Leningrad kuşatmasında Sovyet ordusuna moral ve psikolojik itici güç veren 7. Senfoni, Vikinglerin meşhur savaş borusu, en yakından bildiğimiz Osmanlı Ordusuna eşlik eden Mehteran Takımı’nın Mehter Marşı ve daha nice örnek... Peki neden ateşli silahlar ve fiziksel tahribat yaratan nice ekipman kadar vazgeçilmez bir unsur olmuştur notalar ve melodiler savaş arenalarında? Bu sorunun cevabı müziğin ruhumuza derinden işleyip belki de eylemlerimize etki edecek kadar ele geçirmesinde karar mercilerimizi. İlkel çağlardan Rönesans ve barok dönemlerine; modern çağdan günümüz uzay çağı ve ötesinde insanı insan yapan ve duygularına direk etki edebilen bir unsurdur müzik. Yıkımın en üst noktası savaş anlarında dahi bu böyle olmuştur. Bütün savaşlara neden olan veya savaşların bir sonucu olarak doğan propaganda hareketlerinin de vazgeçilmez bir parçası olmuştur müzik; gerek Sovyet Rusya’nın büyük yoldaşlığını yakın coğrafyasındaki müttefiklerine dayatırken, gerek İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika neo-con politikalarının temel köklerini sivil vatandaşları üzerinde atarken, gerek Hitler Aryan Irkı hakkındaki demeçlerini bütün dünyaya empoze ederken. Bütün bu senaryolarda notaların itici gücü -belki de- yumuşak güce doğrudan etki etmiş ve bir katalizör görevi görmüştür.
Yıkımın ve savaşın notaları olabileceği gibi dönemlerin politik konjonktürüne bağlı olarak bu savaşın karşısında duran karşıt parçalar da müzisyenler tarafından sıklıkla icra edilmiştir. Bob Dylan’dan Pink Floyd’a, Metallica’dan John Lennon’a kadar birçok önemli müzisyen ve oluşum savaşın yıkım gücünü karşısına notalarla almış ve yıkımın notalarına karşı kendi bağdaştırıcı güçlerini siper etmişlerdir. Bu minvalde düşündüğümüz zaman nasıl propaganda ve çarpışma itici gücü olarak çok güçlü bir “silah” ise notalar, tam zıt bir düzlemde de savaşın karşısında duran eleştirel ve yapıcı bir rol de üstlenebiliyorlar. Tıpkı insanoğlunun tamir etmeyi de yıkmak kadar çok bilmesi gibi. Bazen ise ortak bir yaşanmışlık ve bu yaşanmışlığın notaları iki ayrı görüş karşısında farklılaştırılma çabası içinde aynı amaca hizmet edebiliyorlar; tıpkı günümüzde deneyimlediğimiz gibi.
Elim bir sıcak savaşın içinde olan Azerbaycan ve Ermenistan ne kadar zıt kutuplar olarak görünse de tarih göstermiştir ki birçok ortak nokta ve iç içe geçmişlik vardır kültürlerinde. Ermenice veya Azerice birbirine benzeyen onlarca parçanın olması da tesadüfi değildir bu bağlamda. Aynı coğrafyanın içinde olmak kültürün her uzantısını birlikte yaşamayı kaçınılmaz hale getirir. Benzer etnik çalgıları, halk türküleri, mitolojik masallar ve hatta aynı olmasına rağmen farklı olarak atfedilmiş müzik ezgileri iki kutbun farklılaşma çabalarına rağmen coğrafyanın ve yaşanmışlığın izlerini günümüze ve hatta ötesine kadar taşıdıklarını gösteriyor bizlere. Savaş halindeki iki devlet cephede kendilerine moral ve güç veren “yıkımın notalarını” belki de özdeş bir halde dinliyor, farklı tarzlar içinde icra edilmiş aynı notalar ile tarafların duyguları bileniyor, savaşın notalarını içselleştiriyorlar. Peki bu durumu müziğin evrenselliği olarak algılayabilir miyiz? Ya da kültüre ve geçmişe dair aidiyet kavramı böyle bir sıcak çatışma içinde ne derece sorgulanabilir veya tartışılabilir? Ortak yaşanmışlığı kendi tarafına çekmeye çalışan bu iki devlet yıkımın ve sıcak çatışmanın içindeyken taraf olmuş iki farklı kuvvetin aynılığına kılavuzluk ediyor müzik ve savaşın notaları. Her ne olursa olsun kendi kurduğumuz ütopik dünyamızda savaşsız ve barışın ebedi olduğu bir dünya hayal ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. İnsanın insanla hesaplaşması hiçbir zaman bitmeyecek olsa da umudun ve huzurun notalarının bütün savaşları er ya da geç bitirmesi ve savaştan ziyade barışın kalıcı melodileri olmaları dileğiyle.
Instagram