Arkası Yarınları Beklemek mi? Beklemek, Odaklanmak ve Uzun Uzun Okumak Hiç Bu Kadar Zor Olmamıştı!

Erkenden uyanılan sabahlarda, herkesin bir araya gelerek oturduğu kahvaltı sofralarında salonun en gözde yerinde üstü dantelle örtülmüş bir radyo… 

Pazar günleri haricinde her gün sabah 9.40’ta başlayan ve yirmi dakika süren Arkası Yarın…

Şanslıysanız ve parazit yoksa, belki de günün en keyifli zamanını geçiriyorsunuz.

Bir tiyatroyu radyodan dinlediğinizi hayal edin. Kulağınız radyoda, gözleriniz zihninizden geçen tasvirlerle etrafınızdaki eşyalara veya duvara odaklı, dalıp gitmişsiniz. Alabildiğine özgürsünüz. Hikâyedeki karakterler, ortam hayal gücünüzün eseri.

Böyle bir ortamı hayal etmek ben de dâhil, çoğumuz için oldukça zor. Bunu yaşayan nesilden dinleyerek zihnimizde canlandırmaya çalışıyoruz. Ama ne kadar başarılı olabiliyoruz, tartışılır. Şimdilerde podcastler, sesli kitaplarla bu hava canlandırılmaya çalışılıyor. Ancak çoğumuz bir yere yetişirken ya da bir şeyler yaparken dinlemeyi tercih ediyoruz. Sadece radyo tiyatroları da değil, ilerleyen dönemlerde televizyonun olduğu zamanlardaki dönem filmlerini hiç izlediniz mi? Tasvirlerin ne kadar edebi bir dille yapıldığına dikkat ettiniz mi? Hatta dönem filmlerinde kullanılan kelime dağarcığı ile günümüzdeki arasında bile oldukça fark var. Konuşmalarında, okuduğu kitaplardan atıfta bulunan insanlar, kelimesi kelimesine hatırlanan şiirler… 

Günümüzde kelimesi kelimesine bir kitabın belli bir bölümü hatırlamak bir yana, çok uzun yazıları okumakta bile zorluk çekmeye başladık. Hatta görsel içeriklerin bile belli bir dakika üzerinde olanları yarıda bırakılıp kapatılıyor. Çarpıcı, kısa içerikler dikkat çekiyor. O da belli bir süre sonra etkisini kaybediyor. Hızlı tüketiyor, hızlı unutuyoruz. 

Ev telefonlarının olduğu dönemde yaşayanlar, aradan yıllar geçmiş olsa bile kendi telefon numaralarını ve yakınlarının numaralarını hatırlayabiliyor. Ancak günümüzde, telefon numaralarını, adresleri vs. unutuyoruz. Çünkü hafızamızdan bağımsız olarak bu bilgileri bizim için depolayacak akıllı cihazlarımız var. 

Gelin, Hafıza ve Dikkate Yakından Bakalım 

Bellek; duyumsal, kısa süreli ve uzun süreli olmak üzere üç başlıkta incelenir. 

-Duyumsal Bellek: Duyu organlarından gelen bilgilerin geçici olarak tutulduğu kısımdır. Buradaki bilgi ya işlenir ya da yok edilir. Bilgiler burada 1-4 saniye kadar kalır. İşlenecek bilgilerin seçilmesi ve kısa süreli belleğe aktarılması ya da yok edilmesinde etkili olan parametre dikkattir. Bilgi alabilme kapasitesi sınırsızdır.  

-Kısa Süreli Bellek: Çalışma belleği de denilen bellek türünde dikkat aracılığı ile aktarılan bilgi yaklaşık 20 saniye kadar kalır. Sınırlı bir kapasitesi vardır. 

-Uzun Süreli Bellek: Tekrarlama yoluyla, kısa süreli bellekten, uzun süreli belleğe gelen bilgiler burada kalıcı hale gelir. Sınırsız bir kapasitesi vardır. Aktarıldıktan sonra da geri çağırılabilir. (Öğrendiğiniz bir bilgiyi hatırlamak). Uzun süreli belleğe aktarılan bilgi nöron dediğimiz beyin ve vücut arasında bilgi taşıyan sinir hücreleri arasındaki sinaps adı verilen bağlantılarda değişime yol açar. Bu sinapsları ağacın dallarına benzetirsek eğer, dallar kalınlaşır ve yeni dallar oluşturup komşu nöronlarla bağ kurar. Bilginin uzun süreli olarak kalmasının yollarından biri de bu aslında. Bir bilginin kalıcı hale gelmesi, önceden öğrendiğimiz bilgilerle bağlantılar oluşturmamıza bağlıdır. Diğer bilgilerle ilişkisel bir ağ oluştururuz.

Uzun süreli bellek de kendi içinde 3’e ayrılır;

1) İşlemsel Bellek: Bilinçli olarak geri çağırmadığımız psikomotor becerileri ( bisiklete binmek, dans etmek vs.) içerir. Tekrar ederek ve deneyimleyerek kazanılır. 

2) Anlamsal Bellek: Dünya hakkında biriktirdiğimiz kavramlar, genel kültür, genelleme ve kuralları içerir. Semantik bellek de denir. 

3) Anısal Bellek: Kişisel yaşantılarımızın depolandığı bölümdür. Buradaki bilgilerle duygusal bir bağımız vardır. Otobiyografik bilgiyi içerir. Anlamsal belleğe göre çok daha güçlüdür.

Peki, Nedir Bunun Mantığı?

Hafızanın mekanizmasını özetlersek; duyumsal olarak aldığımız bilgi, dikkat ve algı parametrelerine göre, beynimizde kodlanır ve bir kısmı yok olurken bir kısmı depolanır. Sonrasında da deneyimlerimize göre bilgiyi geri çağırma (hatırlama) süreci gelir. 

Alman psikolog Hermann Ebbinghaus, bir bilgiye maruz kalma şeklimizin hafızamız üzerindeki etkisini incelemiştir. Buna göre, bilgiyi küçük parçalar halinde öğrendiğimizde daha kalıcı olacağı, ancak bir bütün halinde öğrendiğimiz (sınav öncesi çalışmaları) durumlarda kısa sürede unutacağımız sonucuna varmıştır.

İçinde yaşadığımız ve bilgi bolluğu olan bir çağda yüzlerce bilgiyi parçalara bölmek mümkün mü? Şu anda hepimizin yaşadığı ortak bir sorun bu aslında. Belli bir işi yapmaya odaklanıyoruz. Ancak bunu yaparken, biz istemiyor olsak da pek çok reklama ve birbiriyle alakasız bilgiye de maruz kalıyoruz. Zihnimiz bu konuda ne yapacağını bilemiyor ve dikkat sürelerimiz de kısalıyor. Beklemek, uzun uzun okumak ve odaklanmak gitgide zorlaşıyor. 

Herbert Simon’ın “dikkat ekonomisi” kavramı tam da burada bahsettiğimiz konuya karşılık gelir. Simon bu kavram ile, bilgideki hızlı artışın, dikkat konusunda kıtlığa sebep olduğunu belirtmiştir. 

İçinde bulunduğumuz modern çağ, sanılanın aksine hafızamızı köreltmiyor. Ancak geçmişle karşılaştırdığımızda farklı türde bilgilerin hafızamıza depolanmasına sebep oluyor. Daha kısa, kelime dağarcığı ve derinlik anlamında daha sade bilgileri tercih ediyoruz. Artık bir kitabı veya bir şiiri kütüphanedeki az sayıda kitaplar arasından bulup ezberlememize gerek yok. Elimizin altındaki “kütüphaneden” kolaylıkla o bilgiye ulaşabiliyoruz. Yani, bilginin geri çağırılmasında (hatırlanmasında) çağırdığımız bilgi, arama butonuna ne yazarak bulacağımız ve hangi tuşa basacağımız oluyor. İçerikler ise çağırılan bilgiler arasında yer almıyor. Teknolojiyi kullanma biçimimiz belki hafızayı öldürmüyor. Ancak zihnimizdeki içerikleri bir bilgisayar kodu haline getirerek yüzeyselleştiriyor.

Bir düşünün; küresel çaplı bir sorun yaşadık ve teknolojik araçların hepsi çalışmaz hale geldi, hafızalarımızda kalan bilginin içeriği ne olurdu?

Bireysel anlamda teknolojik yalıtılmışlık mı? İmkânsız!

Johann Hari’nin  The Guardian’da yayımlanan Çalınan Dikkat adlı eserinden yola çıkarak yazdığı bir makalesinde bireysel anlamda teknolojiden uzak durmanın, sistemsel anlamda bir değişiklik olmadığı sürece küçük çapta bir etkisinin olacağı görüşünde. 

Hari, bir sahil kasabasında teknolojiden uzak bir şekilde inzivaya çekilmiş ve bunu yaparken de oluşan boşluğun sükûnet olduğunu fark etmiş ve dikkatinin daha ilk günden nasıl iyileştiğini anlamak için uzmanlarla görüşmüş. 

Prof. Earl Miller’a göre; beynimiz bilinçli zihinde sadece bir veya iki düşünce üretebilir. Nörologlar bunun üzerine araştırma yaptıklarında, birden fazla işi bir arada yapmaya çalıştığımızda sadece hızlı hareket ettiğimiz sonucuna varmışlar. Yani zihnimizi bir işten bir işe koştururken hızlıca açıp kapıyoruz ve bir diğer iş için yeniden yapılandırıyoruz. 

Bunu şu şekilde düşünebilirsiniz; bir işe odaklandınız ve bir anda mesaj geldi. Mesaja baktınız ve tekrardan işinize döndünüz. O kısacık anda zihniniz, mesaj gelmeden önce ne yaptığınız konusundaki bilgiyi geri çağırıyor. Bu da aslında performansınızın düşmesine neden oluyor. Bunu bireysel anlamda çözmeye çalışmak aslında biraz da toplumdan kopmaya sebep oluyor. Çoğunluğun içindeki azınlık halini alıyorsunuz. Hızlı bir bilgi akışının içinde, toplumdan bir haber yaşamak oldukça zorlayıcı olsa gerek. 

İşte tam da bu sebeple teknolojiden uzaklaşmak değil, ama sistemsel bazda tekrar dönüştürmek önem taşıyor. Bireysel olarak bize düşen ise, verimli ve kontrollü kullanmaya çalışmak, en azından denemek. 

Instagram

Popüler İçerikler

Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!