Semir Zeki’nin yaklaşımına göre tutkulu aşk süreçlerinde dopamindeki artış serotonindeki azalma ile karşılıklı bir ilişki içindedir. Yani dopamin artarken serotonin azalır. Hatta romantik aşkın erken evrelerinde serotoninin obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan hastalarda gözlenen seviyelerde düşük düzeylere ulaştığı iddia edilmiştir. Buradan hareketle ne de olsa aşkın da bir tür saplantı olduğu, ilk başladığı sıralarda düşünce ve mantık süreçlerini dondurarak tüm ilgiyi tek bir kişiye doğru yönlendirdiği gibi spekülatif çıkarımlar yapılmıştır. OKB ve serotonin düşüklüğü üzerinden aşka açıklama getirmek zordur. Bunun nedeni OKB hastalarında serotoninin azaldığını gösteren çalışmalar kadar arttığını gösteren çalışmaların da yayınlanmış olmasıdır. Her ne kadar OKB hastalarında serotonin artırıcı antidepresanlar kullanılsa bile bazı hastalarda bu tedavi işe yaramamakta hatta durumu daha da kötüleştirebilmektedir. Bu nedenle ben burada “bazı aşklar OKB’ye benzer takıntılı bir duygu durumu ortaya çıkarabilir, ancak serotoninin aşkın oluşumunda ve sürdürülmesindeki rolü belirsizdir” diyorum.
Davranışsal nörobilimcilerin aşka dair ortaya koyduğu biyolojik verilerden biri de NGF (sinir büyüme faktörü), BDNF (beyinden köken alan nörotrofik faktör), NT-3 ve NT-4 gibi sinir hücrelerinin dayanıklılığını sağlayan ve bütünlüğünün korunmasına yardımcı olan nörotrofinlerin âşık olan ve olmayan bireylerdeki kan seviyelerinin ölçülmesi ile elde edilmiştir.** Bu çalışmada yakın zamanda âşık olan toplam 58 denekten elde edilen sonuçlar hem herhangi bir ilişkisi olmayan hem de başlangıçta âşık olup uzun süredir birlikte yaşayan deneklerden oluşan iki kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Tutkulu bir romantik aşkın başlangıcını yaşayanlarda NGF düzeyleri herhangi bir aşk ilişkisi bulunmayan ve uzun süredir birlikte olan çiftlere göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur. Bunların bir ile iki yıl sonra ulaşılabilen 39 tanesinde NGF seviyeleri azalmış ve hiç ilişkisi olmayanlardakine yakın düzeylere dönmüştür. NGF dışında diğer nörotrofinlerde ise bir değişiklik saptanmamıştır.
Bu veri tek eşli kır sıçanlarında elde edilen yüksek oksitosin bulgularından daha heyecan vericidir. Bir kere insanlarda gerçekleştirilmiştir, öte yandan hem hiçbir ilişkisi olmayan hem de uzun süreli ilişkisi olanlarla da karşılaştırma içermektedir. Daha önemlisi başlangıçta yüksek NGF kan düzeylerine sahip olanların önemli bir bölümünde zaman içinde sönmeye yüz tutan aşk ateşi ile NGF düzeylerinin tekrar düştüğü gösterilmiştir. Birlikte ele alındığında, bu bulgular, âşık olmayla ilişkili bazı davranışsal ve/veya psikolojik özelliklerin kan dolaşımındaki NGF düzeylerinin artmasıyla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.
Buradan hareketle akla gelebilecek ilk şey aslında aşkta oksitosin için düşünülen tüm rollere aslında NGF’nin uyduğudur. Yani NGF hem yükseldiğinde aşkı başlatan hem de elini şanslı çiftlerden çekip düşüşe geçtiğinde aşkın yok olmasına yol açan anahtar bir eleman gibi görünmektedir. Bununla beraber, NGF belki hızlıca burun spreyi yapılıp piyasaya sürülmeye elverişli olmadığından oksitosin kadar dikkat çekmemiş ya da gürültü koparmamıştır. Öte yandan, NGF’nin de sadece bir tek makale üzerinden aşk için olmazsa olmaz önemli bir faktör olarak tanımlanması için de erkendir. Bu çalışma her ne kadar çok dikkat çekici veriler sunmuş olsa da üzerinden geçen yaklaşık 15 yılda bunu teyit eden veya destekleyen daha kapsamlı başka bir çalışma yapılmamış olması önemli bir eksikliktir. Ayrıca neden NGF yükselip azalırken diğer nörotrofinlerde hiçbir değişiklik olmadığı ve NGF’deki artışların aşkın nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu gibi konulara açıklık getirmek gerekmektedir.
NGF gibi nörotrofinlerin beyindeki sinir hücrelerinin oluşturduğu bağlantıların güçlendirilmesi ya da yeni bağlantıların oluşturulmasına destek olarak beyin esnekliğine (nöroplastisite) katkı sağladığını biliyoruz. Böylece beynin öğrenmeye bağlı zihinsel faaliyetleri ile duygulanım ve düşünce süreçleri iç ve dış değişikliklere uyum sağlayacak şekilde ortaya çıkar. Bunların bazıları geri dönüşümlü ve bazıları da kalıcı değişikliklerdir. Yeni bir dil öğrendiğinizde, yeni biri ile tanışıp ona uygun sosyal ilişkileri sürdürdüğünüzde, rota çizerek bir yerden bir yere gittiğinizde beyninizde gerçekleşen değişikliklerin temelinde beyin esnekliği vardır.
Aynı şey duygulanım süreçleri için de geçerlidir. Birbirine tutku ile âşık olan kişilerin beyinlerinde de sinir bağlantıları aracılığıyla kalıcı ya da zamanla eski haline dönen değişiklikler oluşur. Olaya beyin esnekliği penceresinden bakınca NGF’nin romantik ve coşkulu aşkın başlangıç evresinde beyinde oluşan değişikliğe (buna yeniden modellenme de diyebiliriz) destek verdiği için miktarının arttığını düşünebiliriz. Bu yaklaşım doğru ise ki, oldukça makul görünüyor, NGF aşkı başlatan değil, aşk başladığında çiftlerin tutkuyla birbirlerine bağlanması için beyinde gerekli değişikliklerin oluşumuna katkı sunan ikincil bir faktör gibi görünüyor. Aşk tükendiğinde de beyindeki değişimin tekrar eski haline dönmesi nedeni ile NGF’ye olan ihtiyaç ortadan kalkıyor olabilir.
* Beyin ödül sistemi hakkında ayrıntılı bilgi almak için Hazdan Bağımlılığa ve Görünmeyen Beyin isimli kitaplarıma başvurabilirsiniz.
** Emanuele E ve ark., 'Raised plasma nerve growth factor levels associated with early-stage romantic love'. Psychoneuroendocrinology, 31(3): 288-294, 2006.
Evrensel bilim insanı ne demek yahu 😂