Ailelerinden Ayrışamamış Bireyler

İlişkilerdeki en temel ihtiyaçlardan biri, “ben” olarak var olabilme yetisidir. Ancak ne yazık ki bazı bireyler, büyümüş olmalarına rağmen ailelerinden duygusal olarak ayrışamazlar. Peki, ailemizden “ayrı” bir birey olamadığımızda, ilişkilerimizde ve evliliklerimizde nasıl bir tablo ortaya çıkar? Gelin, bu sorunun derinliklerine birlikte bakalım.

Bir birey mi, yoksa ailenin uzantısı mı?

Aile, kim olduğumuzu şekillendiren ilk sosyal bağımızdır. Ancak bazı insanlar için bu bağ, yetişkinlikte de çözülmemiş düğümlerle devam eder. Böyle bir durumda kişi, kendi hayatına dair kararlarını netleştirmekte zorlanır. Örneğin; partner seçimi bile ailenin dolaylı onayıyla şekillenir. Bir yandan eşine sevgisini göstermek isterken, bir yandan annesinin onayını alma kaygısıyla kıvranan birini düşünün. Bu kişinin ilişkisinde “eş” mi olduğu yoksa “anne-babasının temsilcisi” mi olduğu bir muammaya dönüşür.

Ailelerinden ayrışamamış bireylerin en büyük korkularından biri, 'ya ailemi üzersem?' endişesidir. Aileyi hayal kırıklığına uğratma korkusu, kişiyle partneri arasında bir duvar örer. Evlilik gibi yakın bağlar gerektiren bir ilişki de bu korkuyla zedelenir. Partner, aslında bu ilişkide üçüncü bir kişiyle; yani ailenin beklentileriyle de mücadele etmek zorunda kalır. Bu, çiftler arasında güvensizlik ve hayal kırıklığına neden olur.

Rollerin kaybolduğu yerde evlilik

Evlilik, bir takım oyunudur. Ancak takımdaki bir oyuncu sürekli dışarıdan talimat alıyorsa oyun aksar. Ailelerinden ayrışamamış bireyler, evliliklerinde eş rolünü tam anlamıyla üstlenemez. Ailelerinin her kararlarına müdahil olmasını normalleştirir ve partnerin taleplerini ya ikinci plana atar ya da görmezden gelir. Bunun sonucunda çift arasında bir güç mücadelesi başlar.

Evlilik iki kişinin dansıdır; ancak ailenizin elleri sürekli sizin omuzlarınızdaysa, adımlarınızı bulmanız zorlaşır. Unutmayın, bir ilişkiyi sağlıklı kılan şey, bireylerin “birlikte” ama “bağımsız” bir şekilde var olabilmesidir. Ailenize olan sevginizle eşinize olan bağlılığınız arasında bir denge kurduğunuzda, ilişkilerinizde gerçek anlamda “siz” olmaya başlayabilirsiniz.

Şöyle düşünün: Bir ilişkiye başladınız ya da evlendiniz. İki kişilik bir dünya kurmayı hayal ediyorsunuz. Ama o da ne? Bir bakıyorsunuz, üçüncü bir kişi her an aranızda. Hayır, bu bir aşk üçgeni değil. Bu kişi anneniz, babanız ya da belki de onların sesinden kurtulamayan kendi zihniniz.

Ailemiz bizi var eden en önemli bağ. Ama bazen o bağ öyle bir sarıyor ki bizi, hareket edemez hale geliyoruz. Kendi hayatımıza dair kararlar alırken bile, bir yerlerde 'Annem ne der?', 'Babam buna razı olur mu?' soruları yankılanıyor. İşte bu noktada işler karışıyor.

Peki neler oluyor?

Düşünün, hayat arkadaşınız bir konuda sizden destek bekliyor. Ama kafanızın bir köşesinde annenizin sesi: 'Böyle yaparsan bizi üzersin.' diyor. Ya da eşinizle bir plan yapıyorsunuz ama babanız, “Bizimle daha çok vakit geçirmelisin.” diye sitem ediyor. Böyle bir durumda, eş mi oluyorsunuz yoksa ebeveynlerinizin uzantısı mı? Bu rol karmaşası ilişkilerde ciddi yaralar açabiliyor.

Ailelerinden ayrışamamış bireylerin en büyük korkularından biri, 'Ya ailemi üzersem?' Bu korku öyle derin ki, bazen partnerle bağ kurmayı bile engelliyor. Partneriniz size ulaşmaya çalışıyor ama siz, ailenizden gelen o görünmez ağın içinde kaybolmuşsunuz.

Ayrıca bu korku yalnızca ilişkiye değil, bireyin kendine de zarar veriyor. Özgürce hareket edemeyen bir kişi, zamanla kendisini de kaybetmeye başlıyor. Kendi istekleri, hayalleri hep bir kenarda kalıyor.

Evlilik, bir nevi ortaklık. Ama ortaklardan biri sürekli dışarıdan talimat alıyorsa, bu ortaklık nasıl sağlıklı olabilir? Örneğin; 'Biz bunu böyle yapalım.' diye karar alıyorsunuz ama ertesi gün aileden gelen bir yorumla her şey değişiyor. Eşiniz bu durumu nasıl karşılar? Bir süre sonra eşiniz, kendini dışlanmış hissetmez mi?

Ne yapmalı?

Şimdi gelin, biraz da çözümden konuşalım. Çünkü biliyorum, bu kısır döngüden çıkmak mümkün. Ama ilk adım, farkında olmak.

• Sınırlar çizin: Aileye 'hayır' diyebilmek, başta zor gelse de bir süre sonra ilişkinizi ve sizi rahatlatacak. Bu, onlara sevgisiz olduğunuzu göstermez. Sadece artık kendi hayatınıza odaklandığınızı ifade eder.

• Partnerinizle açık konuşun: Eşinize korkularınızı, ailenizle olan bağınızı anlatın. Bu samimiyet, hem sizi hem de ilişkinizi güçlendirecektir.

• Destek alın: Ailevi bağlar bazen o kadar güçlüdür ki, kendi başınıza çözmeniz kolay olmayabilir. Böyle bir durumda bir terapistten yardım almak harika bir adım olur.

Kendinize şunu sorun:

Bu ilişkide gerçekten kimim? Partnerimle bir dünya mı kuruyorum yoksa ailemin yönettiği bir tiyatroda bir rol mü oynuyorum?

Cevap net değilse, bu konuda düşünmekte fayda var. Çünkü unutmayın, sağlıklı bir ilişki, iki bireyin hem “birlikte” hem de “bağımsız” olabildiği bir alanda filizlenir. Kendinize bir iyilik yapın ve bu yolculuğa çıkmaya cesaret edin.

Eş olmayı öğrenmek

Eş olmak, aslında bir sanat. Ama bu sanatı öğrenmek için önce 'birey' olmayı başarmak gerekiyor. Eğer hâlâ 'Annem olmadan karar alamam.' ya da 'Babam ne derse o.' diyorsanız, kendi sesinizi duymakta zorlanıyorsunuz demektir.

Bu noktada şöyle bir metafor versem sizi düşündürür mü? Evlilik, bir gemi gibi. Siz ve eşiniz, bu geminin kaptanlarısınız. Ama aileleriniz, rotayı sürekli değiştirmek isterse ne olur? Ya gemi yolundan sapar ya da bir fırtınada su alır ve batmaya başlar.

Bu geminin batmaması için eşler olarak birlikte bir karar almanız lazım: Aileleri geminin dışında bırakabilir misiniz?

Ailemi üzersem korkusu

Bu korku, öyle güçlü bir his ki, bazen kişi kendisi bile fark etmeden hayatını yönetir. Ama bir şeyi unutuyoruz: Ailemiz bizi sever. Bazen kararlarımızı anlamakta zorlanabilirler, hatta karşı çıkabilirler. Ama bu, sevgilerinin bittiği anlamına gelmez.

Eğer anneniz ya da babanız, sizin hayatınıza her daim müdahil oluyorsa, bu onların kötü insanlar olduğu anlamına gelmez. Büyük ihtimalle sizi korumak istiyorlar. Ama unuttukları bir şey var: Bir birey ancak deneyerek ve hata yaparak büyür. Sizi korumak için her adımınızı yönlendiren bir aile, aslında farkında olmadan büyümenizi de engelliyor olabilir.

Peki, bu duygusal ayrışma nasıl olur? Burada cesaret çok önemli. Ailenizle konuşarak sınırlarınızı belirleyin. Örneğin:

• “Bu benim hayatım ve bu kararı ben vermek istiyorum.” diyebilirsiniz.

• Ya da, “Size çok değer veriyorum ama bu noktada eşimle beraber karar almak istiyorum.” şeklinde bir açıklama yapabilirsiniz.

Bu süreçte hatırlamanız gereken en önemli şey şu: Ailenizle sınır koymak, sevgisizliğinizin değil, olgunlaşmanızın bir göstergesidir.

Hayatınızdaki dengeyi kurmak için şu soruyu kendinize sormayı alışkanlık haline getirin:

'Bu kararı alırken kimin için hareket ediyorum? Kendim için mi, eşim için mi, yoksa ailem için mi?'

Eğer cevap hep “ailem” oluyorsa, biraz durup düşünme vakti gelmiş demektir. Çünkü bir ilişkiyi inşa eden temel yapı taşları, iki bireyin birbirine verdiği sözler ve kurduğu bağdır.

Unutmayın, bir ilişki inşa etmek bazen eski alışkanlıkları yıkmayı gerektirir. Ve evet, bu zor bir yolculuk. Ama sonunda hem kendinizle hem de partnerinizle daha derin bir bağ kurmanın mutluluğunu yaşayabilirsiniz.

E hadi, bu konuda bir adım atmaya ne dersiniz? Belki bugün, belki yarın, ama bir gün bu yolculuğa çıkacak cesareti bulacağınıza inanıyorum. Çünkü bu yazıyı buraya kadar okuduysanız, içinizde o cesaret zaten var. 😊

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Çiçekten Para Mı Kazanacaksın Deyip Güldüler: Şimdi Bir Kilodan 500 Bin Lira Kazanıyor
Babalık Davası Negatif Sonuçlanmıştı: İftiralara Maruz Kalıp Sabrı Taşan Uğur Dündar Hesap Soracak!
Hollanda Hükümeti'nden Örnek Karar: Scottish ve Sphynx Kedilerin Sahiplenilmesi Yasaklandı!