Bade Türe Yazio: İnsan İki Kez Doğarmış

Geçmişinden bugüne kim olduğuna kafa yorarak geçirdiğimiz, içinde bizim olmadığımız, eksik, yarım, parçalanmış yaşamlarımızı, sadece şimdi, şu anda anlamaktan öte, geçmişin ve geleceğin karanlık gölgesinde kendine bakışın ancak sisli bir aynada yüzünü aramaktan farksız değildir. 

Ben şu an kimim?  Ne istiyorum?  

Şu anın gücünü nasıl elime alabilirim diyebilmek için bile, birinci kez dünyaya gelişin olan, aileni anlamak zorundasın. Nasıl bir ailenin içine doğdun? Neden böyle bir aileyi seçmiştin? Başına gelen onlarca şey senin seçimlerin miydi yoksa ailenden aldığın düşünce, duygu, davranış kalıpların mı?

Ya genetik miraslarımız?

Hiçbir şeyin seninle başlamadığı aşikar; sanırım bunu da en kısa yoldan aşk, sevgi, ilişki deneyimleri ile yaşıyoruz. Öyle birini seçiyoruz ki farkında olmadan, ya annemizin kopyası ya da babamızın… Orada canımız yana yana kalıyoruz; kalmak istiyoruz çünkü bildiğimiz, yürüdüğümüz yol burası. Yol arkadaşlarımız da bize hiç yabacı değil. Burada bize anlatılan ve olmamız gereken kişiye olan bağlılığımızın testi gibi ya da onlarla kuramadığımız sağlıksız sevgi bağını yeniden kurma isteği. Hangi durumu kabul edersek edelim, burada başarılı olursak biz o çok sevilen kız ya da erkek çocuğu olacağız. Bu hikayelerde varılan şey, hiçbir şeyin kendimiz için yapmadığımız, kendimizin dışında, herkesi önceliğimize koyduğumuz gerçeğiyle bir gün yüzleşmemizle son bulacaktır. 

Peki onların bize gösterdiği sevgiyi nasıl anlıyoruz? 

Nasıl bir sevgi, ilişki arayışında oluyorsak ilk karşı cinsle olan iletişimiz de onların bize gösterdiği, hissettirdiği tüm duygu ve davranışları, sevginin bir şekli olarak kabul ediyoruz. Tabii bu bilinçdışı tercihiniz, en güvenli alanımız, en inandığımız sevgi modeli bu oluyor. 

Peki kaçımız koşulsuz sevgiye maruz kaldık? Kaçımız ödül ya da ceza kıyaslama olmadan büyütüldük? Sadece sevilmek olan ihtiyacımızı uğruna nasıl da kendimizden vazgeçtik… 

Evet insan iki kez doğar; birincisi kendi ailesine, ikincisi kendi gerçekliğine. İşte bu ikinci kez doğuş en az birincisi kadar sancılı olur. Tam da her şeyin çok iyi gittiği anda, bir anda birçok şeyin gerçek olmadığını hatta kendinin bile gerçek olmadığı düşüncesine kapılmaya başlarsın.  

Daha derinlerde ruhun varlığı seni en az sesini duyduğun yerden yakalar, kalbinden, panik ataklarda kalbinin bu kadar hızlı atmasına şaşırmamak gerekiyor. Çoğu kişi için panik atak olan bu his şimdiki sahte kimliğimizle, öz kimliğimiz  arasında sıkışan,  özünün, ruhunun sesidir. Panik atak, günümüz hastalığı olarak adlandırılan psikolojik bir durumdur ve yaşayanlar içinde kontrolü çok güç olan hatta kontrol etmeye çalıştıkça daha fazla etkisinin arttığı çağımızın rahatsızlığının gerçekten tek sebebi stres, kaygı ve endişe duymamız mı? Yoksa birinci doğuşumuzun son buluşunun acısı mı?  Ve gerçek ben’e olan yolculuğun ayak sesleri mi?  

Hiçbir değişim kolay olmayacaktır. Hele bu kadar güvenli konfor alanlarımızın yıkılışını kabul etmek, içine doğduğumuz ailemizin, yaşadığımız onca acının, kaygının, endişenin ve en kötüsü de korkunun sebebi olduğunu anlamamız, bu bir insanın kolay kolay yüzleşmek istemeyeceği bir gerçektir. 

İşte bu sahte, sonradan koşullara, ödüllere, cezalara kıyaslamalara dayanarak yaratılan öz değersiz, öz şefkatten yoksun küçük ben ile büyümek isteyen bilinçli farkındalığa ulaşmış, her şeyin sebebinin kendinden başlamadığını idrak eden öz benin savaşı…  Gerçekten bizimle başlamadıysa hayatımız, biz ne kadar kendi hayatımızın sorumluluğuna sahibiz ve ne kadar hayatımız bizim elimizde?  İkinci kez doğumla, kendi gerçekliğimizi nasıl gerçekleştireceğiz?  

Son zamanlarda kiminle konuşsam ya haftalık terapilerde ya aile diziminde ya da kendi başına, kendine yabancılaşma halini sorguluyor. Buldukları ile hayatları daha da parçalanıyor. Her yerden toparlamaya çalıştığı parçalarla büyük resmî görmek için uğraşıyor:

Ben kimim? Ailem bana niye böyle davranmış? Şu anki hayat arkadaşımı kim seçti? Sahi gerçek ne? Ben kimim?

Sevgi bu kadar korkutucu olmamalı. Ya hiç gerçekten sevilmediysem? Ya şu an her şey değişirse ve elimde ne var? Şu an var olan hayatımın yerine neyi koyabilirim? Buna gücüm ve cesaretim var mı? 

Bu ve buna benzer sorular zihnimizin sisli kısmından bize seslenip dururken kimse alıştığı güvendiği konfor alanının dışına çıkmak istemez. Tıpkı bebekken anne rahminden ayrılmak istemeyişimiz gibi. Bu, iki doğuşta da hayatta var olmak için gerekli ve kaçınılmazdır. İlkinde unutarak ikincisinde bildiklerini kabul ederek ve hatırlayarak gerçekleşir doğumlar. İkisi de uzun ve sancılı süreçlerden sonra oluşur. İnsanın kendi gerçekliğine doğuşu AYDINLANMADIR; önce hisset, en derinden dinle ruhunun sesini, anla olan, olmuş ve olacak her şeyi. Arkasından kabul et varlığını, aileni; bu yolculukta olmazsa olmazların onlar…

Belki bir süre kapının dışına bırakacaksın onları. Emin ol ki özüne ulaştığında ilk onları içeri buyur edeceksin. Taktirin, onayın ve güvenin, senin hayatında çok da büyük bir rol oynamadığını fark edeceksin. Bugün sana güzel sözler söyleyenin yarın seni acıtan kişi olacağını baştan fark edeceksin. Senin için iyi ya da kötü düşünmesinin seninle değil onunla ilgili olduğunu anlayacaksın. Sürekli onay almak için gereksiz insanları hayatında tuttuğunu anlayıp büyük bir temizleme operasyonuna gireceksin. Belki de bedelini yalnızlıkla ödeyeceksin.

Hiçbir şey tek taraflı değildir dünyada; alma ve verme dengesi üzerine kuruludur her şey.  Ve sen ilk başta her şeyi göze alarak girersin doğumuna… Geçmişine de bakacaksın elbette; orada senden saygı ile kutsanmayı bekleyen tüm atalarını ve seninle başlamayan tüm hikayeni onlara ait olanı iade edeceksin. İkinci doğum bir vazgeçiştir. Sahte kimliğini besleyen ne varsa hepsiyle tek tek onlara veda edeceksin. Ve bir gün kalbinin ortasında kocaman bir boşluk hissedeceksin. Anlamsızca onu doldurmak isterken, içini daha önce hiç hissetmediğini bir özgürlük hissi ile tam ortasında hissedeceğin huzurla karşılayacaksın yeni seni.  

Sen iyi ki varsın… Öyle anlamlı ki her iki doğumun, tüm katmalarını kabul et, ta ki özüne kadar… İşte orası hal’e geçiştir; olma halinin en edilgen, en sorgusuz en anlamlı, en anlamsız hali yani SEN OSUN, O DA SEN.

(Devam edecek...)

Instagram

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti