Barış Pehlivan: "Beni Cezaevine Koymakla Hata Yaptılar, Artık Gayrimeşru Alemin Nasıl İşlediğini Biliyorum"

'Beni açık cezaevine koymakla hata yaptılar. Artık gayrimeşru alemin nasıl işlediğini biliyorum.'

Barış Pehlivan ile söyleşimiz devam ediyor. Konumuz güvenliğe geldi bir ara ve bana  'Pelin ben hâlâ 12 sene önce evime giren, bana ait olmayan belgeleri bilgisayarıma yerleştiren kişinin kim olduğunu bilmiyorum. 19 ay suçsuz olduğumu bilerek cezaevinde kaldım. 19 ay! Kime güveneyim?' diye sordu. Ben de soruyu buraya bırakarak başlıyorum...

-Bahsettiğin "uyarı" işe yaramamış olacak ki S. S kitabını yazdınız, 2023'te de çıktı...

Süleyman Soylu ile alakalı olduğunu düşündüğümüz hukuksuzlukları Barış Terkoğlu ile birlikte araştırmaya devam ettik ve kitabı o korumanın kaldırılması kararından yani 'uyarı'dan 2,5 yıl sonra yazdık. Durmadık çünkü gazeteciyiz ve görevimiz kamuoyunu bilmesi gereken konularda bilgilendirmek. Eğer ben, benim güvenliğimden sorumlu olan makamın bizzat güvenliğimi tehlikeye atacak çalışmalarda bulunduğuna dair belgeler bulursam yayınlarım Pelin.  İşimin en temel görevi bu. Bunu yazdım ve Sayın Soylu bana sosyal medyadan hakaretler yağdırdı. Cevap da vermedim. 

 -En son cezaevine girerken de 'Yazmaya devam edeceğim.' dediğini anımsıyorum. 

Karşında Türk Ceza Kanunu’ndaki birçok maddeden hakkında soruşturma açılmış bir adam var Pelin. 150’ye yakın soruşturma açılmıştır herhalde. 20 ayrı avukatım var. Olmak zorunda. Öyle ya da böyle yazdığım konulara baktığımda; devlet içinde illegal örgütlendiğini düşündüğüm insanları, yapıları yazmaya ve açığa çıkarmaya gayret ediyorum. Bir de bu bahsettiğim insanlar devlette karar verici ya da yönetici durumunda iseler daha da önemli. Bunun bedelini ödüyor olabilirim ama içim rahat çünkü bugüne kadar bir kez bile 'Hesap hareketleri dikkat çekti!' gibi bir haber bulamazsın hakkımda. Ya da 'Şu gayrimeşru işe bulaştı.' gibi. Bak İlhan Selçuk'un bir lafı vardır. 'Her insan kendi heykelini yontar.' diye. Biz bu iktidar döneminde o yonttukları heykellerini kendi elleriyle kıranları da gördük...

-Tavırları, söylemleri, duruşları sonradan değişen gazetecileri kast ediyorsun...

Devşirilen muhalif insanları kast ediyorum. Bu insanlar sadece kendilerini değil milyonlarca insanın da hayallerini yok ettiler. Bak toplumda büyük bir değişim isteği var. İnsanlar mutsuz, bir şeylerin artık farklı olmasını istiyorlar ama bu sonradan devşirilen figürler bu insanların umutlarını yok ediyor. Belki o vatandaş senin için polisten gaz yedi? Belki o okurun senin için işinden oldu? Nasıl hesabını vereceksin? Bu insanlar artık kime güvenebilecek?

-Birine güvenmek, son dönemde gündemdeki 'dolandırıcılık' dosyaları da düşünülünce en zorlanacağımız konu olsa gerek...

Öyle. Çünkü artık hepimiz şöyle düşünüyoruz; 'O yaptıysa sen de yaparsın.' 'O bugün böyle diyor ama yarın ne yapacağı belli olmaz.' gibi… Ben inatla aynı şeyi aynı şekilde söylemeye, yapmaya devam edeceğim.

-Derim kalınlaştı dedin... Epeyce kalınlaşmış o halde...

Haklı olmanın gücünü ve doğruyu söylüyor olmanın verdiği o hissi kimse benden alamaz. Oturduğumuzdan beri gelen tehditlerden bahsettim sana mesela. Umurumda değil! Pelin ben hâlâ 12 sene önce evime giren ve bana ait olmayan belgeleri bilgisayarıma yerleştiren kişinin kim olduğunu bilmiyorum. 19 ay suçsuz olduğumu bilerek cezaevinde kaldım. 19 ay! Bak o dönemde Amerikalı bir bilişim şirketinden bu belgelerin bize ait olmadığını ispatlamaları için rapor istedik. Adamlar raporu sundular ama şok geçirdiler. Böyle bir şeye ilk kez rastlıyorlarmış. Hiçbir mantığa sığmıyor. Bunun belgeselini bile yapmak istediler, o derece.

-19 ay uzun bir süre. Derin ne kadar kalın olsa da zorlamıştır. Neydi sana iyi gelen içeride?

Okudum Pelin. Sürekli okudum. Buna benzer şeyler yaşayan insanların anılarını, sevdiklerine yazdıkları mektupları, başlarından geçenleri okudum. Mesela Sevgi Soysal'ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu isimli bir kitabı vardır. 12 Mart'taki cezaevi sürecini anlatan, onu 4-5 kez okumuşumdur. Öyle acılar yaşanmış ki, 'benimki de bir şey mi?” diyorsun.

-Cezaevi nedir desem…

Cezaevi seni yutan bir şey. Sana 'Buraya aitsin' hissini öyle kuvvetli verir ki. Ne öncen vardır sanki ne de sonran. Öyle bir boşluk hali. Ben mezarlıktan bir önceki yer olduğunu söylerim cezaevinin.  Hele politik bir suçlu isen daha da kötü. O zaman seni bir de tecrite alıyorlar. Yalnızlaştırıyorlar. Sebebi de 'Aman bu tehlikeli!” İnsani ihtiyaçlarını dahi neden konulduğu tam anlaşılamayan kurallar çerçevesinde karşılayabileceğin bir yerdir cezaevi. 

- 'Cezalı tencere” örneği vardır hani, 'Askerlikte mantık arama' derler, onun gibi mi?

Benzer bir durum. Su almak istiyorsun mesela, en doğal ihtiyacın değil mi? Onun için haftanın belli günü A4 kağıdına bir dilekçe yazıyorsun o suyu alabilmek için. Aynı şey çöpü atmaktan tut, bir ilaca ulaşabilmen için de geçerli. 

-Bunlar kişiyi disipline sokmak, otoriteye karşı ıslah etmek için uygulanan şeyler değil mi?

Ben, “Cezaevi ıslah etmez.” diye düşünenlerdenim. O sebeple bunun doğru bir uygulama olduğunu da düşünmüyorum. Bak cezaevinde en büyük hastalık nedir biliyor musun?

-Nedir?

Uyku Pelin. Uyuz değil bak, uyku. Çünkü insanlar orada uykuya kaçar. Hayattan elini ayağını çeker. Bırak ıslah olmayı, solar.

-Depresyonda da benzer bir örgü var. Uyku zamanında artma ve dengesizlik ilk belirtilerden hatta… 

Aynen öyle ve uyuyan kaybeder. Ben mesela aksine çok çok az uyudum içerideyken. Kendimi hayatın içinde tutmak, yaşadığımı ve kim olduğumu kendime hep hatırlatmak için. Okudum ve yazdım. Tıpkı girerken söz verdiğim gibi. Ve bu son girişimde yani ilk açık cezaevi deneyimimde inanılmaz öykülere şahit oldum. Bambaşka bir deneyim yaşadım. Şu an memleketin gayrimeşru alemindeki birçok önemli insanı birebir tanır haldeyim ve işlerin nasıl işlediğine dair da fazlasıyla bilgim var. 

'Yaşadıklarımı abarttığımı söyleyenlere açık çağrı: 

Bir saat cezaevine girip çıkın öyle konuşalım'

-Böyle araştırmacı bir gazetecinin açık cezaevine konması biraz yanlış bir şey olmuş sanırım…

Evet, açık cezaevini şöyle düşün... Memlekette dönen illegal tüm sistemin bazı aktörlerinin yer aldığı ve belki de sistemin bizzat orada yapılandırıldığı bir yer. Bence de beni oraya koyarak çok yanlış bir şey yaptılar. Çünkü her şeyi birebir gözlemleme şansım oldu. Kapalı cezaevinde ise bambaşka bir şey yaşanıyor. Orada hep tecrittesin...  20 kişilik koğuşta tek kişi kaldığımı bilirim. 2020'de mesela 6 ay tek başıma kaldım. Gardiyan belli zamanlarda gelir, kapıyı açar, bakar, kapatır, o kadar. İnsan temasın bu.  Bunun psikolojik ağırlığını anlatmam mümkün değil. Bana 'Abartıyor' diyenlere rastlıyorum bazen. Onlara buradan açık çağrı: Bir saatliğine cezaevine girin. Sonra konuşalım. Çetin Altan'ın bir sözü vardı cezaevi ile ilgili; der ki 'Bir avuç gökyüzü var.'  Evet aynen öyle Pelin. Tam avucum kadar bir yerden görebiliyorsun gökyüzünü o da belli bir süre. Açık cezaevini anlatmadan, kapalının risklerinden de bahsedeyim, çünkü  bence sistemde bu da yanlış. Diyelim ki hücremde tek başınayım ve kalp krizi geçirdim. Ne olacak? Orada bir alarm butonu var, ama ya ona ulaşamazsam. Kaç saat sonra gelecek gardiyanlar?  Hadi bastım düğmeye, diyelim. Kaç dakikada gelecekler? Gereken sağlık görevlisi kaçıncı dakikada başımda olacak? 

-Açık bu açıdan daha "avantajlı" duruyor ama sanırım onun da riskleri bambaşka?

Açık bu zamana kadar bilmediğim bir sistemdi. İktidar bizi hep politik davalarla meşgul ettiği için bu kavramı unutmuşuz. İçeri bir girdim 'Ulan biz neyi fark edememişiz.' dedim. Oysa açık cezaevi Türkiye’de bilinen bir sistemdi. Yılmaz Güney’in 'Yol' filmi mesela, bir açık cezaevi öyküsüdür. Öyle bir hikâyeyi anlatır. Hatta Güney’in kendisi de açık cezaevi iznindeyken yurt dışına kaçmıştır. Neyse; açık şöyle avantajlı, daha sosyalsin. Bir blokta 12 koğuş var, hepsinin kapısı açık, insanlarla iç içesin. Yatakhane gibi düşün. Ama gaspçısı var, dolandırıcısı var, cinayet işlemiş olanı var. Ne ararsan var yani.  

-Can güvenliğin için endişe etmiş olmalısın…

İlk başta ettim tabii, zaten bunu da beyan etmiştim. Zira, 'İçeride gereği yapılacak.' diye tehditler almıştım.  Bunu dile getirmiş olmam hem Silivri hem de Maltepe Cezaevlerinde önlem almalarına sebep olmuş. Buradan da rahatlıkla söyleyebilirim, beni güvende tutmak için ellerinden geleni yaptılar. Sonradan öğrendim ki birtakım mahkumlarla konuşmuşlar, beni uzaktan kollamaları için. Koğuşumda kalacakları da kendileri belirlemişler.  

-Başına bir şey gelmesi kimseyi mutlu etmez ki…

E, tabii gelse sorumluluk da onlarda olacak. Ama demin de söylediğim o nereden geldiği, motivasyonu belli olmayan grup var ya hani o cezaevi ortamında da çok vardı. Ben bana uzaktan nefretle bakan birçok insan gördüm. Sonuçta memlekette ünlü olmak isteyen çok. 'Barış Pehlivan’a zarar veren adam.' olmak da bir titr olarak algılanabilirdi. 

-Şu an durumun ne? Yeniden aynı mesele ile alakalı başının derde girme ihtimali var mı?  

Ben bu söyleşiye Kadıköy'deki İstanbul Denetimli Serbestlik Müdürlüğü'nden geliyorum. Şu an bir problem yok. Zaten 3-4 sene önce sadece işimi yaptığım yani yayımlandığım ve suç olmadığını bildiğim bir haberden dolayı haksız yere 3 yıl 9 ay ceza aldım. Ardından da denetimli serbestlik ile salıverildim. Ama ben bu cezanın da politik bir sebebi olduğunu biliyorum. O dönemde de CENDERE isimli kitabı yazıyorduk Barış (Terkoğlu) ile. Bunu birebir savcıdan bile duydum Pelin sorgum sırasında. Bana 'Yeni kitaba başlamışsınız Barış Bey' dedi. Ben de 'Evet, hapse atmazsanız yazacağız.' dedim. CENDERE FETÖ’den boşalan yerlerin kimler tarafından doldurulduğunu, devletin içindeki yeni klikleri anlatıyor. Onu da yazdık. Yine durmadık. 

-Adalet Bakanı’na yazdığın mektupları okudum. İkinci mektuptan sonra hakkındaki şikayet geri çekildi. Bunu bekliyor muydun? Şaşırdın mı?

Normalde hiç açılmaması gereken bir davadan bahsediyoruz. Yani o şikayetin de hiç yapılmaması gerekiyordu. Bu dünyada onlarca yıldır yapılan bir şeyi yaptım. Yasal ve gizli olmayan bir dava dosyasını inceleyip bir yazı kaleme aldım. Yorumumu da katmadım.  Şikayetçi olan Yargıtay üyesinin de muhatabı aslında ben değildim ama nedense soruşturmanın kendisinden değil de haberden rahatsız oldu ve benim denetimli serbestliğimin bozulmasına sebep oldu.  Bu meseleye de SS kitabının sebep olduğunu düşünüyorum.  Şaşırmadım, üzüldüm. Ülkede adaletin böyle geç tecelli ediyor oluşuna, sistemdeki çarpıklıklara üzüldüm ve biliyorum ki ben okyanusta sadece bir damlayım. Bu bozuk düzenin yuttuğu yüzlerce, binlerce insan var Pelin. O sebeple bu çürümüş sistemi konuşmaya devam edip, onların da mağduriyetlerine dikkat çekmeye devam edeceğim. İşim bu.

Takipçilerden gelen sorular:

'Aktroller de kendi aralarında savaşıyor'

-Aktroller hakkında da yazılar yazdınız. İletişim Başkanlığı ve sosyal medyada aktroll olarak tabir edilen kişiler arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz? 

Bu kavramın sadece İletişim Başkanlığı’na sabitlenmemesi gerektiğini düşünüyorum. İktidar sosyal medyanın gücünü Gezi Parkı döneminde öğrendi. Zaman içinde de iktidarın bünyesinde birçok farklı kanat bu sosyal medya gücünden yararlanmaya başladı. İletişim Bakanlığı'na yakın hesaplar olduğu kadar bazı bakanlara yakın hesaplar da var. O yüzden sorunun cevabı hem evet, hem hayır. Çünkü aktroll diye genellediğimiz hesaplar arasındaki çatışmaları da gözlemleyebiliyoruz. Zamanın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yine zamanın Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak arasındaki çatışmalar sosyal medyaya da birebir yansıyordu. Aktroller arasında da bir savaş var yani. 

-Ak Parti cephesinden medyaya yansıyan ‘’İçeride çatışma var.’’ iddiaları ne kadar güvenilir?

Sayın Cumhurbaşkanı iktidarı çok ustalıkla yöneten biri. Bu tarz kendi bünyelerinde yaşanan fikir ayrılıklarını bile güce çevirebiliyor. O çatışmaları dengeleyerek bazen bazılarına öncelik verip bazen bazılarını pasifize ederek. Zaten AKP dediğimizde yek bir vücuttan bahsedemeyiz, en az 4-5 farklı klik var ama eninde sonunda her şey Erdoğan'ın hükmünde birleşiyor. 

-Hem muhalefet hem iktidar yanlılarının güvenebileceği bir medya sizce ne zaman oluşur?

Zor bir soru. Ben tam bağımsız medya kavramının mümkün olabileceğini düşünmüyorum. Bir de son dönemlerde bir kavram var, sürekli dile getirilen: 'Tarafsız gazeteci…' Ben buna da inanmıyorum. Gazetecinin bir tarafı olur, bir fikri, bir inancı, bir görüşü olur ama esas başarı bunu mesleğine yansıtmamasıdır, objektif olabilmesidir. Kendine yakın bulduğu tarafı da aynı şekilde eleştirebiliyor mu? İktidar değişince belki bu kavrama biraz daha yaklaşabiliriz ama yüzde 100 olmaz. 

-Muhalif gazetecilerin haberleri 1-2 gün konuşuluyor sonra unutuluyor. Yolsuzluk ve hak ihlali haberleri muhalefet için tüketim ürünü mü?

Maalesef şöyle bir tembellik var: Eskiden muhalefet gazeteciler için haber kaynağı idi ama şimdi ne yazık ki muhalif gazeteciler muhalefet için kaynak oldu. Bu çok büyük bir ayıp. Hiçbir dokunulmazlığı olmayan 10 gazeteciye tüm ülkenin sorumluluğu yüklenmiş durumda neredeyse. Dokunulmazlık zırhına sahip milletvekillerinin 'Bizim hakkımızda fezleke var, konuşamıyoruz sizin sayenizde gerçekler ortaya çıkıyor.' cümlelerini de duymaktan sıkılmış haldeyiz açıkçası. Normalde hukuki koruması olan, dokunulmaz olanların daha cesur olması ve biz gazetecileri aydınlatması gerekir, ama ne yazık ki tam tersi söz konusu. 

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Avrupa'daki Rakibi Tottenham'da Üç Oyuncu Sakatlandı!
Erdoğan’ı Düşman Ülkelerin Cinlerinden Koruduğunu Söyleyen Üfürükçü Bir Ailenin Üç Kızını İstismar Etti
Erman Toroğlu, Galatasaray'ı 29 Ekim Kutlaması Sebebiyle Eleştirildi