Az Bilinen Yönleri ve Siyasi Perspektife Göre Tehcir'den Önce Ermeni Meselesi (1878-1915)

Ermeni Meselesi yıllardan beri süregelen iki taraflı bir tarih savaşı halini almıştır. Fakat bu süre zarfında tarih biliminden uzaklaşarak siyasal bilimlerin konusu haline gelmiş ve ülkelerin siyasi aleti olarak kullanılır olmuştur. Biz bu ideolojik çıkmazları bir kenara bırakarak sorunların çıkış noktasına gideceğiz.

Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Ermeni ahalinin, tıpkı diğer etnik-dini gruplar gibi, modern döneme kadar yönetimle ciddi bir ayrılığı olmadığı görülür.

Türklerin Anadolu'ya kuvvetle gelmeye başladıkları XI. asırda doğudaki Ermenilerin, kendi dinlerine karşı mezhepsel baskılar sergileyen Bizans yerine, dini tercihlere karışmayan Selçuklu Türklerini seçtikleri bilinmektedir. Devrin Ermeni ve Süryani kaynakları bunu açıkça dile getirmektedir.

Bu Selçuklu yönetiminde benimsenen siyaset Osmanlı döneminde de aynıyla sürdürülmüştür. Devlet etnik unsurları ayırmaktan ziyade, Müslim ve Gayrimüslim olarak basit bir tasnif yapmıştı.

Doğal olarak İslam dinini benimsemiş devlette Müslümanlar daha ayrıcalıklı ve özel bir konuma sahipti. Gayrimüslim kesime de adalet olarak eşitlik verilmekle birlikte, vatandaşlık hak ve sorumlulukları farklıydı. Devlet kendi benimsediği dinin dışındaki bu kesimleri de kendi koruması altındaki insanlar olarak görür ve onların inançlarını zorla değiştirmeye çalışmazdı. İmparatorlukların icabı ve gerekliliği de buydu.

Modern dönemin birçok olayı gibi, Türkiye'deki etnik-dini sınıflar arasındaki ciddi çatışmaların başlangıcı da Fransız İhtilali'ne dayanıyor.

Nitekim Osmanlı arşiv belgeleri Napolyon'dan ilk defa, onun 1797'de Mora yakınlarına ulaşıp yerel ahaliyi ''daire-i serbestî'' yani bağımsızlığa kışkırttığını belirtmek vesilesiyle bahsetmektedir. Fransa'nın 19. asırda Balkanlar'a kadar uzanan sınırları, bu örnekte de görüldüğü gibi Osmanlı azınlıklarını fikir alanında etkileyecektir. Neticede 1829'da Yunanistan bağımsızlığını kazanacak ve bunu gören diğer gruplar da milli söylemlerle aynı yolu benimseyeceklerdir.

Tanzimat'la ortak bir ''Osmanlılık'' kimliği oluşturmak istenmişti. Fakat devrin şartlarının yetersizliği ve bu siyasetin geç bir tarihte ortaya atılması başarısızlığa sebep olacaktı.

Bir yandan gayrimüslim kesim devlete yakınlaştırmaya çalışılırken, diğer yandan Müslüman sınıf bunu istemiyor ve kendi kadim ayrıcalıklarını muhafaza arzusunda bulunuyorlardı. 1856 Islahat Fermanı sonrasında bu iki sınıf arasındaki farklar en aza indirildi. Diğer gayrimüslimler gibi Ermenilere dahi devlet memuriyetinin önü açıldı. İlerleyen yıllarda siyasete de girdikleri ve önemli bürokratik makamlara geldikleri de görülmektedir.

Geçmişine temel hatlarıyla değindiğimiz bu azınlıklar meselesinin dönüm noktası 1878-79 Osmanlı-Rus Savaşı oldu.

Ruslar neredeyse her savaşta batıdan İstanbul'a yakınlaşıyor ve doğuda Kars-Erzurum'a kolaylıkla geliyorlardı. Özellikle doğudaki Ermeni nüfusa tesir ediyorlar ve ahaliyi çeşitli tahriklerle kendi siyasetleri doğrultusunda kullanıyorlardı. 

Ülke içerisindeki Hristiyanlar hakkında bazı reformların yapılmasını isteyen Rusya'nın, Osmanlı otoritesini sarsacak teklifleri kabul edilmeyince savaş patlak verdi. Galip çıkan Rusya, savaşa sebep olan bu isteklerini önce Ayestefanos ve sonra da Berlin Antlaşmaları ile kabul ettirdi.

Kabul edilen teklifler basit bir reform programından ileri gidiyordu. Anadolu'da Hristiyan hakimlerin, üst düzey memurların atanması, Avrupa devletleri denetiminde yerel güvenlik güçleri kurulması isteniyordu.

Ayrıca ilk defa bir uluslararası platformda, Türkiye içerisinde yaşayan etnik gruplardan birinin adı özellikle zikrediliyordu: Ermeniler! Böylece Rusya'nın batıda Balkan Hristiyanları ve doğuda Ermeniler için istediği reformlar kabul edilmişti. 

Osmanlı, yeni ilan ettiği anayasası Kanun-i Esasi'ye göre bütün vatandaşlarının eşit olduğunu ve bu uygulamanın söz konusu yasaya ters düşeceğini savunduysa da siyasi arenadaki yalnızlığı ve aynı orandaki kuvvetsizliği başarılı olmasına engeldi.

Padişah II. Abdülhamid, İngilizlere benzeyen başarılı siyasetiyle, bu reform işini oyalama yoluna gitti.

Fakat genellikle Rusya-İngiltere arasındaki anlaşmazlıkları kullanan Osmanlı siyaseti bu konuda duvara toslamıştı. Çünkü bu defa İngiltere de Rusya ile aynı noktadaydı. Özellikle 1880'de iktidara gelecek olan İngiliz liberal ve radikal Türk karşıtı Gladstone hükumeti, konunun üzerine daha sert gidecek Ermenilerin Osmanlı'dan ayrılıp bağımsız olması siyasetini takip edecektir.

Neticede dayatılan bu reform programıyla Ermeni Meselesini çözmek için, Ahmed Şakir Paşa bölgede incelemeler için yüksek yetkiyle görevlendirildi.

Bu sırada 1890'lara gelindiğinde Ermeni örgütlerinin terör faaliyetleri art arda ortaya çıkmaya başladı. Sason, Zeytun İsyanları patlak verdi. 1896'da Osmanlı Bankası'na bombalı saldırı düzenlendi. Bu olaylarda Hem Ermeni hem de Türk birçok sivil hayatını kaybetti. Özellikle Hınçak Komitesi silahlı mücadele yanlısıydı. Bunun yanında Taşnak Teşkilatı gibi siyasi mücadeleyi savunan Ermeni örgütleri de vardı. Ahmed Şakir Paşa'nın 1899'da vefatıyla reform çalışmaları da kısmen rafa kalktı.

Bu reform işi sonuca varmadıkça Ermeni örgütleri daha şiddetli eylemlere yöneliyorlardı. Hatta 1905'te bizzat padişaha bombalı bir arabayla suikast teşebbüsünde bulunuldu!

1878 Berlin Antlaşması ile uluslararası bir sorun olarak gündeme gelen Ermeni Meselesi için istenen reform programı üzerinde çalışılıyordu fakat bir sonuç alınamıyordu. Neticede her devletin problemi kendi menfaatine göre çözmek istemesi, Ermeni örgütlerinin terör eylemlerine başvurması, ekonomik-mali yetersizlikler ve toplumsal zemin problemin çözülmesini zorlaştırdı ve her geçen gün sorunlar katlanarak arttı. 

1915'teki tehcir ile bu perspektifte Dünya Savaşı'nın da getirdiği karışıklıklardan kurtulmak isteyen Osmanlı hükumeti, Ermeni ahalinin güneye yerleştirilmesine karar verdi. Bu olay sonraki yıllarda siyasi bir silah olarak kullanıldı ve bazı tarihçiler tarafından ''soykırım'' olarak kabul edildi. Tam tersine bunun Nazilerle bir tutulamayacağı ve ırksal-milliyetçi yönelimlerle yapılmadığını savunan tarihçiler de mevcuttur.

Popüler İçerikler

Daron Acemoğlu'nun Atatürk Hakkındaki Yorumlarına Gelen Tepkiler
Yasa Dışı Bahis Reklamı Soruşturması Noktalandı: Galatasaray'a Takipsizlik
Kanseri Yenen Eski Arka Sokaklar Oyuncusu Dizi Setlerine Yeniden Dönme Kararı Aldı
YORUMLAR
12.11.2018

Hatta iş o kadar kötüye gitti ki bazı ermeni çeteler Van Kars Bitlis ve diğer Anadolu şehirlerinde yaşayan müslüman halka çeşitli işkenceler yapmış. karınlarını deşmiş. derilerinin yüzmüşler bilakis hamile kadınların karınlarını yarıp çocuklarını çıkarmışlardır.

Pasif Kullanıcı
12.11.2018

Güzel içerik ama hatalı. Taşnaksütyun Partisi silahlı çatışma istiyordu. Hatta partinin milisleri özellikle silahlandırılarak Anadolu'ya gönderildiler (Karinyan, A.B; Ermeni Milliyetçilik Akımları, Kaynak Yayınları). Techir sırasında ölen Ermeniler vardır; ancak şu bilinmelidir ki Ermenilere karşı yapılan saldırıların çok büyük bir kısmı Kürt çeteleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı bu çetelerin emir dinlemediklerini ve bağımsız olarak hareket ettiklerini Rus Çarlığı'na Trabzon'da yapılan barış görüşmeleri sırasında bildirmiştir (Talat Paşa, Hatıralarım ve Müdafaam, sayfa 104, Kaynak Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2006). Ermenilerin yaptıkları katliamlar ise çok daha büyüktür. Erzincan'da 800'den fazla Türk'ü katletmiş, Erzurum yakınlarındaki Ilıca'da kadın ve çocuk ayırt etmeden herkesi katletmiş, Erzurum'da halka eziyet etmiş ve yalnızca Erzincan'da 1 kişiyi kaybetmişlerdir (a.g.e sayfa 100-101-102-103).

Pasif Kullanıcı
12.11.2018

Bitlis'te 5500 kişiyi de katlettiklerini unutmamak gerekir (Perinçek, Mehmet; Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, sayfa:30, Kaynak Yayınları, 5. Basım, İstanbul, 2014). Bunlar ve daha niceleri insana durumu sorgulatmaya yeterlidir.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ