Akıl Hastalıklarına İnanılmayan Dönemde 'Deli' İnsanlara Nasıl Davranılıyordu?

Günümüzde bile akıl hastalığını hafife alanlar olduğu düşünülünce, bir zamanlar akıl hastalıklarına inanan kimse olmadığını duymak çok da şaşırtmıyor... Biraz eskilere gideceğiz, akıl hastalıklarına kimsenin inanmadığı o zamanlara... Akıl hastalarına yapılanların ne kadar akıl dışı olduğunu görünce belki üzüleceksiniz ama bir yandan da hak vereceksiniz. Gelin geçmişe ve geçmişteki psikolojik rahatsızlıkların çözümüne kısa bir yolculuk yapalım.

Rotterdamlı filozof Erasmus, içinde yaşadığı toplumu temsil eden ve hiciv niteliğinde olan kitabı “Deliliğe Övgü”yü yazalı yüzyıllar geçti. Ne yazık ki o zamandan bu zamana iyi yönde değişen çok da bir şey olmadı.

Deliliğin tarihine bakalım... Antik uygarlıklarda deliliğin kötü ruhlar tarafından insana musallat olduğu düşünülüyordu. Bu sebeple döneme ait bulunan iskeletlerin bazılarının kafatasında delikler olduğunu görüyoruz. Bu delikler ile, kişinin aklını yitirmesine sebep olan kötü ruhların çıkarılacağı düşünülüyordu.

Tıptaki adı trepanasyon olan bu kafatasını delme sistemi, psikiyatrik hastalık, sinüzit, epilepsi, migren, depresyon gibi hastalıkları tedavi amaçlı yapılıyordu.

Aklını yitirdiği düşünülen kişilere musallat olduğuna inanılan kötü ruhları kişinin beyninden çıkarmak için de bu yönteme başvuruluyordu.

Her ne kadar fiziksel hastalıklar hızla dünyevi tıbbın "yetki alanı"na girse de, akıl hastalıkları uzun süre şifacıların ve rahiplerin tekelinde kaldı.

Rahiplerin akıl hastalığı olanlara karşı kullandıkları büyüler vardı.

Zihinsel bozukluğu olan çocuklardan, kötü ruhları kovmak için okunan büyüler de çok yaygındı. Bunlardan bir tanesini aşağıda bulabilirsiniz.

'Sen git, karanlıktan gelen

Sen ki burnu arkaya eğik 

Ve arkadan çarpık yüz 

Sen, ne hayra geldin bilinmez 

Çocuğumu öpmeye mi geldin? 

Ben öpmeyeceğim. 

Onu uyutmaya mı geldin? 

Onu incitmeni engelleyeceğim. 

Onu yanına almaya mı geldin? 

Onu sana vermeyeceğim!

Ona sana karşı güçlü bir tılsım verdim! ”

Antik Yunanistan'da epilepsi bir hastalık değil ilahi bir ceza olarak görülüyordu. Eski Yahudiler ise deliliği ilahi bir ceza olarak görüyorlardı.

emotionsblog.history.qmul.ac.uk

Deliryum 'tanrının bir lütfu' olarak kabul ediliyordu. Tanrıdan bir armağan olarak görüldüğü için, bazı kişilerin halüsinojenik maddeleri kullanarak, bunu yapay olarak tetiklediği biliniyor.

Antik dönemin en meşhur hekimlerinden Hipokrat tıp fakültesini bitirdikten sonra gezici hekim oldu ve çeşitli ülkeleri gezdikten sonra geride akıl hastalıkları ile ilgili bir tıbbi çalışma bıraktı.

O çalışmada yazdığının ne kadar da doğru olduğunu anlamaları biraz vakit alacaktı elbette...

İşte o çalışmadan bir cümle: 'Bir hastalık için tanrıları suçluyorsan, bu onu iyileştiremeyeceğini gizlemek içindir.'

Galen, tarihte Küçük Asya diye tanımlanan Bergama'da bir sürü tıbbi makale yazdı. Tüm bu araştırmalarından sonra vardığı sonuç, herhangi bir akıl hastalığının beyindeki doğrudan veya dolaylı hasardan kaynaklandığıydı.

Ancak Avrupa'da işler tamamen farklıydı.

Almanya'da bakımevindeki 'deli insanlar' belli bir ücret karşılığında 'normal insanlar' tarafından izleniyordu. Bir nevi insan sirki... İngilizler 'delileri' cadıları öldürdükleri çekiç olan 'Malleus Maleficarum' ile öldürürken, Fransızlar ise onları zincirliyordu.

Delilere yapılanlar son derece saçma ve barbarcaydı.

Deliler, hapishanelerden çok daha kötü koşullardaki tımarhanelere kapatıldılar. Aç bırakıldılar, zincire vuruldular, kırbaçlandılar. Hatta kafa derileri kızgın demirle yakıldı. Onlara yapılan kelimenin tam anlamıyla işkenceydi.

Delilerin sayısı çok fazla olduğunda 'deli adam gemilerine' bindirilip kendi hallerine bırakılıyorlardı.

Rönesans dönemine gelindiğinde bile akıl hastası olanların tedavisinde çok fazla ilerleme kaydedilmedi. 17. yüzyıldan itibaren tıp gelişmeye başladı. Az da olsa birkaç doktor, bunun bir hastalık olduğunu, şeytan ya da Tanrı ile ilgisi olmadığını söylemeye başladı. Ama bu birkaç doktorun sesi ne yazık ki çok da duyulmadı.

Delilerin "kurtuluşu" olarak tanımlayabileceğimiz dönem, Fransız Devrimi'nden dört yıl sonra, 1793'te başladı.

Parisli doktor Philippe Pinel, akıl hastalarını hareketsiz hale getiren zincirlerin kaldırılmasını emretti. Ancak birçoğu fiziksel güçlerini kaybetmişti ve artık hareket bile edemiyorlardı.

Dr. Pinel'in çalışmaları sayesinde, insanlar akıl hastalıklarını tanrıların bir tür 'lütfu' veya şeytanın laneti değil de gerçek bir hastalıkmış gibi ciddiye almaya başladı. 

Toplumlar teknolojik olarak daha da geliştikçe, akıl hastalıklarını tanımlamak ve tedavi etmek için din yerine bilimi kullanmanın daha doğru olduğu çoğunluk tarafından kabul edildi.

Günümüzde mental rahatsızlıkları gerçek bir hastalık gibi görmeyen bazı kişiler hala var olsa da, azınlık oldukları da bir gerçek.

Bunlar da ilginizi çekebilir;

Dünyanın En Pahalı Tablosu 'Çığlık' Bize Ne Anlatmak İstiyor?
Neden Herkes Benden Nefret Ediyor Gibi Hissediyorum?
Kimine Göre Fetiş Kimine Göre Özgürlük: Japonya'nın Sansasyonel Zentai Dünyası

Popüler İçerikler

Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!