Neden polisiye romanlarla başladınız?
Ben polisiye yazdığımın farkında değildim. Hikâyeler yazıyordum, şehir tiyatrolarında yönetmen bir arkadaşım vardı. O benim Çıplak Ayaklı Gece adlı ilk öykü kitabımı okudu ve dedi ki: ‘Ahmet, sen polisiye yazıyorsun!’ Bir zoruma gitti, bir zoruma gitti ki bunu duymak. E tabi, solculuktan geliyorum, yazdığım eserlerin dünyayı değiştireceğini düşünüyorum. Bana adam ‘Sen polisiye yazıyorsun’ diyor. Benim de polisiye deyince aklıma Agatha Cristie geliyor. İngiltere'de zengin 8-10 tane adam bir araya gelmiş, hepsi de yaşlı. Genellikle içlerinden biri zehirleniyor, adamı kim öldürdü? Afrika'da her gün binlerce çocuk ölürken zoruma gitti elbette bu durum. Öte yandan bir gerçeklik var, o da şudur: Yazarın üslubunu belirleyen şey, onun kişisel yaşamıdır. Ahmet Ümit olarak polisiye yazdığımı fark ettiğimde şunu anlamak istedim. Önce bunu anlamalıydım, öteki türlüsü Amerika'yı yeniden keşfetmek olurdu. Kendimce müthiş bir roman yazdığımı zannedeceğim, sonra bir de bakacağım ki 50 yıl önce bunu biri yazmış zaten. Onun için okumak lazımdı ve ben de okudum. İlk karşıma çıkan, klasik Edgar Allan Poe ve Morgue Sokağı Cinayetleri. 1841 yılı, Paris. Auguste Dupin adlı bir karakteri var. Edebiyattaki ilk dedektif de O'dur. Polisiye romanı küçümsüyordum, sonrasında ‘Ya bu büyük yazarlar yazmışsa, ki Tevrat'ta bile var, yani Allah yazmış, Ahmet sen sevdiğin türde, yani polisiye yazabilirsin!’ dedim…
Kitaplarınızda unutulmuş tarihi ve kültürel değerleri hatırlatarak toplumda farkındalık yaratmaya başladınız. Polisiye romanlar yazarken, tarih de yazmaya nasıl karar verdiniz?
Beni asıl etkileyen bu topraklar, bu topraklarda yaşayan medeniyetler. 1998 yılında Gaziantep’e gitmiştim. Gaziantep’te Fırat’ın kenarında bir höyük vardı ve orası çok ilgimi çekti. Ben Gaziantepliyim ve çok heyecanlandım. Dedim ki burada benim hemşerilerim yaşamış, benim burayı yazmam lazım. Patasana romanımı yazdım. Patasana romanını yazarken Hititleri tanıdım. Hitit imparatorluğunu ve sadece imparatorluğu değil tabi onunla karşılaşınca da birden fark ettim ki bize öğretilen tarihin dışında muhteşem bir tarihe sahip Anadolu. Dolayısıyla dedim ki ben bu tarihi kendi romanlarımda kullanayım. Bir de aslında tarihte hakikati aramak cinayet çözmeye benziyor. Biz tarihi yazan kişilerin ideolojilerine, uluslarına, bakış açılarına göre okuyoruz. Hakikat nedir tarihte bilmiyoruz. Faili meçhul bir cinayeti çözerken de hakikati arıyoruz orada. Dolayısıyla hem bu tarihi çözümleme cinayet romanlarına çok yakışıyor, hem de beni çok heyecanlandırıyor tarih yazmak. Yazmadan önce yoğun bir araştırma yapıyorum ve Anadolu'daki muhteşem tarihi öğreniyorum. 200 bin yıllık bir uygarlıktan söz edebiliriz. Dolayısıyla burada büyük başlıklar ve imparatorluklar olarak Hitit İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Selçuklu, Osmanlı desek de irili ufaklı yüzlerce uygarlık var. Yaz yaz bitmez ve bu müthiş büyük bir zenginlik bizim için.
200 BİN YILLIK UYGARLIĞI TORUNUYUZ
“Kendi kültürün üzerinden evrensel yapıya ulaşabiliyorsan başarılısındır” diyorsunuz, sizin özellikle Antep için kültür elçisi gibi çalıştığınızı biliyoruz. Bir yazar olarak hassasiyet gösterdiğiniz, önemsediğiniz değerler nelerdir?
Öncelikle insan denen varlık insan biçiminde doğuyor ama esas olarak insanı insan yapan şey toplumsal hafıza, tarihsel hafıza aslında. Hem genlerine yerleşen hafıza, hem de düşünsel hafızadır. Buna baktığınız zaman Anadolu müthiş bir zenginlik katıyor. Bir insan evrensel bir insan olmak istiyorsa öncelikle yaşadığı toprakların tarihine vakıf olması lazım. Bir Amerikalı için bu enteresan olmayabilir ama Anadolu’da yaşayan bir insan için çok enteresan. Çünkü sonuçta genlerimiz 200 bin yıllık. Dolayısıyla Hitit’in Roma’nın genlerini taşıyoruz. Biz evrensel insan olarak doğuyoruz. Burada önemli olan şey bu tarihin farkına varmamız. Bu tarihin farkına vardığımız zaman hem evrensel insan oluyoruz Amerikalı ve Avrupalıların olmak istediği, hem de kendimize bir güven geliyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ama 1923 yılında kurulan bir devletin değil aslında 200 bin yıllık bir uygarlığın torunuyum, dediğiniz zaman başka bir şey. Bunun bilinmesini çok değerli buluyorum ben.
Kitaplarınızda ciddi araştırmalar gereken hususları yazıyorsunuz. Bu araştırmaları yaparken sıkıntı çekiyor musunuz, zorluklar yaşıyor musunuz?
Yok sıkıntı yaşamıyorum, çok fazla kaynak var. O kaynakların içinden doğru olanı, işime yarayacak olanı seçiyorum. Sadece bu konuda biraz sıkıntı oluyor. Konu tarih olunca çok fazla materyal var, herkes kendi açısından yazıyor. Türkler “Türkler şahaneydi!” diyor, Yunanlılar “Biz şahaneydik!”, İngilizler ise “Biz doğruyduk!” diyorlar. Tabi bunların hepsi yalan. Gerçek nedir? Gerçeği bulmak için karşılıklı okumalar yapmak lazım. İkisinin de hakikatle yazdığı şey varsa belki bu gerçeğe daha yakındır diyorsun. Tarih yazarken böyle bir sıkıntı var ama. Şunun altını hep çiziyorum, ‘Ben bir tarihçi değilim, dolayısıyla tarih konusunda yazdıklarım yanlış olabilir.’ Ben bir romancıyım ve okur romanlarımdaki karakterleri, romanın dili ve romanın kurgusu, bunlara dikkat etmeli. Ama Fatih Sultan Mehmet olsun, İstanbul tarihi olsun, Mevlana olsun o konulardaki bilgiler için tarihçilerin kitaplarını okumakta fayda var.
Ne güzel bir içerik,çok tebrikler. Saçma sapan ünlülerin dedikoduları yerine böyle güzel bir yazarla söyleşi yapıp içerik hazırlamanız çok güzel gerçekten. Ancak ne yazık ki rağbet görmüyor. Lütfen aldırmayın ve devam edin. Kimse olmazsa ben takip ederim ^_^