Yirmi dokuz yaşındayım, öyle anlatılabilecek pek bir yanı yok hayatımın aslına bakarsanız. ama şunu çok açık söyleyebilirim ki, aklımla kalbimin birbirini onayladığı ender kavramlardan birisi Beşiktaş. Aklım, kalbim, kanım, ellerim, ayaklarım, hepsi diken diken oluyor Beşiktaş dendiğinde. konuyu zorlaştıralım biraz. bu tüm organların ayrı ayrı ne yaptıklarının farkında olduğunu düşünelim. Mesela kalbin inat edip atmadığını, Beşiktaş’ım için atmadığını. Kalanım yeter herhalde, var gücüyle, Beşiktaşlı olmaya.
Gerçi bunu anlayamayacaklar da var. Son günlerde, yöneticiyiz diye başında oturan insanların yaptıkları yüzünden çamur atıldı 'benim Beşiktaşım'a. Değerleri, tarihi, kültürü gözardı edilerek lümpen muhabbetlerine malzeme oldu. Hakkında yazılan entry sayılarına göre diğer kulüplerle kıyaslandı. Ben Beşiktaş demeyi öğrendikten birkaç yıl sonra doğmuş Delgado’nun büyük futbolcu olmayışı ile benim Beşiktaş sevgime laf söylendi mesela. Ben ilk maçıma gittiğimde daha doğmamış Bobo ile Beşiktaşkım sorgulandı. Severim her iki futbolcuyu da, ayrı mesele, ama 'Şenollar Birollar gider Yusuflar Şanlılar gelir' diye büyüdük biz, büyüktük. Büyükten daha büyüğü bulmasını biliriz, büyüğüz. Rakip takım kaptanına 'adam gibi oynayın' diyen baba hakkıyız çünkü. Ve onun alnından öptüğü Süleyman Seba’yız, on bin deplasmana gitmiş optik başkanız, siyah beyaz çubuklu formayız, metin ali feyyaz’ız.
anlayabilene tabi. En azından kendimize.
Tüm o söylenenler mi? Gülüyorum sadece. Beşiktaşlı olmak bu benim için: 'kalbim atıyor.' Bilmeyene söyleyeyim, meşin bir kalbim var benim; beyaz altıgen ve siyah beşgenlerden oluşuyor.