Bir kaşık bal yediğinizde hem tatlı bir enerji hem de huzur dolar içinize.
Bal, sadece soframızda değil, şiirlerde, edebiyatlarda da hep tatlının, güzelliğin simgesi olmuştur. Shakespeare, “Bal bile fazla olursa insanı bıktırır” der. Yani ölçü, her şeyde olduğu gibi balda da önemli. Rumi ise, “Dostun gülüşü baldan tatlıdır” diyerek sevgiyi bala benzetir.
Benim için bal biraz da çocukluğun hatırası. Annem her sabah sofraya mutlaka bal koyar. O altın sarısı tabak, bizim evin bereketini simgeler adeta. Annem için bal kahvaltının olmazsa olmazıdır. Ben de çocukluktan bu yana bala düşkün olmam bu sebepten.
Peki belki benim gibi bal üzerine hepimizin şahsi dünyasında hikayesi olan bal ve onu üreten arılar gerçekten önemli mi?
Burada hemen Einstein’ın meşhur sözü aklıma geliyor:
“Arılar yok olursa, insanlığın dört yıl ömrü kalır.”
Bu sözün doğruluğu tartışılır ama gerçeğin payı çok. Çünkü arılar sadece bal üretmez, aynı zamanda tarımın gizli kahramanıdır. Polen taşıyarak bitkilerin çoğalmasını sağlarlar. Arılar olmadan tarım, tarım olmadan da hayat olmaz. Bugün iklim krizinin en büyük tehlikelerinden biri arı nüfusunun azalması. Bu yüzden balın değerini bilmek kadar, arıları korumak da bizim vazifemiz.
Bence arılar bize sadece bal değil, ders de sunuyor. Çalışkanlığı, sabrı, düzeni, dayanışmayı öğretiyor. Biz de hayatımıza bu özellikleri kattığımızda kendi “balımızı” üretebiliyoruz. Kimi zaman bu bal bir başarı oluyor, kimi zaman bir dostluk, kimi zaman da bir tebessüm.
Mevlana’nın şu sözüyle bitirmek istiyorum:
“Arı gibi ol, başkasına zarar verme. Arı gibi ol, kendi balını üret.”
Evet sevgili dostlar, siz de sabah kahvaltınızda bir kaşık balı eksik etmeyin. Ama asıl önemlisi, hayatınızda da arı gibi üretken, paylaşan ve fayda sağlayan biri olun, olalım. Çünkü balın mucizesi sadece kavanozlarda değil, kalbimizde gizli.