Aşk Gerçekten Haz ve Keyif Verici Bir Motivasyon mudur?

Prof. Dr. Tayfun Uzbay, ülkemizin en değerli ve evrensel bilim insanlarından biri. Tıbbi farmakoloji alanında gerçekleştirdiği çalışmalarla alana ışık tutan ve yazdığı çok değerli kitaplara “okumayı” fazlasıyla hak eden bir yazar aynı zamanda. Tayfun Hocam’dan söz ederken kendisine ve gıyabında hep “okurun bol olsun” derim. En nihayetinde bu dileğimi buradaki, Onedio Yazio’daki köşeme taşımaya karar verdim ve kendisinin izni ve katkısıyla bir dizi halinde Hocam’ın son kitabı ve arka kapağını yazmaktan gurur duyduğum İnsanlar ve Yanılgılar kitabından bazı bölümleri sizle paylaşmaya başlıyorum.

“Yanılgılar” konusu, bazılarımız öyle görmese bile (bu da bir yanılgı) önemli bir konu.

Tayfun Hoca olgudan söz ederken “insanın kaderini yanılgıları belirler” diyecek kadar da iddialı. Neticesinde Homo Sapiens, yani “bildiğini bilen insan”, en azından “bildiğini zanneden insan” baştan beri beynini kullanarak hayatta kalmaya ve çevreye uyum sağlamaya çalışan bir tür. Bunun için insan öğrendi, üretti, uyum sağladı, düştü, kalktı, âşık oldu, nefret etti, savaştı ama sanırız bugünkü duruma baktığımızda en çok yanıldı! 

Diğer taraftan en başından beri de hep deneme yanılma yoluyla öğrendi, yani zaman zaman da pek yanıldı. Helvaya bu da dâhildi. Bir de bir durum var ki hayati... Otobiyografik belleği aracılığıyla da kültürünü aktarmayı bildi. Algılama kapasitesi, analiz yapabilmesi, sorun çözme becerisi, strateji gerçekleştirmesi, kurular yapabilmesi onun için hep araçsal akıl oldu. “evrenin en karmaşık donanımı” dediğimiz beyin bunun için biçilmiş kaftandı ama onun bir özelliği daha vardı maalesef (maalesef diyorum ama belki de bu aşırı insan gelişmişliğinin yolu da buydu). Yanılmaya, irrasyonaliteye, önyargılamaya pek meyilliydi. Beyin kendisini haklı çıkarmaya çalışan bir avukat olarak her şeyi kendine 

Prof. Dr. Tayfun Uzbay İnsanlar ve Yanılgılar kitabı ile bu yanılgıların sebeplerini; yanılgıların nöropsikolojisini, nörobiyolojisini ve nörokimyayasalını ele alıyor. Kitabın arka kapağında yaptığım yorumda; “Ülkemizde bilim dünyasının en önemli figürlerinden olan Tayfun Uzbay Hoca’nın aşkta, bilimde, özgüvende, zihnimizde, belleğimizde, sebeplerde ve sonuçlarda nasıl yanıldığımızı gösteren bu eşsiz kitabı, tam da ihtiyaç olan bir zamanda ‘zamanın ruhunu’ bize açık eyliyor, iyi ki de yapıyor, iyi yapıyor' demiştim. Şimdi de bu yazıda noktasına virgülüne dokunmadan Tayfun Hoca’nın İnsanlar ve Yanılgılar kitabından “Aşk ve Motivasyon” bölümünü sizinle paylaşacağım, bence iyi de yapacağım.

Beyin ödül sisteminin* âşık bireylerde de devreye girmesi şaşırtıcı değil.

Bu sistem haz ve keyif verici her tür motivasyonda devreye girer. Çikolata veya kaymaklı ekmek kadayıfı gibi lezzetli şeyler yenirken, fanatik şekilde tuttuğunuz futbol takımı derbi maçta artarda gollerini sıralarken, sevdiğiniz bir mekânda hoş sohbet dostlarınızla rakı balık muhabbeti yaparken ve hoşlandığınız bir karşı cins ile birliktelik planı yaparken beyinde ödül sistemi devreye girer. Burada beynin alt ve üst bölgeleri arasındaki iletişimi sağlayan en önemli nörokimyasal iletici dopamindir.

Dopaminin salıverilmesi kişiyi ödüllendirici bir iyi hissetme durumuna sokar. Dopaminin ödül ve haz duyumsamasına yol açan süreci düzenlediği limbik beyin yapıları ile ön alın lobunun kabuk (korteks) kısmı ile bağlantıyı sağlayan yolak ise mezokortolimbik olarak adlandırılır. Bu yolağın aşırı ve kontrolsüz aktivasyonunun ya da bu yolaktaki sorunların aynı zamanda bağımlılık ve şizofreni hastalığının pozitif belirtileri arasında yer alan hezeyanlı duygu durumu ile ilgili olduğunu da iyi biliyoruz. Aşkın keyif verici mecrasından çıkarak takıntılı bir bağımlılığa ya da şizofreni benzeri hezeyanlarla birlikte yürüyen sıkıntılı bir sürece girmesinin altında da bu nörobiyolojik ilişki yatabilir. Öte yandan, dopamin sadece ilişkilerin oluşumuyla değil, aynı zamanda cinsel motivasyonla da yakından ilişkilidir. Dopaminin cinsel motivasyondaki yerine aşağıda tekrar döneceğim. 

Bilim çevrelerinde aşkın tutkulu ve coşkulu başlangıç evrelerinde rolü olduğuna inanılan bir başka nörokimyasal iletici de serotonindir. Serotonin eminim bu satırları okuyan birçok kişiye yabancı değildir. “Mutluluk hormonu” olarak ün salmıştır. Bu üne kavuşmasının nedeni beyinde serotonin aktivitesini artıran ilaçların depresyon tedavisinde kullanılması ve insanların depresyonu sadece mutsuz olmaktan ibaret bir hastalık olarak algılamasıdır. Gerçekte depresyon mutsuzluktan çok daha fazlasıdır ve serotonin bir hormon olmadığı gibi doğrudan sizi mutlu etmeye yönelik bir katkısı da yoktur.

Öte yandan, mutluluk da aynı aşk gibi çok yönlü ve karmaşık bir kavramdır.

Semir Zeki’nin yaklaşımına göre tutkulu aşk süreçlerinde dopamindeki artış serotonindeki azalma ile karşılıklı bir ilişki içindedir. Yani dopamin artarken serotonin azalır. Hatta romantik aşkın erken evrelerinde serotoninin obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan hastalarda gözlenen seviyelerde düşük düzeylere ulaştığı iddia edilmiştir. Buradan hareketle ne de olsa aşkın da bir tür saplantı olduğu, ilk başladığı sıralarda düşünce ve mantık süreçlerini dondurarak tüm ilgiyi tek bir kişiye doğru yönlendirdiği gibi spekülatif çıkarımlar yapılmıştır. OKB ve serotonin düşüklüğü üzerinden aşka açıklama getirmek zordur. Bunun nedeni OKB hastalarında serotoninin azaldığını gösteren çalışmalar kadar arttığını gösteren çalışmaların da yayınlanmış olmasıdır. Her ne kadar OKB hastalarında serotonin artırıcı antidepresanlar kullanılsa bile bazı hastalarda bu tedavi işe yaramamakta hatta durumu daha da kötüleştirebilmektedir. Bu nedenle ben burada “bazı aşklar OKB’ye benzer takıntılı bir duygu durumu ortaya çıkarabilir, ancak serotoninin aşkın oluşumunda ve sürdürülmesindeki rolü belirsizdir” diyorum.

Davranışsal nörobilimcilerin aşka dair ortaya koyduğu biyolojik verilerden biri de NGF (sinir büyüme faktörü), BDNF (beyinden köken alan nörotrofik faktör), NT-3 ve NT-4 gibi sinir hücrelerinin dayanıklılığını sağlayan ve bütünlüğünün korunmasına yardımcı olan nörotrofinlerin âşık olan ve olmayan bireylerdeki kan seviyelerinin ölçülmesi ile elde edilmiştir.**  Bu çalışmada yakın zamanda âşık olan toplam 58 denekten elde edilen sonuçlar hem herhangi bir ilişkisi olmayan hem de başlangıçta âşık olup uzun süredir birlikte yaşayan deneklerden oluşan iki kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Tutkulu bir romantik aşkın başlangıcını yaşayanlarda NGF düzeyleri herhangi bir aşk ilişkisi bulunmayan ve uzun süredir birlikte olan çiftlere göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur. Bunların bir ile iki yıl sonra ulaşılabilen 39 tanesinde NGF seviyeleri azalmış ve hiç ilişkisi olmayanlardakine yakın düzeylere dönmüştür. NGF dışında diğer nörotrofinlerde ise bir değişiklik saptanmamıştır.

Bu veri tek eşli kır sıçanlarında elde edilen yüksek oksitosin bulgularından daha heyecan vericidir. Bir kere insanlarda gerçekleştirilmiştir, öte yandan hem hiçbir ilişkisi olmayan hem de uzun süreli ilişkisi olanlarla da karşılaştırma içermektedir. Daha önemlisi başlangıçta yüksek NGF kan düzeylerine sahip olanların önemli bir bölümünde zaman içinde sönmeye yüz tutan aşk ateşi ile NGF düzeylerinin tekrar düştüğü gösterilmiştir. Birlikte ele alındığında, bu bulgular, âşık olmayla ilişkili bazı davranışsal ve/veya psikolojik özelliklerin kan dolaşımındaki NGF düzeylerinin artmasıyla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.

Buradan hareketle akla gelebilecek ilk şey aslında aşkta oksitosin için düşünülen tüm rollere aslında NGF’nin uyduğudur. Yani NGF hem yükseldiğinde aşkı başlatan hem de elini şanslı çiftlerden çekip düşüşe geçtiğinde aşkın yok olmasına yol açan anahtar bir eleman gibi görünmektedir. Bununla beraber, NGF belki hızlıca burun spreyi yapılıp piyasaya sürülmeye elverişli olmadığından oksitosin kadar dikkat çekmemiş ya da gürültü koparmamıştır. Öte yandan, NGF’nin de sadece bir tek makale üzerinden aşk için olmazsa olmaz önemli bir faktör olarak tanımlanması için de erkendir. Bu çalışma her ne kadar çok dikkat çekici veriler sunmuş olsa da üzerinden geçen yaklaşık 15 yılda bunu teyit eden veya destekleyen daha kapsamlı başka bir çalışma yapılmamış olması önemli bir eksikliktir. Ayrıca neden NGF yükselip azalırken diğer nörotrofinlerde hiçbir değişiklik olmadığı ve NGF’deki artışların aşkın nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu gibi konulara açıklık getirmek gerekmektedir. 

NGF gibi nörotrofinlerin beyindeki sinir hücrelerinin oluşturduğu bağlantıların güçlendirilmesi ya da yeni bağlantıların oluşturulmasına destek olarak beyin esnekliğine (nöroplastisite) katkı sağladığını biliyoruz. Böylece beynin öğrenmeye bağlı zihinsel faaliyetleri ile duygulanım ve düşünce süreçleri iç ve dış değişikliklere uyum sağlayacak şekilde ortaya çıkar. Bunların bazıları geri dönüşümlü ve bazıları da kalıcı değişikliklerdir. Yeni bir dil öğrendiğinizde, yeni biri ile tanışıp ona uygun sosyal ilişkileri sürdürdüğünüzde, rota çizerek bir yerden bir yere gittiğinizde beyninizde gerçekleşen değişikliklerin temelinde beyin esnekliği vardır.

Aynı şey duygulanım süreçleri için de geçerlidir. Birbirine tutku ile âşık olan kişilerin beyinlerinde de sinir bağlantıları aracılığıyla kalıcı ya da zamanla eski haline dönen değişiklikler oluşur. Olaya beyin esnekliği penceresinden bakınca NGF’nin romantik ve coşkulu aşkın başlangıç evresinde beyinde oluşan değişikliğe (buna yeniden modellenme de diyebiliriz) destek verdiği için miktarının arttığını düşünebiliriz. Bu yaklaşım doğru ise ki, oldukça makul görünüyor, NGF aşkı başlatan değil, aşk başladığında çiftlerin tutkuyla birbirlerine bağlanması için beyinde gerekli değişikliklerin oluşumuna katkı sunan ikincil bir faktör gibi görünüyor. Aşk tükendiğinde de beyindeki değişimin tekrar eski haline dönmesi nedeni ile NGF’ye olan ihtiyaç ortadan kalkıyor olabilir. 

* Beyin ödül sistemi hakkında ayrıntılı bilgi almak için Hazdan Bağımlılığa ve Görünmeyen Beyin isimli kitaplarıma başvurabilirsiniz.

** Emanuele E ve ark., 'Raised plasma nerve growth factor levels associated with early-stage romantic love'. Psychoneuroendocrinology, 31(3): 288-294, 2006.

1982 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi (GATA) Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda 1992 yılında doktorasını tamamladı. Aynı bölümde 1995 yılında doçent, 2003 yılında profesör unvanını aldı. 1997-1999 yılları arasında ABD’de, University of North Texas ve İtalya’da University of Cagliari’de araştırıcı öğretim üyesi olarak çalıştı. 2003-2011 yılları arasında GATA Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı, 2011-2013 yılları arasında GATA Yüksek Bilim Konseyi üyesi olarak görev yaptı. 2003-2012 yılları arasında TÜBİTAK Ulakbim Türk Tıp Dizini Kurulu üyeliği ve 2004-2012 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Madde Bağımlılığı Tedavi Usulleri Bilim Komisyonu üyeliği görevlerini yürüttü. 2007-2016 yılları arası Türk Eczacıları Birliği (TEB), Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu Üyesi, 2016-2019 yılları arasında Eczacılık Akademisi Başkanlığı görevini yürütmüştür. Halen T.C. Üsküdar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dâhili Bilimler Bölüm Başkanıdır. Ayrıca Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (NPFUAM) müdürlüğü ve Rektör Danışmanlığı görevlerini de yürütmektedir. 43. Dönem (2021-2023) TEB Merkez Heyeti Üyesidir.

Popüler İçerikler

Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
YORUMLAR
17.11.2022

Evrensel bilim insanı ne demek yahu 😂

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ