Barış Erbil Yazio: Zihnin Suç Edebiyatı Algısı ve Müzik

Bilinmezlik veya mutlak gerçeğin saklı kalan yanlarının çekiciliği bizi neden hep ilgilendirmiştir? Bilmeye ya da öğrenmeye neden bu kadar ihtiyaç duyarız? Aslında doğada kulağımıza gelen bütün sesler, ilgimizi çeken/çekmeyen zaman zaman dinleme ihtiyacı duyduğumuz bütün parçalar aslında hislerimize doğrudan etki eder ve o anda zihnimizde canlandırmak istediğimiz mizansene bazen esas öge bazen ise tamamlayıcı bir unsur olarak eşlik eder.

Gelin polisiye türü üzerinden zihnimizin duyduğu ihtiyaçları biraz irdelemeye çalışalım.

Polisiye roman okumayı da film izlemeyi de severiz. Aslına bakarsanız bunun arkasında çok farklı psikolojik ve içselleştirilmiş tepki eylemi olabilir. Bu noktada şöyle bir soru karşımıza çıkıyor: esas ilgi çeken bir hikayenin giriş-serim- düğüm ve çözüm döngüsü bağlamında şaşırtıcı neden sonuç ilişkileri kurarak sonuca ulaşması mı yoksa daha sosyolojik bir yerlerde, çoğu insan için kanun koruyucu ve huzur duygusu yaratan bir sosyal imgenin yine kanun veya kanun ve etik değerleri birlikte uç noktalarda rahatsız eden bir olay veya kişinin (nitekim olay örgüsü sıra dışı olmalıdır ki günlük hayatlarınızda karşılaşmanızın zor olduğu fakat bir o kadar da olası olduğu için genelde bu imgeler işlenir) doğru-yanlış çatışmasını en uç noktada hissettirip “sosyal rahatlık” veya türüne göre “özellikle yaratılan sosyal rahatsızlık” hissini özgün bir şekilde kanıksatması mı?

Tarihsel olarak bu kadar köklü bir şekilde polisiye olgusunun oluşmasında aslında çok farklı bir yaşanmışlık vardır: Cumhuriyetin ilk yıllarında geride bırakılan son imparatorluk günlerinden miras kalır şekilde işlenen bir suçun polis kayıtları olduğu gibi kamuya açılır ve bunu bir beyanat gibi gazeteler aracılığıyla yaparlar. Yine sosyolojik olarak baktığımızda halkın tümünün işlenen bir suç olgusunun nasıl oluştuğu konusunda en ince detayına kadar bilgi sahibi oluyor ve bu durum da bilgi kirliliğini önleyip gerçekçi bir kapsamda caydırıcılık ve sosyal bütünlük oluşturuyordu.

Bir süre sonra belki de batılılaşma veya sosyal insani değer yargılarının farklı bir forma bürünmeye başlamasında ötürü bu durum son buldu. Kısıtlı bir bilgi basın organları tarafından aktarılırken, bu mevzubahis bilgi hükümetin bu konudaki uzman kanadı veya doğrudan polis teşkilatının onlara ne kadar vermeleri gerektiği belirlenmiş bir bilgi olmaya başladı.   

Bu tanıdık hisler öğrenilmiş toplumsal normlar kapsamında büyük bir etki sahibi olduğu için sıradan bir macera kategorisinden sıyrılmış ve kendi özgün üst başlığını yaratmıştır polisiye türü. Kendimizi illaki o hikâyenin bir yerinde buluruz ve benimseriz; deneyimlerken yaşamak isteriz ve bir bakmışız zihnimizi oldukça hareketli kılan bir olay örgüsü içinde zaman akıp geçmiş. Peki müziğin rolü burada nerede? İllaki bir rolü olmak zorunda mı? Bir bakalım...

İşin şu kısmı su götürmez bir gerçek ki başlı başına yazılı metinler müzik kadar soyutlaşamıyor.

Hele ki ipin ucu tamamen yazarın elinde olan ve okuyucuyu bir eşlikçi olarak kabul eden bir tür olan polisiyede bu çok daha zor bir hale geliyor. Algısal olarak bir karşılaştırma yapmak gerekirse de şu sonuca da rahatlıkla varabiliriz ki, müziğin; planlanmış bir yapıtın olay örgüsünü size sunan dinleme süresi genelde belirlidir fakat okuyucunun bir hikâyeyi benimseme ve okuma süresi tamamen sübjektif olarak karşımıza çıkabilir. Yani müziğin olmazsa olması ritimselliği burada da devreye sokamıyoruz.

Fakat halet-i ruhiyemizi bu kadar yoğun etkileme yetisine sahip edebiyat ve müziği yan yana koyduğumuzda çok farklı sonuçlara da ulaşabiliriz. Bir polisiye yapıt; farklı müzikler eşliğinde okunduğunda zihin algımızın bambaşka yerlerine nüfus edebilir ve ortaya çok ilginç ve zihnen leziz karışımlar da çıkabilir. Veyahut çok daha somut bir örnekleme ile Sir Arthur Conan Doyle’ın yarattığı ölümsüz karakter Sherlock Holmes kemanı ve kemanından çıkan ezgilerle özdeşleşmiştir; tematik olarak tamamen özgün bir hal alır böylelikle. Müzik yardımcı bir öge olarak işin içindedir ama yapıtın zihinlerimize nüfus eden kimlik algısına çok da kuvvetli bir etkisi vardır. 

Bilinmezlik veya mutlak gerçeğin saklı kalan yanlarının çekiciliği zihnimizi her zaman kurcalar. “Suç” olarak adlandırılmış “yasak elma ısırmayı” belki de bizler için simgeleyen olay örgülerini irdelemeyi oldukça severiz ve bu esnada da beynimizin kıvrımları son derece kasılmış olur. O sırada fonda kulaklarımıza genel tınılar, ezgiler veya sadece bir kapı gıcırtısının sesi bile bu zihin odamızın çok önemli birer misafirleridir. Gerçek ve gerçek olmayan çok yakındır işte bu noktada birbirine. Zaten bu birleşimin peşinden koşmuyor muyuz her zaman? 

Instagram

Popüler İçerikler

ICC Kararını Verdi: Netanyahu ve Gallant Hakkında Tutuklama Emri!
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"