Sevin Okyay 'Sizin Kahramanınız Kim?' adlı kitabında bu durumu şu sözlerle aktarıyor:
“Köylü yönetmen” yaftası da Ahmet’in üzerine o festivalde yapıştı kaldı. O zaman şikâyetçi görünmüyordu, her şey şikâyeti aklına getiremeyeceği kadar yeniydi, heyecan doluydu, ümit vaadediciydi. Belki o sırada daha çok işin “yönetmen” tarafıyla ilgileniyordu, “köylü” yaftası da umurunda değildi. Sonradan bu altı çizilmiş “köylü”nün onu biraz üzdüğünü düşünmüşümdür hep. “Kadın yönetmen” gibi, ille de belli bir millet ile tarif edilmiş yönetmenler gibi. Tek marifeti köylü olmak değildi çünkü öncelikle yönetmendi. En çetin şartlar altında iyi filmler yapmayı becerdiği için de, iki kere yönetmendi. Ancak, içinde bulunduğu şartları inkârdan gelmese ya da rahatsız olmasa da, yaptıklarının köylü olma durumuna bağlanmak istemesi, canını sıkmıştır diye düşünüyorum. “Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş sinemacılarına” karşı duyduğu ve zaman zaman ifade ettiği tepkiyi de bir ölçüde buna bağlayabiliriz belki.'