Belirsizlikle Mücadelede Çevik Kültür İşe Yarar mı?

Her şeyi hızlıca tüketmeye alışkın olduğumuzdandır belki, akademi ve iş dünyasında da sürekli yeni kavramlar peşinde koşarız. Bunlar sıklıkla bir yerlerden uyarlanan, bazen de yeni gibi sunulan kavram denemeleri olur. Bir kısmı dilimizde yerleşik bile değildir.

Kavramsallaştırma denemelerinden biri olan “çeviklik” bu yazının konusu.

Günlük dilde pek de oturaklı şekilde kullanmadığımız “çevik” (agile) sözcüğü, iş dünyasına son yıllarda hızlı bir giriş yaptı ve dillerden düşmüyor.

Çevik kültür, çevik yönetim, çevik pazarlama olarak plazalarda sıkça telaffuz edilen ve masaya yatırılan konu, esasen mevcut iş kültürünün dönüşmesi arzusundan doğmuş diyebiliriz. Çeviklik bu anlayışta, bir organizasyonun ya da yapının değişime hızlı ve etkin şekilde uyumlanabilmesini ifade eder özetle. Kurumların ve kişilerin bu uyumlanmadaki yeteneği bundan böyle adeta başarının en önemli kriteri olmuştur. Özellikle iş dünyasında sıkça rastladığımız bu tür kavramların sıklıkla yaşam bilgeliklerinden, kadim öğretilerden, psikoloji ve felsefe gibi alanlardan beslendiğini görüyoruz. Böyle olması gayet de doğaldır.

Bilinen ve uygulanmakta olan ancak durağanlaşmış konuları yeniden vurgulama, altını çizme ya da anlatılmak istenenin adını ilgi çekici şekilde öne çıkarma ihtiyacı görülüyor zaman zaman.  Kavramın içi doldurulduğu ve hakkı verildiği sürece işe yarıyor demektir. İş dünyasının moda kavramlarından biri olan çeviklik, yaşamsal konularımızla ne kadar ilişkili? Evrensel değerlerden neleri kendine uyarlamış? Biz bu kavramın anlatmaya çalıştığı şeylerle ilgili dünyaya bakışımızda ve kendi yaşam bilgeliğimizde neleri hatırlayabiliriz? Şirketler belirsizlikle mücadelede çevikliği benimsiyor, kişisel hayatlarımızda da işe yarar mı? Bir bakalım…

Yeni bir yılın başlangıcındayız. Çoğumuz için sıradan bir takvim dönümü olmuyor, yeni umutlara sığınıyor, beklentiler içerisine giriyoruz. Ekonomik zorluklar başta olmak üzere çeşitli güçlükleri aşma beklentisi içerisindeyiz. Esasen birbirinden farklı birçok güçlüğün temelinde belirsizlikle baş etme kavramı bulunur. Hızlandıkça hızlanan yaşamlarımıza son yıllarda özellikle pandemiyle birlikte eklenen ve kalıcı hale gelen önemli bir konu ‘belirsizlik’ oldu. 

Değişim ve dönüşüm hızının artması doğal olarak beraberinde belirsizliği sıkı bir eşlikçi yapar. Bir sonraki adımı görebilmek ve hatta bundan kendince emin olarak ilerlemek biraz gerilerde kaldı. İş dünyasının master planları bir zamanlar kendinden daha emindi, kendi yaşamının planlarını 30-40 yıllık öngörülerle yapma alışkanlığının olduğu bir dünyadaydık. Şimdi ise buralardan çatırdama sesleri yükseliyor. Öngörme süreleri oldukça kısalmış durumda. Yarını pek kestiremediğimiz ve anlaşılan o ki, hepimizi rahatsız eden bir hayaletle karşı karşıyayız. Nereden, nasıl ve ne zaman geleceği asla belli değil. Belirsizlik insanın tahammül etmekte en zorlandığı konulardan biridir. Belirsizlik kaygı yaratır. Çoğumuz için huzursuz edici olabilir. Uzman yardımı gerektiren yüksek düzeylerdeki kaygıyı bir tarafa koyarak burada felsefi zeminde bir tartışma yürütelim. Bir durumla baş etmenin ön koşulu, onun varlığını kabul etmek olsa gerektir. Adeta hayali bir kavram gibi duran belirsizlikle bir yolculuğumuz olacaksa işe buradan başlayabiliriz.

Öncelikle şunu kabul edelim; zaman algımız gittikçe daha da hızlanacak ve belirsizlik yaşamın her alanında her an mevcut olabilir. Her şeyi kontrol etme imkânımız bulunmuyor. Böyle bir yaşam isteği gerçek dışı ve ütopiktir. Doğal afetler, savaşlar, krizler, salgınlar… Hangisinin hemen bugün olmayacağını garanti edebiliriz? Hadi o kadar radikal olmayalım, kendi küçük dünyamızda bugün hasta olmayacağımızı, oturduğumuz yerden taşınmak zorunda kalmayacağımızı, yarın bambaşka bir güne uyanmayacağımızı da garanti edemeyiz. İş yaşamında ise her gün taşların yerinden oynayabildiği bir döngüde her mesai günü belirsizliklerle doludur. Bu cümleleri arka arkaya sıralamak dahi yorucuyken, kabule geçmek oldukça rahatlatıcı görünüyor. Şunu da kabul edelim ki, belirsizlikle gelen değişimler genellikle korkutucu bulunabilir ve olumsuz algılanmaya daha meyillidir. Oysa, her değişim ve dönüşüm bizi farklı bir algılama ve yaşama biçimine yönlendirir. Olaylara bakış açımızı daha yapıcı bir yöne çevirmek, kabulle birlikte dayanıklılığımızı artırır. Şimdi, baş etme denemelerine hazırız.

Çemberden çıkarak bakmak görmeyi kolaylaştırır.

Üzerine manifesto yazılan ve belli değerlerde uzlaşılan çevik yönetim bakış açısına göre iş dünyasında, hedeflerle ilgili temelde bir bilinmezlik ya da değişim varsayımı kabul edilir. Belirsizliğe rağmen kararlılık göstermek, belirsizlik içinde karar dengesini gözetmek önemsenir.

Çevik yönetim manifestosunun konularını burada basit iş yapış biçimlerine indirgeyen taktikler biçiminde değil, daha kapsayıcı çıkarımlar yapmamızı sağlayacak şekilde ele alacağım.

• Manifestonun ilk söylemi öğrenmenin doğasıyla ilgilidir. Dünya artık doğrusal bir düzlemde ilerlemiyor. Doğrusal olmayan yapılar daha esnektir ve öğrenme yeteneği esnek bir yapıda ilerler. Fikir alışverişlerinin olduğu, edinilen bilgiler ve öğrenmeler sonucunda değişime açık olunan bir bakış açısından söz ediyoruz.

• İş birliği ve esnek iletişim, manifestonun yine doğrusal olmayan ve esneklik gösteren yaklaşımını ifade eder. Gelişim için birliktelik bilincinin oluşması ve iletişim kurulabilen bir ağ yapısı esastır.

• Veriler doğrultusunda sürekli yenilenmek, bugünün dünyasını en güzel anlatan manifesto cümlesi olabilir. Veri toplumundan, ağ toplumuna geçiş yaptığımız bu yüzyılda birbiriyle konuşan ve birbirinin verilerinden kendine çıktı sağlayan sistemler oluşturmak zorundayız gibi görünüyor.

• Araştırmalar, keşifler ve analizler… Veri dediğimiz yapı taşı tek başına bir şey ifade etmez. Veriyi bize yol gösteren ve hedefe götüren stratejik sürecin ayrılmaz bir parçası olarak görmek gerekir. Sürekli merak, doğru sorular ve analizlerden gelen verileri anlama dönüştürme sanatı burada devreye giriyor.

• Esneklik ve planlılık. Önceleri birbirine daha mesafeli duran bu iki kavram, manifestonun söz edilen diğer konularının benimsendiği bir bakış açısıyla büyük bir anlam kazanmıştır. Bozulan planlar bu anlayışta bizleri eskisi kadar üzmez çünkü esnek bir yaklaşımla planları hızlıca revize edebilir, küçük denemelerle yeniden tasarlayabilir vb. birçok alternatif üretebiliriz. Bu anlayışta tüm bunlara hazırlıklı ve donanımlıyızdır.

• Değişime hazırlıklı olmak ve plana değil değişime karşılık vermek, çevik kültür olarak adlandırdığımız bakış açısının her aşamada vurgulanması gereken cümlesi olabilir. Çünkü belirsizlik algısı değişim algısıyla iç içedir. Her an bir değişim olabileceğini varsayan ve anı esas alarak değişime karşılık veren, böylece esnek hareket etme yeteneği kazanmış bir sisteme ihtiyacımız vardır.

• Manifestonun son maddesinde, küçük denemelerle büyük hedeflere ulaşabileceğimiz çıkarımına geliyoruz. Esnekliğin ve verilerden doğru bir öğrenme kabiliyeti çıkarmanın kazandırdığı kültür bizlere, küçük denemeler yapmaktan ve olmadığında vazgeçmemekten, hataları görerek hızlıca yeniden uyum sağlamaktan korkmamayı öğretiyor.

Manifestoda yer alan yaklaşımlarla ve belli değerlerle hareket edilen bir çerçeve çizildiğinde ve buna sadık kalındığında görevini yerine getiren bir anlayışı özetledik. Görev, belirsizlik içerisinde yol almak. Sürekli iyileşmenin ve gelişmenin taahhüt edildiği bu kültürde, Kaizen, İkigai, Shu Ha Ri gibi öğretiler de zaman zaman çerçeveye dahil edilmeye çalışılır. Kaizen, daha iyiye gitmek için sürekli bir değişimi ifade eder. Küçük adımlarla ilerlenen değişime itimat edilir. Bu kültür içerisinde İkigai, benimsenen değerlerin içsel bir istekle takip edildiği ve tatmin duygusu veren anlayışı yansıtır. Shu Ha Ri, derin öğrenmeyi esas alan bir öğretidir. Öncelikle konunun özünün öğrenildiği ve sonrasında üzerine yeni deneyimlerin eklenmesiyle ustalığa doğru gidilen bir süreci anlatır.

Çevik kültür için özetle, etkileşimli, iş birliğine dayalı, değişime her zaman açık, değişime karşılık veren, esnek, değerlerine bağlı, doğru ve derin öğrenmeyi esas alan bir çerçeve diyebiliriz. Bugün bir insandan ya da bir kurumdan daha ne isteyebiliriz ki! Bu özellikleri taşıyan bir varlık, doğası gereği sürekli daha iyiye gidecektir. Belirsizlik ve değişim iç içedir demiştik. Belirsizlik geldiği vakit, bir şeylerin değişeceği hissine kapılırız. Alışkanlıklarımızı ve konforumuzu bozma ihtimalini düşündürerek kaygı yaratan durum da esasen budur. Burada yol ikiye ayrılıyor. Bildiğim şey, kötü olsa bile bilmediğimden daha iyidir diyerek değişime direnecek miyiz? Yoksa kültürel çerçevede söz ettiğimiz özelliklere ve 'an'ın getirdiğine uyumlanarak değişimin iyi tarafına kollarımızı açacak mıyız?

Instagram1

Instagram2

Twitter

Popüler İçerikler

Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"
Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!