“Martıların bir sanat galerisi olduğunu hayal edin, bu üç çizgili uzun ince sopayı duvara asarlardı. Buna Picasso adını verip ona tapar, putlaştırır ve uğruna milyonlarca dolar verirlerdi ama tüm bu zaman boyunca da dünyalarında var olan hiçbir şeye benzemesine rağmen (ki en önemli nokta budur) bunun onları neden bu kadar çok tahrik ettiğini merak ederlerdi. Sanat uzmanlarının soyut bir sanat eserine bakarken veya onu satın alırken tam da bunu yaptığını; tıpkı bir martı yavrusu gibi davrandıklarını düşünüyorum.” (a.g.e, s. 280-81)
California Üniversitesi beyin ve biliş merkezi başkanı olup, psikoloji ve nörobilim de Ordinaryüs Prof. titri olan V. S. Ramachandran, insanın soyut sanat eseri karşısında gösterdiği tavrı ilkel dönemlerden gelen evrimsel bir gelişime bağlamıştır. Gerçekten de bugün artık biliyoruz ki, insan henüz tür olarak ayrışmadığı, henüz insan olmadığı canlılar döneminde edindiği çoğu temel davranışları hâlâ sürdürmektedir. Bu durumu konumuza indirgersek, görülüyor ki özellikle soyut dışa vurum resimleri karşısında istisnasız hepimizin tavrı binlerce yıl öncesinde edinilmiş davranışlara dayanmaktadır.
Basitçe söylersek, soyut sanat karşısında insanın psikolojik durumu devreye girer. Ya kendi deneyimlerinden oluşan kişisel bilinçaltı verileri ya da Jung’un teorisi olan kolektif bilinçaltı, atalardan genlerle aktarılan veriler etkisinde eserdeki görsellerle kontak kurar. Bu verilerle kendi duygu durumuna göre eserde gördüğünü yorumlar. Eğer beyniniz görselde “işte bu!” diyeceği kombinasyonlara rastlarsa, tıpkı martı yavrusu gibi mutlu olur, keyif alır. Eğer olumlu ya da olumsuz etkileneceği bir şeye rastlamazsa, o zaman hiçbir tepki göstermez ve muhtemelen siz de beğenmediğinizi düşünürsünüz. Sonuç olarak, her iki durumda da beyniniz resmi anlamlandırmıştır yani anlamıştır. Buna göre demek ki soyut dışa vurum tarzındaki bir resmi anlamayan bir beyin yoktur!
Tabii burada madalyonun bir de öbür yüzü ortaya çıkıyor. Mademki, her beyin eşsiz ve tektir. Öyleyse, sanatçının özellikle bilinçli olarak tasarlayıp yaptığı soyut bir eserdeki renk form ve şekillerden oluşan temsiller sadece onun bilinçaltına ait temsillerdir. Bu yüzden sanatçının kendi açıklamadıkça ya da onun fikirlerini tanıyan biri olmadıkça, hiçbir sanat eleştirmeni veya diğer insanların tam olarak anlamaları mümkün değildir. Eleştirmen de olsa kişiler bu tarz resimlerdeki renklerden, çizgilerden, formlardan yalnızca kendi mesleki bilgilerinden yola çıkarak veya bilinçaltındaki birtakım unsurlarla çağrışım yapabilirler. Ama sanatçınınkiyle aynı olması eseri tam olarak anlaması pek mümkün değildir.
Hele bir de eser, soyut dışa vurum veya adı her ne ise, hiç tasarlamadan, düşünmeden “içimden öyle geldi” denilerek rastgele bir şekilde yapılmışsa, bu tarz eserler, doğrudan “işte bu!” denilecek ve martı yavrusu gibi tepki gösterilebilecek eser kategorisindedir. Çünkü bu tarz, eserdeki anlam bağlam tüm çağrışımlar sonradan ortaya çıkmak üzere yapılan bir tarzdır. Dolayısıyla bu tarz için sanat eleştirmenine bile gerek yoktur. Eğer illa yorum yapılacaksa, yalnızca psikolog ve psikanalistler gibi bilim adamları tarafından analiz edilebilir ki böyle bir uygulama vardır yüz küsur yıl önce babası ressam olan İsviçreli psikolog Hermann Rorschach’ın keşfettiği (Rorschach testi) soyut görseller gösterilerek psikolojik rahatsızlıkları teşhis etmek için kullanılmaktadır.
Her neyse eğer dikkat ettiyseniz, Ramachandran, sanat uzmanları diye başlayarak, “tıpkı bir martı yavrusu gibi davrandıklarını düşünüyorum.” demiştir. Burada sanat dünyası için çok derin bir o kadar da önemli bir duruma dikkat çekmiştir. Tüm bunlara gelecek bölümde devam edeceğim.
Instagram
X
Facebook
Linkedln
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio