Babacan'ın Telekom Örneği Tartışma Yarattı: 'Devlet Üretim Yapmaz mı?' Kim Üretsin? Hangisi Daha Kârlı?

Fiyat artışlarında en büyük etken, ekonomik göstergelerin bozulması olduğunu biliyoruz. Hani görünmez el vardı geliyordu piyasayı düzenliyordu? Görünmez el devlet mi? Yoksa devlet üretimde rol almalı mı? 

Son dönemde fiyatlardaki fahiş artışlarda karşımıza hep özelleştirme çıktı. Elektrik, şeker, internet, kağıt gibi birçok üründe özelleştirmeler hep ana etken olarak gösterildi. Peki devlet üretim yapmalı mı? Serbest piyasa çok mu serbest? 

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Adana’da sebze meyve halinde esnaf sohbetinde geçmişte ekonomi yönetiminde olduğu süreçlerde yapılan özelleştirmeleri örnek verinde bir tartışma başladı. Babacan, esnafın ‘Özelleştirme politikası sizin döneminize denk geliyor’ sözü üzerine, Telekom özelleştirilmesinin doğruluğunu ve avantajlarını anlattı. 

Özel sektörün daha verimli işletmecilik yaparak, özelleştirmeleri savunurken, kamunun zarar ettiğini iddia etti. “Örneğin kamu kuruluşu çay bardağını üretiyor. Devletin ne işi var çay bardağı üretmeyle? Herkes yapıyor zaten. Onu özelleştirmekte fayda var.” ifadelerini kullanarak Telekom özelleştirmesini savununca tartışmaların da odağında yer aldı.

Babacan şöyle konuştu:

“Telekom özelleşti. Ne oldu? Mülk devletin. Bütün altyapı devletin. Sadece işletme lisansı özeleştirildi. Devlet o zaman para yokluğunda 6 buçuk milyar dolar nakit para aldı. Bu paranın hepsi yurt dışından geldi. Çok büyük para. Mülk, tapu, altyapı, sistem, kablolar hepsi devletin. Özel sektör daha verimli işletiyor. Devlet olunca 10 bin kişi çalışıyorsa, zorla bir 10 bin daha alıyor. Ondan sonra zarar ediyor. Zarar da milletten topladığın vergiyle ödeniyor. Özelleştirme için ‘Silmece kötüdür’ ya da ‘Silmece iyidir’ demek doğru değil. Özelleştirmeyi akıllıca yapmak lazım.”

Babacan'ın özelleştirmeleri anlattığı videoyu izlemek isteyenler için burada👇

İlgili twit silinmiş ya da sahibi tarafından gizlenmiş.

Peki bu konuda ekonomistler ne diyor önce onlara bakalım. Mahfi Eğilmez, borçlanmanın geleceği, özelleştirmenin de geçmişi satmak olduğunu belirterek şunları söylüyor

www.mahfiegilmez.com

Türkiye, eskiden kamu kesimi açıklarını kapatmak için geleceği satardı. Yani iç ve dış borçlanma yapar, gelecekte elde edeceği gelirleri belirli bir indirimle peşin tahsil eder, bununla açığını kapatırdı. Son 16 yılda geleceği satmaya devam ederken bir yandan da özelleştirmeler aracılığıyla geçmişi satıp paraya çevirmeye başladı. Kamu parasıyla yapılmış olan kuruluşlar, tesisler, üretim birimleri satıldı ve açıklar kapatıldı.

2003 – 2017 yılları arasında özelleştirmelerden elde edilen gelir ya da geçmişi satarak elde edilip kullanılan para tutarı yaklaşık 104,6 milyar TL (61 milyar USD.) 

Geçmişi böylece satıp ele geçen paralarla açıklar kapatılırken, sistem, geleceği satıp oradan gelen paraları da kullanmaya devam etti.

www.mahfiegilmez.com

2002 yılı sonunda dış borç stokunun toplamı 129,6 milyar Dolardı. Bu borç stoku, 2017 sonunda 453 milyar Dolara ulaştı. Demek ki bu dönemde 323,4 milyar Dolar dış borçlanma yapıp kullanmışız. Bunun 71,4 milyar Doları kamu kesimince, 273 milyar Doları özel kesimce kullanılmış. 

Kamu kesimi bir yandan da iç borçlanmaya devam etmiş. Bir başka ifadeyle geleceği yalnızca dışarıya borçlanarak değil içeriye borçlanarak da kullanmışız. 2001 yılı sonunda yurtiçi borç stoku 47,3 milyar TL imiş. Bu stok 2017 sonunda 574,1 milyar TL’ye yükselmiş. Yani bu dönemde 526,3 milyar TL iç borcu artırmış kamu kesimi. Yukarıdaki tablolarla birlikte değerlendirebilmek için buradaki TL miktarları yıllık ortalama USD/TL kurlarıyla Dolara çevirirsek 2002 yılı sonunda 31,3 milyar Dolar tutan iç borç stokunun 2017 sonunda 157,3 milyar Dolara yükseldiğini görebiliriz. Demek ki iç borçlanma yoluyla geleceğimizi satarak da 126 milyar Dolarlık para kullanmışız.

Özetlemek gerekirse 2003 – 2017 arasında 15 yıllık dönemde geçmişi satarak 61 milyar Dolar, iç ve dış borçlanma yoluyla geleceğimizi de satarak 449,4 milyar Dolar olmak üzere toplamda 510 milyar Dolar parayı kullanmışız.

www.mahfiegilmez.com

Bu inanılmaz finansman kaynaklarına karşılık ortaya çıkarabildiğimiz ekonomik büyümeyle geldiğimiz nokta, GSYH sıralamasında öteden beri içinde bulunduğumuz dünya 17’nciliği ve kişi başına gelirde öteden beri içinde bulunduğumuz orta gelir tuzağı düzeyi. Bir başka ifadeyle geçmişi ve geleceği satarak ancak bulunduğumuz yerde kalabilmeyi sağlamışız. Oysa hedefimiz ilk on ekonomi arasına girebilmekti.

Bundan sonrası daha da zor görünüyor. Çünkü buraya gelirken evdeki gümüşlerin büyük çoğunluğunu satmış, kamu kesimini, özel kesimi ve bireyleri yüksek oranlarda borçlandırmış bulunuyoruz. Yani satacak fazla gümüşümüz kalmadığı gibi borçlanacak imkânımız da pek kalmamış görünüyor.

Cumhuriyet'te Dr. Abdullah Kehale ise özelleştirmelerin Türkiye tarihinde yerini anlatıyor.

www.cumhuriyet.com.tr

Ülkemiz kötü ekonomik koşullar içinde. Enflasyon kontrol edilemiyor. Dolar, Avro, bir yılda ikiye katlandı. Bütçe açığı her ay artıyor. Devletin borçları, ancak yeni borç bulunarak ödenebiliyor. Dışalım, dış satıştan fazla. Bir zamanlar tarımda kendine yeten Türkiye, temel tarım alımlarını bile yurt dışından sağlıyor. Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi dış alımı, dışsatımdan öncelikli hale getiren politikalar uygulayanlar, “Paramız var ki alıyoruz” diyerek övünüyorlar. Osmanlı’nın hatalarından ders alıp, Atatürk’ün politikalarını uygulayacaklarına, tam ters bir yolda ilerliyorlar. 

Atatürk döneminde nasıl kalkınma sağlandı? 1929 Büyük Buhranına rağmen büyüme sağlandı.

www.cumhuriyet.com.tr

Oysa 1923-1938 arasında, 1929’daki dünya buhranına, Osmanlı’nın borçlarının ödenmesine rağmen yabancıların elinde olan sanayi, ulaşım gibi sektörlerdeki kuruluşlar millileştirilmiş, olağanüstü bir başarı yakalanmıştı. Tahılların, besinlerin dışalımı 1923’ten 1938’e kadar, büyük ölçüde azalmıştı. 1925’te 49.2 milyon TL açık veren dış ticaret, 1937’de 23,6 milyon TL fazla vermişti. Lozan Antlaşması’na göre; Türkiye beş yıl daha Osmanlı gümrük tarifesini uygulayacaktı. 1929’a kadar olan dış ticaret açığının nedeni budur.

Gayri safi milli hasıla (bir ülke vatandaşlarının verilen bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para karşılığındaki değerlerinin toplamı) Atatürk döneminde yılda yüzde 7.4 artmıştır. Bu oran 1930-1938 arası çok daha fazladır. Sanayide yılda ortalama yüzde 9.6 büyüme sağlanmıştır. Tarım; etkin şekilde desteklenmiş; 1929’da yaşanan büyük buhran, tarım ürünlerinin fiyatını yarı yarıya düşürmesine karşın, yılda ortalama yüzde 7.6 büyümüştür. Oysa ABD’nin 1929’da 83 milyar dolar tutan milli geliri, 1932’de 51 milyar dolara inmiştir. Bunlar olurken Toptan eşya fiyat endeksi (toptan satılan malların fiyat artışlarını gösteren endeks), 1923-1938 arasında -2'dir. 1 TL, 1.8 dolar etmektedir.

Özelleştirme ancak toplum faydasına olacaksa yapılmalı!

www.cumhuriyet.com.tr

Bu dönemde millileştirilen şirketler arasında su, demiryolu, tramvay, rıhtım, kömür madeni, telefon, elektrik, havagazı, bakır madeni, kömür madeni işletmeleri vardır. O dönem ulusal sanayi kuruluşları çok ucuz bedellerle satılmamış, tersine yatırım yapılarak kurulmuştur. 

Atatürk’ün sözleriyle, kamu iktisadi kuruluşları kâr etmek için kurulmuşlardır ve gerektiğinde satılabilirler. Ancak bu satışın temel koşulu, toplumun ortak yararının oluşmasıdır. Ahmet Taner Kışlalı buna açıklık getirmektedir:

“Bu ortak yararın da üç olasılığı bulunmaktadır: Zarardan kurtulma, daha ileri bir teknolojiye geçme, ekonomik gücü halka yayma... Eğer zarar eden değil de, kâr eden bir kuruluş özelleştirilmek isteniyorsa, daha ileri bir üretim düzeyine geçmek söz konusu değilse, ekonomik güç halka değil de, iç ya da dış bazı odakların eline geçecekse; özelleştirmede ‘toplumun ortak yararı’ bulunduğundan elbette ki söz edilemez.”

Tarım deyince Türkiye'de ilk akla gelen gazetecilerden olan Ali Ekber Yıldırım ise "Köy Enstitüleri ışığında yeni tarım düzeni" başlıklı yazısında tarımın ve eğitimin devlet eliyle desteklenmesini Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle şöyle anlatıyor:

www.dunya.com

“Köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları, verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurmak gerekir.” 

Eski bankacı Gündüz Fındıkçıoğlu, "Sosyalizm sonrası distopya" başlıklı yazısında kamu ve üretimi şöyle ilişkilendiriyor:

www.dunya.com

Ayrım çizgisi sosyalizmde üretim araçlarının/üretim mallarının kamusallaştırılmasına karşın tüketim mallarının özel mallar olarak kalacak olması ama komünizmde onların da bir biçimde kamusallaştırılacak olması mıydı? Nasıl? Ayrıca üretim malları kamulaştırılınca tüketim malları tamamen özel kalabilir miydi?

Ali Babacan'ın konuşmasına dönersek sosyal medyada ilgi odağı olan konuşmaya karşı çıkan da destek veren de oldu👇

Siz ne diyorsunuz? Devlet üretmeli mi? Devlet üretmez mi? Yorumlarınızı bekliyoruz👇

Bu içerik de ilginizi çekebilir👇

Türkiye'de Ekonomide Seferberliğin ve Bağımsızlığın Büyük Atatürk'ten Beri Değişmez İlkesi: Devletçilik

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
YORUMLAR
22.04.2022

Üretmese bile denetimi düzgün yapmalı. Serbest piyasa adı altında her şeyi halka bırakınca birbirini s.kmeye çalışıyor.

22.04.2022

haberin tamamını okumak zor, özelleştirmenin mantıklı olduğu kısımlarda var tabi ki. Ama önce devlet dairelerinde çalışan memurların babasının çiftliği gibi "çalışmadığı" sistemi değiştirmek lazım. Kurumda 3 yıl çalışan yatış moduna geçiyor. O yüzden özelleştirme yapınca daha çok kar ediyor gibi oluyorsun. Çünkü patron, elemanı sömürüyor. Bunu nasıl çözerler bilmiyorum ama umarım çözerler..

22.04.2022

2022 yılında konuşulacak konu bile değil liberal ekonomi diyoruz ama devlette piyasanın içinde olsun istiyoruz. Bizi bu teorik çelişkiler mahvetti hala aynı noktadayız. Batılı olalım ama çok olmayalım vs gibi.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ