Babil – R.F. Kuang’ın Fantastik ve Düşündürücü Dünyasına Yolculuk

R.F. Kuang’ın son romanı Babil, okurlara yalnızca heyecan verici bir fantezi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda düşünceyi kışkırtan bir zihin yolculuğu vadediyor. 1830’ların İngiltere’sinde geçen hikâye, tarihin derinliklerine inip, postkolonyal düşünceden beslenen bir büyü sistemiyle imparatorluk geçmişine yeni bir gözle bakmamızı sağlıyor. Üstelik sıradan bir kampüs romanı gibi başlasa da alışılmış kalıpları kırarak şaşırtmayı başarıyor.

Romanın kahramanı Robin Swift, annesini kolera salgınında kaybettikten sonra gizemli ve soğuk Profesör Lovell tarafından İngiltere’ye getirilir.

Robin’in kendi adını seçmek zorunda kalışı –soyadını Gulliver’in Gezileri’nin yazarı Jonathan Swift’ten alması– onun daha baştan kimlik ve aidiyet arayışına yönelmesine neden olur. Ancak Profesör Lovell, Robin için başka planlar yapmıştır: Onu, Oxford’daki Kraliyet Çeviri Enstitüsü’ne hazırlamak. Babil, büyülü bir akademi gibi görünse de aslında imparatorluğun çıkarlarına hizmet eden bir yapıdan başka bir şey değildir. Robin, buraya hazırlanırken, Latince, Yunanca ve Çince ile yorucu bir dil eğitimine tabi tutulur.

Romanın arka planında tarihi olaylar titizlikle ele alınırken, Babil’in büyü sistemiyle birleştirilen fantezi öğeleri hikâyeye bambaşka bir boyut katıyor. Buradaki büyü, dildeki anlam farklılıklarını yakalayarak, gümüş çubuklara sihirli bir güç aktarır. Ama bu güç, topluma fayda sağlamak yerine imparatorluk çıkarları için kullanılır: Gemileri hızlandırır, silahları güçlendirir ve hastalıkları iyileştirir; fakat en çok zenginlerin bahçelerini süslemek için harcanır. Yani büyünün bile kimin elinde olduğu önemlidir.

Robin, Oxford’a geldiğinde kendisi gibi yabancı olan öğrencilerle –Müslüman Rami, Haitili Victoire ve Letty– yakın arkadaşlıklar kurar. Başlangıçta bu dostluk, ona bir aidiyet hissi verir; ancak zamanla sınıf, ırk ve cinsiyet ayrımcılığı hepsini zorlamaya başlar. Dostluklarının sınandığı anlar, karakterlerin kırılganlıklarını ortaya çıkarır ve her birini kendi kimlikleriyle yüzleşmeye zorlar. Robin, bu süreçte Oxford’daki beyaz, erkek egemen dünyada ne kadar yalnız olduğunu acı bir şekilde fark eder.

Robin, Oxford’da bulduğu huzuru kaybettikçe içine kapanmaya başlar ve zamanla kendini melankolik bir kahramana dönüştürür: Hem kayıplarının acısıyla yıkılan hem de adalet arayışından vazgeçmeyen bir karakter. Kuang, Robin’in bu dönüşümünü öyle ustalıkla işler ki, okuyucu onun içsel çatışmalarına kendini kaptırır. Bu sadece bir fantezi romanı değil; aynı zamanda kayıplarla, aidiyetle ve adalet arayışıyla örülmüş bir büyüme hikâyesidir.

Babil’deki büyülü gümüş işçiliği, yalnızca anlamları yakalamakla kalmaz; aynı zamanda dilin sömürge projelerine hizmet etmesine de aracı olur.

Kuang, burada Batı’nın diğer kültürlerin ve dillerin üzerine nasıl çalıştığını, aslında bu çalışmanın emperyal projelerin bir parçası olduğunu gösteriyor. Robin ve diğer yabancı öğrenciler, farkında olmadan sistemin dişlileri haline gelirler. Ancak hikâye boyunca, bu sisteme dahil olup ona karşı koymanın mümkün olup olmadığı sorusu zihinleri meşgul eder.

Roman, İngiltere’nin Çin’e afyon kaçakçılığı yaptığı gerçek tarihi de ustaca işler. Tıpkı tarihte olduğu gibi, İngiltere’nin ticari dengesi, Hindistan’da üretilen ve Çin’e satılan afyona bağlıdır. Romanın sonunda, Robin’in tanık olduğu şey, Babil’in gümüş işçiliğinin İngiliz savaş gemilerini güçlendirdiği ve Afyon Savaşı’na zemin hazırladığıdır. Robin, akademisyenlerin imparatorluğun silahları olduğunu acı bir şekilde anlar.

Kuang, romanın bir kampüs hikâyesi gibi görünmesine rağmen, üniversitenin aslında sömürü düzeninin bir parçası olduğunu gösteriyor. Robin’in dil eğitimiyle sisteme entegre edilmesi, günümüzün geçici akademik emeğine de gönderme yapıyor. Bu durum, modern dünyanın entelektüel emekçileriyle 19. yüzyılın sömürge akademisyenleri arasında güçlü bir paralellik kuruyor. Roman, her seviyede sömürü ve ayrımcılık sorunlarını gündeme getirirken, sistemin içinde kalıp ona direnmenin mümkün olup olmadığını sorgulatıyor.

Kuang’ın Babil’i, tarih, fantezi ve eleştirel düşüncenin iç içe geçtiği, sürükleyici bir roman. Her sayfasında bir yandan büyünün çekiciliğine kapılırken, bir yandan da imparatorluk düzeninin acımasız gerçekleriyle yüzleşiyoruz. Robin’in hikâyesi, aidiyet arayışında olan, sisteme karşı durmaya çalışan ve kendi yolunu bulmaya çabalayan herkesin hikâyesi gibi.

Bu romanı okurken, tarihin yalnızca geçmişte kalmadığını, bugünün dünyasına da ışık tuttuğunu fark ediyorsunuz. Karakterlerin yaşadığı çelişkiler, bir yandan insanı düşündürürken, bir yandan da derin bir empati kurmamıza olanak sağlıyor. Babil, fantezinin sınırlarını zorlayan, düşündüren ve her şeyin ötesinde insanı kendiyle yüzleştiren bir hikâye...

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı