Nörobiyolojiye göre aşk beynimizin en ilkel ama en güçlü sistemlerini harekete geçiriyor.
Dopamin artışı → Yoğun haz, motivasyon ve bağımlılık benzeri bir his.
Oksitosin ve vazopressin → Güven, bağlılık ve sarılma isteği.
Serotonin düşüşü → Partneri sürekli akılda tutma, takıntılı düşünceler.
“Aklım hep onda” lafı bilimsel olarak doğru. Aşk beynimizi hem ödüllendiriyor hem de biraz takıntılı hale getiriyor. Bazen bu, aynı şarkıyı tekrar tekrar dinlemek ya da bir kitabın aynı sayfasına dönmek gibi: İçinden çıkamıyorsun.
Neden Bazen Kanatlandırıyor, Bazen Zincirliyor?
Bazı ilişkilerde kendini özgür, yaratıcı ve güçlü hissedersin. Ama bazılarında sürekli kıskançlık, kaygı ve boğulmuşluk vardır. İşte bu farkın temelinde bağlanma stili yatar.
Güvenli bağlananlar, aşkı dengeli ve özgürce yaşar.
Kaygılı bağlananlar, terk edilme korkusuyla aşkı tutsaklık gibi hisseder.
Kayıtsızlar, duygularını bastırarak kendilerini korumaya çalışır.
Bağlanma kuramına göre aşkı nasıl yaşadığımız, çocukken anne-babamızla kurduğumuz ilk bağlarla doğrudan ilişkilidir. Yani aşk, sadece bugün değil, geçmişteki bağlarımızın da bir devamıdır.