Beyaz Yakalının “Sessiz Terk”i

Amerika ve Avrupa’da yaygınlaşan iş dünyasının “sadece işinizin gerekliliklerini yapmak ve ötesine kafayı yormamak” anlamına gelen bu yeni trendi yükselişini koruyor. Bu kendi kendini baltalayan bir kavram mıdır yoksa çalışanı sömürme alışkanlığındaki iş dünyası yaklaşımını eğitip, bir değişim yaratabilecek midir, zaman gösterecek.

Bugün bu haberi BBC News’da okuduğumda kendimi kendime sorular sorarken buldum :)

Perisha Kudhail’in makalesinde Pandeminin başlamasından bu yana artan fazla mesaiden ve bunun bir maddi karşılığının da olmamasından yılmış, bir nevi aşırı çalışmaktan tükenmiş durumda olan çok sayıda genç çalışanın iş yerinde “quiet quitting” anlamına gelen “sessiz terk” hareketini uyguladıkları yazıyordu. 

İnsan okuduğu şeye karşı ya yabancılaşma/umursamama/yargılama oluşturur ya da onu içselleştirir, kendi olası yaşamları ile çarpar, böler… Ben de önce hemen kendime dönüp baktım. Ben yapabilir miydim böyle bir şeyi? Zamanında -kadrolu olarak kurumsal hayattayken ve sabah 09.00’da iş başı yapıp, gece 02.00’lerde eve döndüğüm günlerde- böyle bir akıma kapılmam, hele de bir X kuşağı mensubu olarak kendi iş ahlakı değerlerime yakıştırmam mümkün müydü? İş yerime, markama aşkla bağlılık, sınırsız özveri, yarına iş bırakmama hassasiyeti… Ve bunları hiç kariyer hırsı olmaksızın, içten gelen bir dürtü ile, sevgiyle yapmanın tam ters köşesinde duran bir durum neden bana sorular sordurmuştu? Peki ama iş-özel hayat dengesini düzgün bir şekilde kurmayı ben de istemiyor muydum?  

Ne diyor Kudhail yazısında: Sessiz terk edenler, işinden ayrılmak yerine yine işine gidip gelen, vazifelerini yapan, ancak iş tanımının sınırlarının asla dışına çıkmayan “genç” çalışanlar… Yani ne üzerlerine fazladan iş alıyor ne de mesai saatleri dışında elektronik postalarına düşen mesajlara bakmak zorunda kalıyorlar… Kısaca kim bunlar derseniz (izninizle konuya hepinizin fikir sahibi olduğu yerden giriyorum) elbette ağırlıklı Y ve bir miktar da Z kuşağı mensupları. Tamam ben de yaşlı olduğumu söylemiyorum elbette ancak kuşaklar arasında hasıl olan sosyo-kültürel değişimleri de kabul etmemiz gerek.

Beyaz yakalının evrimi!

Fotoğraf: Andrea Piacquadio

Çoğu kaynağa göre (bazı kaynaklarda tarihler arasında 1-2 sene fark oluyor) 1965 ile 1979 yılları arasında doğanların oluşturduğu X kuşağının temsilcilerinden biriyim ben. Aidiyet duygusu güçlü, aile kavramına bağlı, düzeni korumada ustalaşmış, aynı iş yerinde yıllarını harcayacak kadar sadık, sorumluluk sahibi, çalışkanlığa önem veren kuşak. Öte yandan kimileri için sıkıcı bulunan bu özelliklere rağmen; Betamax kasetlerden VR gözlüklerle Metaverse dünyasına, Aya’a ilk ayak basıştan Mars’a tatil planlarına, 20 kuruşluk simitten yarım milyonluk bitcoinlere, körfez savaşlarından böceklerin baş rolde olduğu biyolojik savaşlara kadar hemen her alanda sıçramayı layıkıyla başarmış bir kuşağın ferdiyim. Gururluyum. Daha da göreceğimiz ve uyumlanacağımız çok şey var. Bu arada Elon Musk’ın X Kuşağı’nın en önemli temsilcilerinden biri olduğunu da es geçmeyelim 😊  

Dünyada 1.8 milyar Y var! 

Yine çoğu kaynağa göre 1980 – 1996 yılları arasında doğanlar Y Kuşağı’ndan sayılıyor. Bugün gezegen üzerindeki nüfusları 1,8 milyara ulaşan Milenyumlar, tarihin en eğitimli nesli olarak kabul ediliyor. Dahası, kadınların eğitim seviyeleri ilk kez neredeyse tüm bölgelerde erkekleri geride bırakmış durumda.

Sorgulayıcı ve özgürlükçü olmakla X’lerden ayrışan bu kuşak nedenini bilmedikleri bir işi yapmadıkları gibi, iş hayatına da yepyeni adetler, hiç akılda olmayan yenilikler kattılar. Bilgisayar oyunu yazılımcıları, bloggerlar, Youtuberlar, influencerlar, hemen her alanda faaliyet gösteren “koç”lar, başta Facebook’un yaratıcısı Mark Zuckerberg olmak üzere, dijital dünyanın pek çok aktörü bu nesle mensup. Yalnız çalışmayı tercih eden X’lerin aksine, Y kuşağı çalışanları organize bir işyerini ve grup çalışmasını seviyor. İş yerlerinde aradıkları şey; liderlik, adalet ve yalnızca performansa dayalı iş incelemelerinde kapsayıcılık. Mesai kavramı onlara hayli antipatik. Cep telefonum, laptopum neredeyse iş yerim orasıdır zihniyetini başlatanlar da onlar. Yaratıcı ve girişimci ruhların çoğu bu kuşaktan. Örneğin seyahat etmeye hepimiz bayılırız ama üstüne bundan geçim kaynağı yaratabilmek de gene Y’lere has bir durum.

Ve iş dünyasının taze aktörleri Z’ler…

Fotoğraflar: Polina Tankilevitch

Gene ayrışan görüşler olmasına karşın, araştırmacılar ve popüler medyadaki ağırlık kabul Z jenerasyonu için genellikle 1990'ların sonları ile 2010'ların başlarında dünyaya gelenler. 1997-2013 gibi yuvarlayabiliriz meseleyi. Kısaca bugün en yaşlı Z taş çatlasın 25-26 yaşında. İş hayatında emekleme sürecindeler. Yine de -araştırma sonuçlarına göre*- ne istediğini ve ne istemediklerini çok iyi biliyorlar. Haz etmedikleri bir işte çalışmaktansa yemek, yaşamak ve sırt çantalı seyahat etmek için yeterli paraya sahip olacakları ve sevdikleri bir işi yapmayı hayal ediyorlar.

Çevreleri ve dünyadaki ürünler hakkında oldukça geniş bir bilince sahipler. Teknolojiyi parmaklarının ucunda tutan bu gençler gerek toplumsal gerek ekonomik açıdan etkili kararlar alabilir, başkalarını hızla etkileyebilir ve Y kuşağının bile ulaşamadığı büyük miktarda bilgi arasında gezinebilirler. 

Sadece siyasette değil eğitim kurumlarında ve hatta ailelerinde bile geleceğe dair motivasyon için kullanılan sloganvari sözlere inanmıyor Z’ler… Yeğenlerimden biliyorum. Kendilerine sunulan her söylemin akılcı bir tabana veya projeye oturmasını bekliyorlar. Bu da onları bir iş yerine duygusal bağlarla itaatten uzak tutuyor haliyle.

İyi, hoş da nereye varır bu “sessiz terk”?

Bu hareket kendini korumak ve “maaşın kadar çalışmak” prensipleri üzerine kurulu. Olayın yayılmasının tetikleyicisinin de Amerikalı bir TikTok kullanıcısı olan @zaidlepplin olduğu söyleniyor. “Hayatınız işten ibaret değil” dediği ve viral olan bir video yayımlamasıyla ortaya atmış bu yaklaşımı. Bir diğer iddia da hareketin kökeninin Çin’e uzandığı. Çin’de “yan gelip yatmak” anlamına gelen #tangping etiketi uzun çalışma saatlerini protesto etme amaçlı kullanılmasının ardından sansürlenmişti. Türkiye’de bu protesto biçimi rağbet görür mü, hiç emin değilim. Ancak çalışanın bu tavrının, şirketlerin de iş etiği konusundaki şapkalarını önlerine alıp, düşünmeye başlatacağı kesin. 

Kudhail’in haberinde biri Amerika’dan 24 (Z) diğeri Londra’dan 31 (Y) yaşında iki kişiden örnek verilmiş. (Şahsen 24 yaşında birinin tükenmişlik sendromuna girmiş olabileceğini pek aklım almıyor ya, neyse…) Her ikisi de yönetici kademesine atandıktan sonra -özellikle Pandemi döneminde- iş yükleri artınca (haftada 60 saat kadar), zam talebinde bulunmuşlar. Hiçbir maddi karşılığı olmadan fazla mesai de yapmak zorunda kalıyorlarmış. Zam talepleri reddedilince kendilerini aşağılanmış hissetmişler ve salgından dolayı ekonomi de çok belirsiz olduğundan işten ayrılmaktansa “sessiz terk”in daha güvenli olduğuna karar verip, uygulamaya başlamışlar. Bu dönemde iş tanımları dışında kalan tüm talepleri geri çevirmeye başlamışlar. Üzerlerine düşen işin haricinde parmaklarını dahi oynatmamışlar. Bu yüzden eleştirilere, hatta tembel oldukları yönündeki suçlamalara da maruz kalmışlar. Sonunda ne mi olmuş? İkisi de 1 sene gibi bir sürenin sonunda işlerinden ayrılmışlar!

İş dünyası uzmanları, insan kaynakları yöneticileri arasında; bu trendin sürekliliğinin olamayacağını, zamların ve terfilerin sadece ilerlemek için çaba sarf edenlere tanınacağını, işin asgarisini yapmanın bu kapıları açmayacağını, bu inadın başarılı bir kariyer sahibi olmayı imkansızlaştırdığını hatta vasat biri olmakla yetinmekle eş değer olduğunu belirtenler var.  

Kariyer koçu Joanna Mallon ise, benim hislerime tercüman olmuş: “Herkes hayatının bir noktasında sessiz terk yoluna giriyor. Ama belki de bu artık o işle fiziksel olarak bağları koparmanın ve başka bir yola girmenin zamanının geldiğine işaret ediyor olabilir.”  

Bütün bu yazdıklarımın sonunda anlıyorum ki; ben de o dönemler kendimce bir “sessiz terk” yapmışım aslında. Yukarıdaki örnekler gibi maddi değildi benim sebeplerim. X’lerde çalıştığı kurumla kurduğu duygusal bağ daha güçlü sanırım :) Kurumsal hayattaki, aşırı çalışmadan dolayı enerjimin tükenme noktasına geldiği uzun yılların ardından vites küçültüp, kendi şahıs firmamı açma ve butik yaklaşımla danışmanlık hizmeti verme kararı almıştım. İş-hayat dengemi bu şekilde ayarına oturtmuştum. Ve iyi hissetmiştim. Halen -çok yoğun çalıştığım dönemler olsa da- iyi hissetmeye devam ediyorum. 

Kıssadan hisse, hangi jenerasyondan olursanız olun, işinizle ilgili ters giden bir şeyler varsa bir yerlerde bir çözümü illaki vardır, emin olun. İş ki çalışmaya, üretmeye gönlünüz olsun. 

Kaynaklar: BBC News, MSNBC, Weforum.org, Sisinternational.com, Maya Vakfı & Smartlook Analytics araştırması

Instagram

Web

Linkedln

Popüler İçerikler

Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
YORUMLAR
03.09.2022

Kesinlikle çok çok doğru bir yazı olmuş, hele Türkiye için... 15 yıllık bir inşaat mühendisi olarak, bu tekniği yeni uygulamaya başladım sayılır ve artık çok daha iç huzurum, hayata ayıracak daha fazla zamanım var. He dersin ki al sana hak ettiğin maaş, patronumu çiğner o şirketin haklarını kimseye yedirmem, şirketime toplu iğneden para kazandırırım (daha önce hep yaptım, madalya takmadılar, takdir de etmediler, kaybedince anlıyorlar değerini de). Ama ne kaaa ekmek, o kaaa köfte...

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ