Atatürk de olsanız, her davayı kazanamazsınız; çünkü hukuk hepimizin üstündedir...
Atatürk de olsanız, her davayı kazanamazsınız; çünkü hukuk hepimizin üstündedir...
Atatürk'ten 4 yaş küçük ve Kerkük doğumlu olan Ali Saip Bey, Gazi gibi harbiye mezunudur. Trablusgarp ve I. Dünya Savaşı'na katılır. Mondros'tan sonra Anadolu işgali başlayınca 'Namık' takma adıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Kuva-yi Milliye'ye katılır.
Bu telgrafta şöyle der: 'Milli örgütlenişi genişletin. Her türlü haksızlığı, protesto ve icabında fiilen reddedin.' Ekim ayı sonunda İngilizler, Urfa'yı tamamen Fransızlara bırakır ve bunun üzerine de Gazi, Yüzbaşı Ali Saip Bey'i Urfa Jandarma Komutanlığı'na atar.
Komutan, 24 saatte bir Fransızlara 'şehri terk etmeleri' konusunda ültimatom verse de bu işin kan ile çözüleceği bellidir ve Nisan'a kadar süren karşılıklı taaruzlarda hem Türk hem de Fransız tarafı kayıplar verir. Ve fakat nihayetinde Urfa kurtulur ve şehir, Ali Saip Bey ile birlikte yıllar sonra unvanını da alacağı 'şanlı' bir zafere imza atar.
Urfa Savunması'nda gösterdiği başarıdan ötürü kendisine kırmızı-yeşil şeritli istiklal madalyası verilir. Hem milletvekilliği hem de askerliğe devam eden Ali Saip Bey, 1926 tarihinde binbaşı rütbesiyle ordudan emekli olur. Ali Saip Bey'in Türkiye tarihi açısından başka bir önemi de 1925'te kurulan Şark İstiklal Mahkemesi'nde Şeyh Sait'i yargılayarak idamına karar vermesi ve bizzat bu kararı infaz ettirmesidir.
Olay 1924'te gerçekleşir. Hüseyin Necati Bey, Vakit gazetesinde çalışmaktadır ve o sıralar Halk Partisi vekilleri, vekil maaşlarına zam talep ederler. Vekillerin grup toplantısında kendi aralarında geçen tartışmaları gazeteye taşıyan Hüseyin Necati Bey, habere de Ali Saip'in fotoğrafını basar. Bunun üzerine ise Ali Saip ve birkaç arkadaşı tarafından hem de meclis koridorlarında tekme tokat dövülür.
Meclis tutanaklarından aldığım ekran görüntüsünde gördüğünüz Ali Saip Bey'in bu konuyla ilgili söylediği son sözler efendim ve şöyle bitiyor:
'-se ne âlâ, edilmediği takdirde Heyeti Celileniz buna muvafık bir şekil düşünsün. Çünkü şerefle oynanınca bugün tokattır, yarın silâhtır efendiler. İnsafınıza müracaat ediyorum, vicdanınıza tevdi ediyorum.'
Hatta aralarında görünürde o kadar sorun yoktur ki 1934'te çıkan soyadı kanunu ile Atatürk, bizzat Ali Saip Bey'e 'Urfa Savaşçısı'nın kısaltılmışı olarak 'Ursavaş' soy ismini verir.
Ve 1935 yılında haber alma örgütleri o çiftliğe Suriye'den birtakım kuşkulu kimselerin gelip gittiğini ve bunlar arasında Atatürk'e suikast yapmak istediklerinden kuşkulanılanların bulunduğunu bildirirler. Ancak bu işin bir kaçakçılık sorunu olduğu üzerinde durulur daha çok.
Atatürk'ün edindiği kanı ise suikast olasılığının ağır basmasıdır. Çünkü der Atatürk, 'Bu gidiş gelişlerde mutlaka gizli bir neden olmalıdır. Eğer kaçakçılık olsaydı, Ali Saip bunu bana söyler ve af dilerdi. Bunu yapmayıp tüm inkara sapması suikast kuşkusunu pekiştiriyor.'
Ve Ursavaş, mahkemede beraat eder. Bu sonuç karşısında Atatürk'ün tek sözü: 'Böyle bir dava bu çocuk savcının eline bırakılır mıydı?' olur.
Hasan Rıza Soyak, anılarında bu olaydan sonra Atatürk'ün Ursavaş ile iletişimi kestiğini belirtir. Cezmi Yurtsever'in Adanalı kitabına göre ise 1939'da Ursavaş'ın Ankara'da öldüğü söylense de aslında kendisi Adana, Kadirli'de ölür ve cesedine hiç kimse sahip çıkmadığı için bir dere kenarına atılır.
Bu kitaplardan biri Turgut Özakman'ın 'Şu Çılgın Türkler'i iken diğeri Yaşar Kemal'in İnce Memed'idir. Anlatılanlara göre kitaptaki Arif Saim Bey karakteri aslında Ali Saip Bey'dir.
Yaşar Kemal'in tamamen gerçeklere dayanarak yazdığı İnce Memed'e Kozan milletvekili Ali Saip Bey'i dahil etmesi bana çok da şaşırtıcı gelmedi açıkçası; ama siz ne düşünürsünüz, bilmiyorum?
Yalnız o fotoğraftaki Tansu Çiller'in babası değil, Hayri Kozakçıoğlu!
evet atatürk hukuk'a müdahele etmez, cok inandirici olmus................
Davadan dört sene sonra ölmesi bana çok şüpheli geldi