Bunun nedenini öğrendiğinizde emin olun onu çok daha seveceksiniz.
Çünkü meşrutiyetin, hilafete karşı bir tehlike arz ettiği fikrindeydiler.
Bu isyanı bastırmak için İttihat Terakki Genel Merkezi’nde bir karar alınır, isyanın olduğu yere Mustafa Kemal gönderilecektir.
Atamız, bu isyanı kontrolü altına almak için 20 Eylül 1908'de Libya yollarına düşer...
Burada Türklerin kolları bağlı halde vapurlara bindirilerek tahliye edildiği manzarasıyla karşılaşır.
Vapurun demirlediği sahilde bir rıhtım bile yoktur. Bir Arap kayıkçı Mustafa Kemal’i bomboş bir kumsala bırakır.
O gün kendisini karşılamaya kimse gelmez, elinde bavuluyla kalacak bir yer arar ancak bulamaz. Bulamayınca sahile döner, bavuluna başını koyup kumsala uzanır.
Trablusgarp Polis Müdürü Cemal Bey’den aldığı ilk bilgi korkutucudur: Aşiretler kenti ele geçirmiştir ve Mustafa Kemal'i bulduklarında ya öldüreceklerdir ya da geri göndereceklerdir.
Mustafa Kemal korkusuzdur; yaveri Murat ile birlikte isyancıların olduğu medreseye kararlı bir şekilde kalabalığı yararak girer.
Onları yönetenlerin kim olduğunu sorar sert bir şekilde.
Çünkü Ata'nın o korkusuz tavrı nedeniyle bir ordu tarafından kuşatıldıklarını sanırlar.
Onlarla konuşunca asıl sorunlarının yeni idarede, eski imtiyazlarını kaybetmek olduğunu anlar.
'Ben sizin çıkarlarınızı korurum, ama izin verin burada toplanan halkla konuşayım' der. Gece, avludaki havuzun başında, tercüman aracılığıyla isyancılarla konuşur:
'Ey din kardeşleri! Memleketinizin korunması için güç birliğine ihtiyacımız var. Ayrılırsak güçsüz kalırız' der.
2.5 ay kadar kalacağı Bingazi’de bölgenin idaresini elinde tutan Şeyh Mansur‘la tanışır.
Kaldığı otelin salonunda otururlarken bir telaş olur, 'Şeyh Mansur hazretleri'nin geldiği söylenir.
Bingazi’de Osmanlı’nın bir sancak başkanı olduğu halde bütün güç bu Şeyh‘in elindeydi. Gücünün kırılması gerekliydi.
Oturması için yer göstermediği Şeyh‘e dönüp şöyle der:
'Şeyh Mansur! Sen hiç sıkılmaz mısın? Buradaki sancak teşkilatının senin iradene uyacağını sanarak birtakım cüretkârlıklarda bulunuyorsun. Bu küstahlığın derecesini fark etmiyor musun? Ben sana haddini bildireceğim. Haydi çık dışarı!'
Şeyh Mansur, boynunu bükerek çıkar. Polis ve jandarma hayrete düşer.
Şeyh, eline bir Kuran-ı Kerim alıp Mustafa Kemal‘e uzatır:
'Meşrutiyet idaresinin Halife Efendimize kötülük yapmayacağına dair bu kitap üzerine yemin eder misiniz?'
Mustafa Kemal, Kuran’ı alıp öper ve 'Bu kitap ve namusum üzerine ant içerim ki Halife’ye bir kötülük yapılmayacak' der.
Ayaklanma bir süre için durur; Osmanlı otoritesi sağlanır.
Ancak bu, uzun sürmez, Eylül 1911’de İtalyanlar Trablusgarp’a saldırınca Mustafa Kemal’e yeniden yol görünecektir.
Bir avuç subay, kendilerinden 10 kat fazla kuvvete karşı savaşmak üzere karayoluyla ve gizlice bölgeye koşmaya karar verirler.
Binbaşı Mustafa Kemal de çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat’la birlikte yola koyulur.
Harbiye Nezareti, 'Yakalanırsanız ‘Hükûmetin bilgisi dışında seyahat ediyoruz’ diyeceksiniz” diye tembihlemiştir.
Yolda hastalanır. 15 gün İskenderiye’de yatar. Kasım sonu önce trenle Mısır’a girerler. Çölü aşmak için bir süre atla, 8 gün deve sırtında seyahat ederler. Develerin yükü artınca yaya yürürler.
Susuz, ağaçsız Mısır çölünü, rüyalarında Rumeli’yi görerek aşarlar.
Son tren istasyonunda Mısırlı bir subay kimlik kontrolü yapar. Arap kılığına bürünmüşlerdir, ama mavi gözleri Mustafa Kemal’i ele veriyordur. Yakalanacaklarını anlayınca, kimliğini açıklar; Mısırlı'nın dini duygularına hitap eder:
'Gâvurlara karşı kutsal cihada katılmaya gidiyoruz' der.
Sınırı böyle geçerler. Üniformalarını giyerler; silahlarını gizledikleri yerlerden çıkarıp savaşa katılırlar.
Fuat Bulca savaşın en kritik gününü Cemal Kutay’a şöyle anlatmıştır:
“Mustafa Kemal, bir taarruza karar verdi. (...) Her şeyi hazırladık. Hedefimiz Kasr-ı Harun idi. Burası, zannederim Kartacalıların zamanından kalan bir harabe idi, civara hâkimdi ve onu elinde bulunduran tarafın, karşı tarafın ateşlerine karşı bir müdafaa hattı kurması mümkün olacaktı.
Cidden çok kıymetli bir kurmay olan Mustafa Kemal, burasını ele geçirmek için günlerce dikkatli bir plan hazırladı. (...) Yanındaki az sayıda arkadaşlarıyla süvari hücumuna kalkıştı. Kendisini zaptedemedim. Nitekim kısa bir zaman sonra, ben artçı kuvvetlerle kalmıştım; o, Kasr-ı Harun’un ilk basamakları önüne erişmişti.
Burada boğaz boğaza bir boğuşmadır başladı. Harabenin duvarlarının arkasında geçen bu mücadelenin safhalarını göremiyordum.'
'İşte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. İki İtalyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. (...)
Mustafa Kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti.'
Ocak 1912’deki baskından sonra Mustafa Kemal, Derne’de hastaneye yatırılır. Gözü kanlıdır. Ateşi vardır. İlk müdahalenin ardından Selanik’e dönmesi tavsiyesi edilir ama dinlemez. Bir ay kadar hastanede yatar.
Gözlerini açamayacak haldedir. Zarar gören gözü görmüyordur. 'Zamanla açılır' diyen doktorlara inanmaz.
24 Ekim 1912 günü Derne’den ayrılır. Mısır ve Romanya üzerinden İstanbul’a döner. Kasımda Viyana’ya gidip, tanınmış bir göz hekimine muayene olur.
Bu yüzden sol gözünün görme yetisi kısmen azalmıştır.
Bakıyorum da birileri kendini devamlı başkomutan ilan ediyor oturduğu yerden Atamız onca savaşa katılmış gazi olmuş canını ortaya koymuş başkomutan öyle olmuş. Bizim tek Başkomutanımız var oda Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Beğenmeyen 263 kişi denize dökülenlerin torunu sanırım...
Ataturk'un bu fedakarligini o gun binlerce Vatan Evladi yapti, bircoklari öldü, Kendi yemedi askere yedirdi insanlar, topla tufekle saldirana kurekle kazmayla saldirdi. Bebelerin besiklerinde cephane tasidi analar, kolu koptu ''Tek elimle de dusmani vururum Komutanim'' diyen 18 yasinda delikanlilar vardi... Bu saydigim insanlar bugun de var ve iste Ataturk bu yuzden degerli. O gun onun ardindan gittiler, onca insani tek bir millet yapmayi, bir bayrak altinda toplamayi ve iclerindeki cesareti disari cikartmayi bilen bir lider oldugu icin. Hani Ataturk'e laf soyleyenler var ya, Ataturk'un sahip oldugu guce sahip olup da Padisahlik taslamayan ya da taslamayacak bir Politikaci gostersinler bana. Bakin bugun mesela, Suan ki iktidar veya muhalefet Ataturk'un sahip oldugu yaptirim gucunun, sayginligin ve sevginin yuz de birine sahip degiller ama ondan daha cok had sahibiler...