“MADDE 2 – (2) Kurum düzenlemelerinde belirlenen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç duyulmayan özel amaçlar için tahsis edilmiş frekans bantlarında ve çıkış gücünde çalışan Kurumca onaylı telsiz cihaz ve sistemleri bu Yönetmelik kapsamı dışındadır.” Özel amaçlar için tahsis edilmiş frekans bandı ISM gibi sınırlı güçle otomasyon gibi uygulamalar için belirli alanlar içindeki kullanımdır. Burada GSM sistemi niteleniyor olamaz çünkü GSM sisteminde lisans karşılığında frekans tahsisi yapılmıştır.
Aynı yönetmeliğin 6. Maddesi kriptolu haberleşme cihazının anahtarının kurumla paylaşılmasını gerektirmektedir. Buradaki kurum BTK’dır. Kripto anahtarını BTK ile paylaşmadan tahsisli frekanslarda kablosuz (telsiz) iletişim yapılması durumunda iletişime kapatma ve suç duyurusunda bulunma hükmün açıkça ifade edilmiştir:
“MADDE 6- (3) Kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin yurtdışından yolcu beraberinde veya kesin dönüşte getirilen veya bireysel olarak ithal edilen veya posta ile gelen kodlu veya kriptolu haberleşme cihaz/sistemlerine, bu cihaz/sistemlere ait kod veya kripto anahtarlarının Kuruma teslim edilmesi halinde, kullanma ve kurma izni verilebilir. Kurumdan izin alınmadan yapıldığı tespit edilen kodlu veya kriptolu haberleşmeler iletişime kapatılır ve ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulur.”
Aycell, Turkcell ve Telsim’e GSM lisansları verildiğinde mobil uygulama kavramı Dünya’da henüz bilinmemekteydi, AppStore ya da Android Market yoktu. Bu cihazlara uygulama katmanı geldiğinde niteliklerin değişeceği 5809 sayılı yasanın ifadelerinde niyete göre cezai uygulamaya dönüşebilecek bir hukuki zemin oluşturduğu görülüyor. Bu konuda farklı yorumlar olabilecekse de şimdilik BTK’nın önceliğinde ilgili devlet birimlerinin hoşgörülü davrandığını da söyleyebiliriz. Ancak bu açıklamalar dikkate alındığında eğer bir savcı ihbar kabul edip soruşturma açarsa, delinin kuyuya taş atması gibi bir durum oluşabilecektir.
15 Temmuz kalkışması 2016 yılında değil 2006 yılında olsa başkanın TV kanalıyla iletişimi kesilebilecekti. 2016 yılında bir cep telefonu uygulamasının izlenememesi sayesinde gerçekleşen bu görüşme kalkışmanın seyrinin değişmesinde etkili oldu.
Yaşam öğelerimizin hızla elektronik ortama taşındığı bir dönemdeyiz. Maddi varlıklar da elektronik ortama taşınmasından öte sanallaşmakta. Bu durum kişilerin kendi veri iletişiminin güvenliğini yükseltme ihtiyacını da ortaya koyan nedenlerden biridir. Zira banka şifrelerimiz, T.C. kimlik numaralarımız dahil pek çok verimiz örneğin çağrı merkezi işlemlerinde ton kodu olarak aktarılıyor ve dinlenebiliyor. Bu tür örnekler çok sayıda verilebilir. Bankada para yoksa sorun yok diyenler de olabilir 😊.
Kişinin bakış açısına göre değişmekle birlikte kimse özel hayatına ilişkin bazı konuşmalardan alıntılarla farklı türden baskı ya da şantaja uğramak istemez. Yapa zekanın hızla geliştiği bir dönemde konuşma ve diğer iletişim içeriklerinden otomatik bir sicil çıkartılması hoşa gitmez. Bunlar ilk bakışta iletişim gibi gözükse de kişisel hak ve özgürlüklerle ilgilidir.
Teknik olarak bazı telefon işletim sistemlerine diğerlerine göre daha kolay truva atı (Spyware) aktarılabiliyor olması devletin bir sorumluluk alanı değil, vatandaşın seçimidir. Ancak genel iletişimin doğrudan ses kanallarından kriptolu veri iletişimine dönüşüyor olmasında devlet tarafından “yasal gereklere bağlı” izlenebilirlik seviyesinin iyi irdelenmesi de gerekir.
İletişimin gizlilik sınırında toplumsal mutabakat gerektiren bir ikilem (dilemma) bulunmaktadır. Bu bir taraftan kamera ile izlenmekten rahatız olup, diğer yandan bir hırsızlığa uğradığımızda kamera görüntüleri sayesinde hırsızın bulunabilmesine sevinmemiz gibidir. Siber güvenlik sorunlarına dayalı zarar görebilirliğin giderek arttığı bir dönemdeyiz.
Bilgisayarı kilitlenip şantaj ile Bitcoin istenildiği korsanlık olaylar ülkemizde de kişi ve kurumlara hasar vermekte. İletişimin izlenebilirliğinde, yasal otorite tarafında da genel bir kısıtlamaya gidilmesinin terör de dahil olmak üzere ihtiyaç duyduğumuzda güvenlik birimlerinden alabileceğimiz performansı da etkileyebileceğini dikkate almak gerekir. İletişim sistemlerinde de yapay zeka ile elde edilen yetenekler hızla gelişmektedir. Kayıt olmadan insansız tespitlerin kayıtlı sistemlere otomatik geçiş ve ihbar oluşturabilmesi koşulları bundan sonra yapılacak yasa ve yönetmeliklerin kapsamı içinde değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak yeni anayasanın konuşulduğu bu dönemde kişisel iletişimin gizliliğinin sınırları konusunda da toplumsal bir mutabakat oluşturulmasında fayda olabilir. Aksi halde teknoloji değiştikçe yönetmelikleri çıkartanlar ve uygulayanlar açısından da yetki ve sorumluluk belirlemede zorluklar artarak devam eder.