Bir düşünün, kimlere acırsınız? Dilenciler geldi aklıma. Çaresiz mülteciler, sahipsiz çocuklar, iflas etmiş, işini kaybetmişler, sevdiği birini kaybedenler… Acımak, acı çeken kişinin başka çaresi ve gücü olmadığına inanmakla başlıyor. Acımak kültürün içinde yerini korurken ve fakat narsistik bir küçümsemeyi de kapsamaktadır. Herkes kayıplar, çaresizlikler yaşar ve aynı zamanda düştüğü yerden kalkıp kendini yeniden inşa edebilir. Kendimize acırken de çaresiz kaldıklarını düşündüklerimize acırken de onları bu acıyarak güçsüzleştiririz.
Gelelim merhamete…
Şefkati İngilizceden merhamet olarak çevirenler oldu. Kafalar karıştı. Merhamet; bir kimsenin acı çekmemesini istemektir. Acıya neden olmamak hassasiyeti ile yaşamaktır. Birinin takılıp düşmemesi için yerden taşı kaldırmak, bir bebeğin başını çarpmaması için elini sehpanın köşesine siper etmek, yaşlı birine yol göstermek, bir havyana su vermek… Kültürümüzde yeri çok özeldir. Merhameti sadece insan da değil bazı hayvan davranışlarında bile görebiliriz. Merhamet görerek öğrenilir. Hatta ne zaman öğrendiğimizi hatırlamayabiliriz.
Ve şimdiye kadar saydığımız güzide insan davranışlarının şahı şefkat… Şefkat acımaktan da empatiden de merhametten de farklıdır, özeldir. Merhamet birinin acı çekmemesini istemekken şefkat onun acısını dindirmeye, hafifletmeye dair harekete geçmeyi de kapsar. İlle de dindirilemez acılar olduğunda da acı çekenin yanında durabilme gücünü sağlar.
Şefkat gelişigüzel değildir. Kasıtlı olarak öğrenilebilir. Şefkatin boşluğu da yokluğu da büyük yaradır. Doğrusu şefkat almaya ve vermeye meyyal yaratılmışızdır. Ancak sürekli eleştirilerek büyütülmek bizdeki bu yatkınlığı sabote eder.