Ailem Tarafından Öz Amcamlara Evlatlık Verilmemin ve Bunu Trajik Bir Şekilde Öğrenmemin Hikâyesi

Onedio'da hayat hikayesini paylaşan bir sürü insan var. Neden ben de onlardan biri olmayayım ki diye düşündüm ve ben de hikayemi anlatmaya karar verdim.

Uyarı: Bu içerik Onedio editörleri tarafından formata uygun olarak düzenlenmiştir.

Küçükken böyle şeylerin yalnızca siyah-beyaz filmlerde olduğunu düşünürdüm, ne acı. Bir gün gelip de bunları benim de yaşayabileceğim aklımın ucundan bile geçmemişti.

Yıllarca yengemi annem, annemi de yengem bildim. Düşünebiliyor musunuz? Bir insanın aklı ve duyguları bunu nasıl kaldırabilir? Bir anne evladını nasıl bir başkasına verebilir? Gözleri önünde evladının başka bir insana 'anne' deyişine nasıl şahit olmayı göze alabilir? Bunların hiçbirini aklım almadı yıllarca, hala da almıyor.

İsim vermekte sıkıntı görmüyorum. 1988 senesinde Göreme'de doğdum, üniversiteyi kazanana kadar da orada yaşadım. Küçük ama tatlı bir taş evimiz vardı.

Ailenin tek çocuğuydum. Babam şefkatli ve ilgili, annem ona göre daha otoriter ve yer yer de sinirli bir insandı. Ama ailemi canımdan çok seviyordum. Bir dediğimi hiçbir zaman iki etmediler... Hele babam, gözümün içine bakardı ben bir şey isteyeyim de yapsın diye. Güzel kızım diye severdi beni hep. Başımı okşamadığı bir günümün dahi geçtiğini hatırlamıyorum. Annem de ona keza. Bir yerime bir şey olsun gözleri dolardı, babam kadar sevgisini belli edemese de beni canından çok sevdiğini hissederdim, hep hissettirirdi. Uzun yıllar önce babamın ailesinin bir kısmı Ankara'ya göçmüş, bir kısmı ise Nevşehir'de kalmıştı. Biz de Nevşehir'de kalanlardandık.

Çocukluğumda rahmetli dedemin üzüm bağlarıyla ilgilenen ve üzüm satan babam, zamanla kardeşlerini de ikna ederek o bağa bir butik otel kurdu. Annemin deyimiyle işleri yaver gidince de birkaç bağ daha satın alıp üzüm işini devam ettirdi.

Ben de üniversiteye gidene kadar babama yardım ettim hep. Kah otelin kasasında durdum, kah otele kasa kasa meyve sebze taşıdım. Ama babamı hiç yalnız bırakmadım. Yaşça benden büyüktü babam. O 40 küsür yaşındayken ben doğmuştum, ben serpilip genç bir kız olduğumdaysa babam 60'lı yaşlarına gelmişti. Bir yandan bağdaki üzümleri satıyor, bir yandan da o üzümlerle şarap yapıp butik otelin müşterilerine ikram ediyorduk. Hayatımın belki de en verimli ve en güzel yıllarıydı.

Üniversite çağına geldiğimdeyse bir İstanbul rüyası tuttu beni. Küçük şehrin o bilinmişliğinden uzaklaşıp, kalabalığın içine karışmak istedim...

Ama annem ve babam öylesine üzüldüler ki... Babam bu fikri duyunca iki gün hasta yattı, anneminse o kırmızı yanaklarından sürekli yaşlar süzüldü. 'Biz sensiz ne yaparız? Bizi hayata bağlayan tek şey sensin!' diye veryansın edip durdular. Nevşehir'de okuyayım diye ne diller döktüler. Ama kararlıydım, İstanbul'a gidecektim. O taşı toprağı altın olan İstanbul'u bir de ben karışlayacaktım... Üniversite sınavına girdim, tercih zamanı geldi çattı. Ancak İstanbul'a puanım yetmedi, kader beni Ankara'ya savurdu...

Üniversite için gittiğim Ankara'nın, bütün hayatımı değiştirecek bir sırrı bana altın bir tepside sunacağına bilemiyordum tabii o zamanlar. İstanbul'u kazanamamıştım ama Ankara Üniversitesi gibi köklü bir üniversiteyi kazanmanın da gururu içerisindeydim...

Ankara'da bir amcam ve halam yaşıyordu yalnızca. Emekli memur olan amcam eşiyle yaşıyordu. Halamsa eşini erken yaşta kaybetmiş, bir çocuğuyla yaşıyordu. Neyse ki gözüm arkada kalmayacaktı. Babamın küçüklüğünden beri yanına aldığı, babama çıraklık eden, oğlu gibi sevdiği Mehmet Ali vardı. Nevşehir'den içimde binbir umutla ayrıldım ama ne ayrılma... Annemle babam günlerce ağladılar, babam günlerce uyumadı. Halamı aradı, olmadı eşini dostunu aradı. Beni kime emanet edeceğini şaşırdı. Yalnız bir sahne hiç gözümün önünden gitmiyor. Annem gideceğim gece yanıma gelip, 'Sen olmasaydın biz çoktan ölürdük. Ben seni kalbimden doğurdum.' dedi... O zamanlar bu sözün anlamını anlamamıştım ama kısa bir süre sonra anlayacaktım kalbinden doğurmak ne demekti...

Babamın gönlü yurtta kalmama razı olmadı, bir süreliğine Ankara'ya alışana kadar halamın yanında kalmamı uygun gördüler annemle. Ben de tabii onları kırmamak için, akılları kalmasın diye kabul ettim.

Amcam da vardı Ankara'da bahsettiğim gibi ama onlarla halamla olduğum kadar samimi değildim. Halam her hafta bizi arar sorar, olmadı ziyaretimize gelirdi. Zaten kızıyla da çok iyi anlaşırdık, ben ona ablalık yapardım. Amcamları ise ya bir cenazede ya da düğünde görürsek görürdük. Onun dışında benim için uzaktan bir akrabadan farkları yoktu. Yengem çok içten bir kadındı. Yılda bir de görse beni kaburgalarımı sıkarcasına sarılır, öperdi. Bir sürü sorular sorardı bana, pek sevmezdim bu kadar irdelemesini. Amcam ise çok soğuk bir adamdı. 'Nasılsın kızım iyi misin?' den başka ağzından laf duyamazdık. Çocukları da ona keza. Biri avukat, diğeri doktor bir oğlu vardı. Başka şehirlerde yaşıyorlardı. Geri kalan kızlarını ise erken yaşta evlendirmişti. Benden yaşça büyüklerdi zaten hepsi.

Okulun ilk iki senesi halamlarla birlikte kaldım. Kuzenim o kadar mutluydu ki, asla gitmemi istemiyordu yurda. Halam da aynı şekilde, evimize bir neşe geldi deyip duruyordu...

Annemle babam da beni özledikçe atlayıp geliyorlardı, ben de aynı şekilde. Ayda en az bir kez görüşüyorduk. Ama annemle babamda bir huzursuzluk seziyordum. İlk başlarda bunu onlardan uzak olmama yordum ama şimdi düşündükçe anlıyorum. Babam her konuştuğumuzda 'Ben de yaşlandım. Gel de otele sen bak Mehmet Ali'yle' deyip duruyordu. Annem de her aradığında ağzımı yokluyordu, 'Yengenler arıyor mu? Gidiyor musunuz yemeğe?' diye. Gittiğim ilk zamanlar yengem yalnız ziyaretimize gelmişti bir kez. Bana ördüğü kazakları, bereleri getirmişti. Çok sevindim, her ne kadar çok fazla soru sorsa da iyi bir kadındı. Annemle ezelden beri aralarında bir soğukluk vardı ama nedenini bir türlü anlayamamıştım. Sorduğumda da hep, 'Aman bağ meselesi, aman arsa meselesi' deyip geçiştiriyordu annem. Birkaç kez de yengem bizi yemeğe çağırmıştı. Sürekli, 'Gel bizde de kal!' diye ağız dolusu ısrar ediyordu.

Bir hafta sonu annemle babam yine ellerini kollarını doldurmuş bize ziyarete gelmişlerdi. Yalnızca annemle yengem arasında değil, babamla amcam arasında da çözemediğim bir soğukluk vardı. Babam onca kez Ankara'ya gelmiş ama bir kez kardeşinin evine gitmemişti.

Oysa bu kez geldiklerinde halam da ben de kararlıydık. Bir araya getirecektik onları. Yengemi tanımaya başladıkça daha da sever olmuştum. İstiyordum ki annemle aralarında bir sorun kalmasın. Babamla amcamın da öyle. Ama yok, ne dediysek, ne yaptıysak babamı ikna edemedik gitmeye. O günün sabahı da amcamın haberi geldi zaten. Emekli memur olan amcam, çalıştığı un fabrikasında yere düşüp başını vurmuştu. Tabii biz bu haberi alır almaz koşa koşa gittik hastaneye. İki gün yoğun bakımda tedavi gören amcam, hayatını kaybetti. Çocukları, yengem ve babam için büyük bir yıkım oldu bu. Babam tüm ısrarlarımıza rağmen kardeşine gitmediği için büyük bir vicdan azabıyla kavruluyordu, hissediyordum. Amcamla belki çok bir paylaşımım yoktu ama ölümü beni de derinden etkilemişti. Ani ölümler insanın bünyesinde gerçekten de şok etkisi yaratıyor...

Ama asıl şokumu birkaç gün sonra yaşayacağımdan habersizdim... Nevşehir'den amcalarım, Mehmet Ali, tanıdığım kim varsa Ankara'ya gelmişti. Biz de halamla yengemlerde kalıyor, zavallı yengemi yalnız bırakmamak için elimizden geleni yapıyorduk.

Taziye evini bilirsiniz belki... Pideler, börekler, ayranlar, dağ gibi bulaşık... Bazen acıyı unutup kısa süreliğine gülen, ama hemen sonrasında tekrar yasına dönen bir avuç insan... Kuzenlerimin bir kısmı da bu süreçte yengemde kalıyor, bu vesileyle de aslında kaynaşıyorduk. Hepsi de sevecen ve candan insanlardı aslında... Böyle acıların insanları birleştirmesi, varlığından bile bihaber olduğun akrabalarınla seni bir kılması ne ilginç değil mi? Amcamın vefatının üzerinden üç dört gün geçmişti ki köyden kalabalık bir akraba grubu gelmişti. Bunların içinde takma adı Deli Kerzi olan bir kadın da vardı. Köyden tanıdığım bu kadına dedesi el vermiş, bu kadın da ondan sonra delirmişti duyduğum. Ölülerle konuştuğunu söyler, dualar yazar, dağınık saçlarıyla Göreme'de gezip dururdu. Tabii Kerzi'nin gelişi ailede şok etkisi yaratmış, özellikle annem bu durumdan inanılmaz derecede bir rahatsızlık duymuştu. Evde bir anda bir huzursuzluk ve anksiyete hali belirdi. Önce yengem ardından da annem Kerzi'nin oğluna bir kamyon dolusu sitem etti annesini getirdi diye. Ama kadın gelmişti, bu kadar çekinecek ne vardı ki... İlahi anne demiştim, 'Kadının bizi yiyecek hali var mı?'

"Yiyecek hali değil ama gerçekleri yüzümüze tokat gibi vuracak hali var..." diyemedi tabii annem. Çaresiz sustu ama ağlamaklı olduğunu da fark ettim.

Biz bir yandan bulaşık yıkayıp, bir yandan da yemek servisi yaparken kadın dualar okuyor, kağıda bir şeyler yazıyor, anlamsız anlamsız konuşuyordu. Bir ara sessizlik oldu, tam ayaklandılar gideceklerken kadın bir anda geri oturdu yerine. Tahsin'in kızları, gelin bakayım buraya diye bağırdı kuzenlerime. Tabii kuzenlerim mutfaktan çıkıp gittiler salona. 'Diğeri, diğeri de gelsin!' bağırdı tekrar. 'En küçük olanı...' Karıştırdın galiba hepsi burda deseler de nafile, kadın evin içinde bas bas bağırıyor. En son yengemle annem kadının kolundan tuttu, odaya doğru çekiştirdiler. Ben de tabii ne olduğunu anlamaz bir şekilde yattığımız odaya doğru gittim. Annem, 'Kerzi abla, gözünü seveyim yapma. Kız bilmiyor. Çık git!' diye yalvarıyordu resmen. Yengemse sadece ağlıyor, 'Çık teyze, çık artık!' diye söyleniyordu. 'Neydi adı, Melek miydi? Leyla mıydı? Biliyor mu? diye sordu kadın. Tabii o an ben annemlerin yalvarışlarını duymasam kadın aklını yitirmiş, karıştırıyor sanırdım ama annemlerin sessizce 'Bilmiyor, gözünü seveyim yapma' yakarışlarıyla birlikte kulaklarımdan göz bebeklerime bir ateş yükseldi. O sırada en büyük kuzenim gelip beni aldı, gel ablacım diye çekiştirdi...

Sonra oğlu kadını çekiştire çekiştire götürdü... Evdeki herkes gidene kadar sessizce bulaşık yıkadım, hiçbir şey olmamış gibi.

Herkes gidip biz bize kalınca yengemden müsade istedim, bu gece halamda kalayım diye. Tabii herkes gözümün içine bakıyor, ne düşünüyorum, anladım mı diye. Yol boyunca ne annemin, ne babamın ne de halamın ağzını bıçak açmadı. Eve gelince kendimi odaya kapattım, sabaha kadar düşündüm. O anın hiç yaşanmamış olmasını, bunun kocaman bir yalan olmasını tüm kalbimle diledim. Ama annemin yakarışları, babamın çöküşü ve kadına söyledikleri her şey mıh gibi aklıma kazınmıştı. Hakikat buydu... Ama neden? Köyde birkaç ailenin kendi içinde çocuğu olmayan kişilere kendi çocuklarını verdiklerini duymuştum ama bu bana öylesine insanlık dışı geliyordu ki. Aklım almıyordu... Aklımın almadığı, başıma gelmişti.

O gece sabaha karşı ağlamaktan gözleri şişen babam yanıma geldi. Neden ve nasıl olduğunu ağlaya ağlaya anlattı.

Babamın ve annemin uzun yıllar denemelerine rağmen çocukları olmayınca amcam ve yengem beni, yani 7. çocuklarını amcama evlatlık olarak vermişti. Yengem anneme bir söz vermiş, eğer bir çocuğum daha olursa bunu sana vereceğim diye yemin etmiş. Beni doğurup, bir yaşına kadar emzirdikten sonra ise bir gece yarısı annemle babama teslim etmiş; birkaç ay sonra da Ankara'ya yerleşmişler. Nasılsa 6 tane var, birini de size verelim demişler yani... Bir insanın aklı, bedeni ve beyni bunun nasıl kabul edebilir? Günlerce ne uyudum, ne de uyandım. Yerde miyim, gökte miyim bilemedim. Bir bardak su içmek bile bana külfet geldi. O odadan çıkıp annemin yüzüne bakamadım zaten annem de benim yanıma gelemedi. Anneme ve babama başlarda çok öfkeliydim ancak sonradan böyle bir şeyi bana söyleyemeyeceklerini kabul ettim. Onlara öfkem geçti. Peki ya öz annem? Rahmine düştüğüm, beni 9 ay karnında taşıyan, 1 yıl emziren öz annem nasıl olur da beni ayda yılda bir görmeyi kabul edebilmişti? Nasıl yengeme gözlerinin önünde 'Anne!' deyişimi sindirebilmişti?

Amcam bildiğim öz babam zaten ölmüştü. Benim hakkımda ne düşündüğünü ve hissettiğini bilemeden toprağa vermiştim onu. Acaba beni diğer kızları kadar seviyor muydu? Acaba yastığa başını koyduğunda, evlatlarını düşündüğüne aklına gelen bir evladı da ben oluyor muydum?

Amcam dışında herkes gerekçelerini açıkladı, yengem bildiğim öz annem ancak birkaç ay sonra gücünü toplayıp gelebildi. Kendince anlattı, anlattı... Ama ne yaşamış olursa olsun ne aklım ne de vicdanım bir annenin evladını bir hediye gibi başkasına sunabileceğini anlamıyor, anlamayacak da. Belki bu yaşadıklarımın üzerinden yıllar geçti ama ben hala bu bilinmezliğin içinde savruluyorum. Ne anneme ne de babama gram sevgim değişmedi, onlar benim annem ve babam. Ama bir yandan da bana bir yabancı var. Asıl annem o, ama yabancı... Sanki beni o doğurmamış gibi... Kaç yaşına geldim ama ben hala düşünüyorum. Acaba öz annem ve babamla büyüseydim neler olurdu? Annemle nasıl bir ilişkim olurdu? Ne bu soruları, ne de yaşadığım acıları unutamıyorum. Unutmam da mümkün değil...

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
YORUMLAR
28.11.2020

Bir evin gözden çıkarılmış çocuğu olmaktansa başka ebeveynlerin birtanesi olmayı tercih ederim. Tek problem çocuktan gizlemeleri, gerçekler bir gün günyüzüne çıkıyor, travma da bu olmuş zaten.

26.11.2020

Bence bizi her ne kadar doğuran da olsaalar, bize bakmayan, bizi benimseyen insalar öz annemiz olmuyor ki. Senin asıl içinde hissettiğin kişi senin öz annendir.

27.11.2020

Ben olayı bizzat yaşadım. Aralarında yaklaşık 1-1.5 yaş olan iki yakın arkadaşım vardı. Her zaman birlikte gezer kardeş gibi yaşarlardı. Yaklaşık 14-15 yaşlarına geldiklerinde gerçekten kardeş olduklarını öğrendiler. Küçük olanın babası, ablasına çocukları olmuyor diye İLK DOĞAN erken çocuğu vermiş. Sonra biri kız biri erkek iki çocuk daha yapmışlar. Dayı diye bildiği adam babası, yengesi de gerçek annesiydi. İnsanların ne yaşadıklarını bilmiyorum ama insan bu mutfak robotu değil ki veresin. Saçmalık.

TÜM YORUMLARI OKU (11)