Ancak hedef gerçekleştiğinde, bu güçlü “mücadeleci kimlik” artık işlevini yitirir. Ve bu sadece bir amaç kaybı değil, aynı zamanda kişinin kendisiyle kurduğu bağı da sorgulamasına neden olur.
Psikolog John Bowlby’nin bağlanma kuramı bu durumu iyi açıklar:
İnsan yalnızca başkalarına değil, kendi içindeki benliklere de bağlanır. Yani mücadeleyle tanımlanan “eski benliğe” veda etmek, aslında bir yas sürecidir.
Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre ise bu dönem, bireyin kimlik bütünlüğünü yeniden kurmak zorunda kaldığı bir geçiş anıdır. Bu an, özellikle başarıyı kendi değerinin temel kaynağı haline getirmiş kişiler için sancılı geçer. Artık “kimim?” sorusu değil, “bundan sonra kim olacağım?” sorusu öne çıkar.
Fonagy ve Target’a göre bu süreç, kişinin geçmiş deneyimlerine yüklediği anlamla yakından ilişkilidir. Eğer hayatın anlamı hep mücadelede bulunduysa, başarıdan sonra gelen bu duraksama, kişiyi derin bir varoluşsal sorgulamayla baş başa bırakabilir.
Viktor Frankl’ın logoterapi yaklaşımı da bu noktada devreye girer: İnsan hayatında anlam kaybı yaşadığında, psikolojik boşluklar ve depresif ruh halleri kaçınılmaz hale gelir.
Bu duygusal geçiş, yalnızca kariyerle ilgili değil. Psikolojik iyileşme, aile içi denge kurma ya da uzun süredir devam eden bir terapide sona gelmek gibi soyut başarılardan sonra da yaşanabilir. Çünkü başarı, çoğu zaman bir “son” gibi görünse de, psikolojik olarak aslında bir başlangıçtır.
Mentalizasyon kuramına göre de geçmişte hayatını mücadele üzerinden tanımlamış kişiler için bu yeni dönemde anlam yitimi yaşanabilir. Viktor Frankl’ın logoterapi yaklaşımında vurguladığı gibi, insan hayatında anlam duygusunu kaybettiğinde psikolojik boşluklar ve depresif hisler kaçınılmaz hale gelir.