bir denek üzerinde çalışmaya itti…

Asistanı Rosalie Rayner ile birlikte görev yaptıkları John Hopkins hastanesinin kreşindeki çocukları incelemeye alan Watson, savını kanıtlamak için henüz dokuz aylık olan bir bebeği kendine denek seçti. Bebeğin annesi geçimini sağlamak için sütünü satıyordu...

Her gün hastaneye gelen anne, işi bitene kadar bebeği kreşe bırakıyordu ve küçük Albert o sırada diğer çocuklarla birlikte oyun oynuyordu. Vakit kaybetmeden deney için çalışmalara başlayan Watson, öncelikle bebeği bazı duygusal testlere tabi tuttu. Albert’e beyaz bir fare, bir tavşan, bir maymun, yanan kağıt parçaları ve çeşitli maskeler gösterildi. Ancak Albert gösterilen bu nesnelere hiçbir heyecan duymadan, korkusuz bir şekilde yanıt veriyor hatta sürekli gülümsüyordu. Yalnızca kafasının arkasında çelik bir çubuğa çekiçle vurulduğunda korkup birden ağlamaya başlıyordu.

Bu denemelerin ardından Albert’ı boş bir odaya aldılar. Odada Albert’ı üzerine oturttukları yatak haricinde başka hiçbir nesne bulunmuyordu.

Buraya kadar hiçbir sorun yok, asıl problem işte bundan sonra başlıyor. Odada sakince oturan Albert'a daha önceden olduğu gibi beyaz bir fare gösterildi ve saniyeler sonra çelik bir çubuğa çekiçle vuruldu. Fareye dokunmaya çalıştığı her an bu sesi duyan Albert hemen ağlamaya başlıyordu. Deney birkaç gün böyle devam etti. Sonrasında Albert'a çekiç sesi olmadan beyaz fare gösterildiğinde zavallı bebek sürekli ağlıyor ve emekleyerek farenin olduğu yerden kaçmaya çalışıyordu.

Bu durum bir süre daha böyle devam etti. Küçük Albert'ın korkusu hafızasına kazınmış ve artık yalnızca farelere değil, ona benzeyen beyaz ve tüylü olan her şeye tepki gösterir olmuştu.

İşte bu süreç, klasik koşullanma ilkelerinde genelleme olarak biliniyor. Her ne kadar Watson, bilim adına büyük bir adım atmış ve savını kanıtlamış olsa da ahlaki açıdan soru işaretleri ile dolu bir deney gerçekleştirmişti. Watson ve Rayner, bu deneyle klasik koşullanmanın fobi oluşturmak için kullanılabileceğini göstermişlerdi fakat karşılığını zavallı Albert ödemişti.

Küçük Albert, her yalnız kaldığında çıkabilecek tehlikelere karşı sürekli tetikte beklemeye başlamıştı. Üstelik deney sona erdikten sonra Albert’ın psikolojisini düzeltmek için hiçbir adım atılmamıştı.

Watson ve Rayner bir süre sonra hastaneden ayrılınca küçük Albert, onlar yüzünden edindiği korkularıyla baş başa kalıvermişti. İnsanlar sonradan bu deneyin varlığını öğrenmiş ve tepki göstermişlerdi ancak olan olduğu için bunun ortaya çıkan sonucu değiştirici bir etkisi olmamıştı ne yazık ki...

Peki, deney sonucunda başka ne gibi bulgular elde edilmişti?

Watson ve Rayner, aslında tüm korkuların ve içgüdüsel olduğunu düşündüğümüz diğer davranışların bu şekildeki koşullanmalar sonucunda oluştuğuna dikkat çekiyordu. Anlaşılan o ki, insanlar çevreleri tarafından yönlendirilen pasif varlıklardı. Ancak bu deneyle korkunun sonradan edinilen bir refleks olduğu konusunda önemli veriler elde edilmişse bile bunun etik hiçbir yanı yoktu.

Gerçek adının Douglas Merritte olduğu söylenen bebek Albert ise deney bittikten sonra beyaz ve tüylü nesnelere karşı fobi geliştirip sağlığından olmuştu.

Ruh sağlığının çok kötü bir halde olduğunu belirtmemize gerek bile yok. Annesinin bile hiç düşünmeden ona acı verilmesine rıza gösterdiği, bilim adına yaptıklarını öne süren insanların da sonrasında umursamadığı bu zavallı bebek yaşadığı bu stres yetmezmiş gibi, daha yedinci yaşını bile göremeden hidrosefali (beyinde su toplanması) yüzünden hayatını kaybetti. Büyük insanların büyük dertleri onun küçücük omuzlarına yüklenmiş ve yedi yıllık ömrünü sonlandırmıştı Albert’ın…

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
Kanseri Yenen Eski Arka Sokaklar Oyuncusu Dizi Setlerine Yeniden Dönme Kararı Aldı
YORUMLAR
09.04.2019

Bebeğe içimiz cız ediyor da sesi soluğu çıkamayan hayvanlara neden tepki gostermiyoruz? Denek hayvanları kim bilir ne acılar icinde kıvrandırılıyordur.

Tüm kalbimle katılıyorum. İnsan denen yaratık hep bencil; önce kendi ırkını düşünür. İğrenciz...

09.04.2019

Benim için çocuk istirmarcılarının yeri neresiyse, bu deneyi yapanların da yeri aynı yerdir. Ne bilim ne insanlığın faydası... tarih sadece bir vahşete tanıklık etmiş...

09.04.2019

deney adı altında eziyettir bu nasıl sırf bir şeyler yapacağım diye bu kadar gaddar olunabilir ki 7 yaşında ölüm hayatını yaşayamamış sizin yapacağınız deneye sokim

TÜM YORUMLARI OKU (28)