Aşkı tanımlamak zordur, ancak yoğun bir derin sevgi hissi olarak tanımlanabilir. En temel düzeyde bilim aşkı beyin tarafından salgılanan bir kimyasal kokteyli olarak görür. Aşk popüler kültürümüze hakimdir ve sayısız şarkı, film ve edebiyat ve sanat eserinin konusudur. Peki aşkı hissettiğimizde bedenimizde neler oluyor?
Hiç yaşamamış olsak da yine de edebiyatın kudreti ve Parnas Dağı'ndaki 9 ilham perisinin sihirli tozlarıyla tarif edicem. Bu his, bulutların üstünde yürümekten farksızdır. Her an onu hayal edersin, ayrılmak kâbusların en salkım saçaklısıdır. Gece rüyalarında, gündüz hülyâlarındadır. Kalbinin otoparkı, ruhunun kontrol kulesidir, âşk barometresinin ibresi daima zirveyi aşındırır. Âşkın kristal küresinin şavkı sizi büyüler. İpekten yumuşak elini tutmak aleve dokunmaktır, gözlerinin hüzmesine çekilmek sonsuzluğun alâmetidir, ayakları yerden kesen o dayanılmaz hafiflik, rayihasında eriyip buharlaşmak... Edebiyatın eşsiz üstâdı William Shakespeare'in uçsuz bucaksız okyanusundan bi damla olan şu güzel dizelerine bal mumu yapıştırarak taçlandıralım: KLEOPATRA "Bilmek istiyorum nereye kadar gidebilir beni sevenin sevgisi." ANTONIUS "Yeni gökler, yeni bir dünya düşün öyleyse."