Sosyolog Maurice Halbwachs’ın kolektif hafıza teorisine göre, gruplar kendi kimliklerini “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden korur. Atatürk, Cumhuriyet’in sekülerleşme hamlelerinin sembolü olduğu için bazı toplulukların hafızasında bir “kimlik tehdidi” figürü haline gelmiştir. Bu psikolojik tehdit şu sonuçları doğurur:
Atatürk’ün toplumsal etkisi küçültülmeye çalışılır,
Ona saygı duyan kitle “ötekileştirilir”,
Bu saygı biçimi “tapınma” diye damgalanarak değersizleştirilir.
Burada amaç Atatürk’ü değil, Atatürk’ün temsil ettiği modernlik ve seküler yurttaşlık modelini tartışma dışı bırakmaktır.
Kutsal Olanı Tekelleştirme Güdüsü
Bazı ideolojik hareketler, kutsallığı sadece kendi alanlarına ait bir sermaye gibi görür. Bu nedenle tarihî figürlere duyulan saygının “kutsal alanı” ihlal ettiği hissine kapılırlar. Oysa Atatürkçülük hiçbir zaman bir ibadet pratiği ya da metafizik bağlılık üretmemiştir.
Kutsallığı tekelleştirmek isteyen çevreler ise bu rasyonel bağlılığı “dinsel bir rakip” gibi kodlar. Aslında ideolojik rahatsızlık daha çok burada gizlidir. İlginç bir biçimde, bazı kişiler “Bizim tek liderimiz Peygamberdir.” derken bile Atatürk'e gönderme yapmadan duramaz. Bu, bilinçaltında Atatürk’ün hâlâ çok güçlü bir sembolik figür olduğunu gösterir. Psikolojide buna obsesif karşılaştırma denir: Yani, bir figürü küçültmeye çalışırken bile sürekli o figüre atıf yapma ihtiyacı duymak.
Oysa Atatürk’ü peygamberle kıyaslayan asla Cumhuriyet ışığında yetişen insanlar olmadı.
Bu kıyas, Atatürkçüler tarafından değil, reaksiyoner çevreler tarafından yaratıldı.
Bu da aslında şu sosyolojik gerçeği gösteriyor: Atatürk onlar için bile sembolik gücü çok yüksek bir referans noktasıdır.