Antik Çağlardan 10 İlerici Örnek

10. Roma ve Antik Yunan'da birçok vegan vardı

Her ne kadar modern zamanların modası gibi düşünülse de vejeteryanlık hiç de 'yeni' bir şey değil. Aksine antik çağda da inançları nedeniyle vejeteryan olan birçok insan vardı ve toplumdan büyük saygı görüyorlardı. Örneğin matematik dehası Pisagor'a göre bütün canlıların ruhu bulunmaktaydı ve bir hayvanı yemek yemek için kesmek cinayetten başka bir şey değildi. 'Pisagor dieti'ne göre balık ve her türlü et yemek yasaktı. Üstelik Pisagor bakla yemeyi de yasaklamıştı. Rakının bulunmadığı bu karanlık çağlarda tek başına fava yemenin büyük bir günah olduğunu düşünmesi kadar normal bir şey yok.

Onun bakla konusundaki bu asil tutumu sürdürülemese de, et yememesi ve vejeteryan tutumu birçok filozof ve devlet adamına öncülük etti. Ovid ve Plutark, Pisagor dietine övgüler düzdüler, Platon 'Devlet' isimli eserinde mükemmel bir şehirde et yiyen kimsenin kalmaması gerektiğini bile söyledi.

9. Vikinglerde cinsiyet eşitliği en üst sevideydi

Viking toplumu denilince insanın aklına yüzü hınç ile çarpılmış, insanın üstüne üstüne koşan 2 metre 10 santim boyunda bir ton uzun saçlı adam geliyor. Gelmesin. Durum hiç de böyle değildi. Viking toplumunda kadınlar da erkeklerle her durumda ortak ve eşit haklara sahipti. Savaşa gidecekse giderdi, asker olmak istiyorsa olurdu, beylik yapma hakkı da vardı. Viking kanunları o kadar ilericiydi ki, dönemindeki neredeyse bütün toplumların aksine kadınlar ticarette de erkeklerle eşit sayılıyor, her türlü sözleşmeye tek başlarına imza atabiliyordu. Tabi elinde kocaman kılıç, yanında kalkanı olan bir kadına 'elinin hamuruyla erkek işine karışma' demek kolay olmuyor. Nihayetinde can tatlı. Bu hayatta eli maşalı olacaksın.

8. Antik Mısır'da evrensel sağlık sistemi vardı

Antik Mısırlıların insan haklarına değer verdiğini söylemek güç ama devlet kendi vatandaşlarına bakma konusunda hassastı. Hükümet destekli ilk sağlık sigortası sistemi piramiti yapan işçiler ve ustalar için kuruldu. Uzun çalışma saatleri ve yorucu koşullar nedeniyle bütün işçilere ücretli izin ve hekimler tarafından tam bir muayene (check up) imkanı tanınmıştı. Hatta işçi hakları konusunda o kadar ileri gidilmişti ki, işçilere karılarının ve kızlarının adet dönemlerinde onların yanlarında olmaları için ücretli izin de veriliyordu. Kaynak da devletin bütçesiydi. Firavunlar zenginliklerinden biraz kısma karşılığında halkına belli imkanlar tanıyordu. Piramit de yapsan, tanrı olduğuna da inanılsa, seni o noktaya taşıyan insanlara iyi bakmakta fayda var.

7. Ortadoğu'da cinsel yönelimlere önemli ölçüde saygı vardı

Önemli ölçüde saygıdan kasıt, homoseksüel çiftlerin dayak, falaka, ateşte yakma, taşlanma gibi tehditlerle karşılaşmadan ilişkilerini yaşayabilme imkanı. Örneğin Babillerde aynı cinsten iki insanın birbirlerine duydukları aşkın, bir kadın ve bir erkeğin birbirlerine duyduğu aşk kadar kıymetli olduğu kabul ediliyordu. Daha yakın zamanlarda da 'yazın avratlara, kışın oğlanlara meylet' gibi tekerlemelerle biseksüel ilişki güzellemesi yapabilen insanların yaşadığı devletler vardı. Hatta bazı devlet reislerinin erkek arkadaşları olduğu, bir kısmının erkeklere aşk dolu şiirler yazdığı da biliniyor. Ne yazık ki linç tehlikesi nedeniyle bu tarihi gerçekleri açıklamak biraz zor. Google'da ufak bir search sizi doğru sonuca götürecektir.

6. Din ve vicdan özgürlüğünde Hindistan gibisi yoktu

Milattan önce üçüncü yüzyılda, İmparator Ahsoka'nın aklına parlak bir fikir geli. Habire insanları belli bir dine inanmaya zorlamak ve diğer dinden insanlarla savaşmakla çok fazla zaman ve kaynak harcanıyordu. Farklı dinlerden insanlar da bir arada gayet güzel geçinip gidebilirdi. Sonuç Ellora Mağaraları gibi deneyimler oldu. Her mağarada farklı bir dini inanca yönelik kutsal semboller yer alıyor, insanlar hep birlikte dini ibadetlerini yerine getiriyordu. 16'ıncı yüzyılda İmparator Akbar daha da ileri gitti. Potansiyel din kavgalarını önlemek için Müslüman, Hindu, Hristiyan, Yahudi ve ateist bütün alimleri toplayıp herkesin içinde kendinden bir şeyler bulabileceği yeni bir inanç sistemi kurmaya çalıştı. Her ne kadar 'Din-i İlahi' pek tutmasa da, farklı dinsel gruplar arasında etkileşimin ve görüşmelerin artması nedeniyle ülkedeki dinsel tansiyon azaldı. Aynı tarihlerde çıkan ve her türden dinsel ayrımcılığı yasaklayan kanunların çıkmasıyla Hindistan bir anda din ve vicdan özgürlüğünün en canlı yaşandığı ülke oldu. Bütün bu kavgalar ise 20'inci yüzyılda yeniden canlanacak, çok barışçı bulunduğu için Gandhi, milliyetçi bir Hindu tarafından vurulacak, müslümanlar da ayrılıp Pakistan adıyla bilinen ülkeyi kuracaktı. (Dost ve kardeş Pakistan, canımızın içi Pakistan)

5. Geri dönüşümün kralı Taş Devri'nde yaşandı

Journal of Archaeological Science dergisine göre buzul çağında yapılan aletlerin çoğu, daha önce yapılmış ve kırılmış aletlerin geri dönüşümünden ibaretti. Tel Aviv yakınlarında bulunan 420 bin yıllık bir arkeoloji alanında ise bazı kırılmış taş parçalarının küçük etleri kesmek için birer araç olarak kullanıldığını gösteren deliller bulundu. Neanderthaller yedikleri hayvanların kemiklerini ayrıca alet olarak da kullanıyor, hiçbir şeyi israf etmiyordu. Yani insanlığın ortak ecdadı israf konusunda inanılmaz hassastı. Sinekten yağ çıkartıyorlardı. Bugünlere kolay gelmedik.

4. Hindistan hayvan hakları konusunda da bir numaraydı

İmparator Ashoka'dan daha önce bahsetmiştik. Adam döneminin devrimci lideriydi. Din ve vicdan özgürlüğü konusunda adımlar atmaktan sakınmadığı gibi hayvan hakları konusunda da neredeyse çağdaş bir anlayışa sahipti. Yayınladığı emirlerle insanlara ve hayvanlara tıbbi bakım zorunluluğu getirmiş ayrıca tahta kulübeleri kontrol etmeden yakmama emri vermişti. İçerideki böcekler ateşle öldürülebilirdi.

7'inci yüzyılda konu daha da ileri bir boyuta taşındı. Ahimsa prensibine inanan dini önderler müritlerine hiçbir yaşayan canlıya zarar vermeme emri verdiler. Hiçbir canlıya derken, tam manasıyla hiçbir canlıya demek istiyorum. İnsan, hayvan, bitki, böcek hepsine. Çimlerden fillere. Kimseye zarar vermeme emrinin kapsamı bu kadar genişti. Hindistan'da bu kural diğer dinlerin inananları tarafından da benimsendi. Bir dönem Hindistan PETA'nın düş ülkesi gibiydi.

3. Mezopotamya "sürdürülebilirlik" konseptine adanmıştı

Yerel bir doğa olayının bir toplumun varoluşunu temelden yok edebileceğini fark eden Mezopotamyalılar ilk kez sürdürülebilir su kaynağı sorununu ortaya koyup buna çözümler buldular. Yerel çiftçiler su kaynaklarını tespit ediyor, hangi mevsimde hangisine gidilmesi gerektiğini kaydediyor, bu bilgi de topluma yayılıyordu. Tarım sistemleri de bu çerçevede yeniden düzenlendi. Aşırı otlatmanın zararlarından kurtulmak için yapılan planlarla bitkisel hayatın yenilenebilmesi sağlandı. Ancak bu bakış açısı ne yazık ki fazla uzun sürmedi. Nüfus artıp, şehirler büyüyünce, şehirlerin zenginliğini geliştirmek doğayı korumaktan öncelikli hale geldi. Neticede bozulan doğa şartları nedeniyle bir çok uygarlık kendi kendini sürdürebilme yeteneklerinden mahrum kalıp acı bir çöküş yaşadı. Aynı filmin modern versiyonunu izlemek için Jared Diamond'un 21'inci yüzyıl dünyasını anlatan 'Çöküş' kitabıyla yola devam edebilirsiniz.

2. Antik Roma'da sendikalar vardı

Antik Roma'da zaten ne yoktu derseniz çok bir şey sayamayacağım.. Hamburger bile vardı, sadece ketçap yoktu. Elbette şehir hayatının temel kurallarını, çağdaş hukuk sistemine, çağdaş ticaret kanunlarına, mimariye, felsefeye ve hayatın birçok alanına öncülük eden Roma'da sendikalar da bulunuyordu. Caesar M.Ö 58 senesinde hepsini yıkmadan evvel, Cumhuriyet döneminde bayağı da etkin bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlardı.

1. Sosyal Devlet

Sosyal devlet anlayışı da zannedildiği kadar yeni değil. Aristo'ya göre Atina, 3 minae'dan daha az geliri olan ve çalışabilecek imkanları olmayan vatandaşlarına kamu bütçesinden destek veriyor, onların geçimini sağlıyordu. Ancak hiçbir antik devlet refah devleti konusunda Hindistan'daki Maurya İmparatorluğu kadar ileri gitmedi. Yetimler, yaşlılar, genç anneler ve hastalar devlet yardımı alıyordu. İşsizler için iş bulunuyordu. Kıtlık zamanlarında zenginlere yüksek vergiler konuluyor, bu parayla da fakirlere gıda yardımı yapılıyordu. Yani imparator kaynak yok demiyor, gelir adaletsizliği nedeniyle ortaya çıkan sorunları çözmek için kaynak akışını değiştiriyor, vergilendirme gibi araçlarla halkına bakıyordu. Kulağa küpe olsun, demek ki istenince bulunuyor.

Popüler İçerikler

İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi