Yakınlarından yanıyor insan. Yakınlarının yaraladığı yerlerin acısıyla yanındakilerden yakınır insan. Yakınmaktır insanın özü. Yakınma biçimi, yakındığı kişilerin kim olduğu belirler kişinin nasıl bir insan olduğunun sınırlarını. İnsanın temel arzusu yakınmalarından kurtulmak değildir, yakınacak yakınlar bulmaktır. Çünkü bu, canlı olmanın, yaşarken her gün yeniden yüzümüze vuran yetersizlik duygusunun verdiği acıyı dindirir, az biraz. Dedikodu şebekeleri, içlerindeki kötülüğe misilleme gelir korkusuyla kuşkucu, yaratıcılıktan uzak, hasettirler. Sürekli başkalarını taşlar, kendi ahlaksızlıklarının siyasi dokunulmazlığı varmış gibi yaşarlar. Yine de bu acınası hal görenlerde ufak bir şefkat duygusu uyandırabilir.
Başarısızlıklarını, çıkmazlarını, suçlarını, fenalıklarını attıkları bir kötü olmasaydı “dedikoducu iyiler” utancından sokağa çıkmazdı. Varoluşu kötülere bağlı ve bağımlı olanlar, bir hiç olmak istemiyorlarsa “kötü”lere gözleri gibi bakmalıdırlar: Kadınlara, çocuklara, gençlere, entelektüellere, delilere, yabancılara vb.
Afiş yapıp halka yayılası bir yazıydı. Hasede sağlı sollu girişme girişiminiz ilgi çekiciydi. Bunu yaymak istiyorum. Ancak yaydığım zaman arkamdan yapılacak olan dedikoduyu bildiğim için vazgeçiyorum. Ailelerin yıllar boyunca büyüttüğü dedikoducuyu bir yazı ile değiştirmek mümkün değildir. Evet, bu doğru! Peki, çözüm nedir? Yazıyı, gerekli kitleye ulaştırarak "düşman" sıfatını taşımak 3 saniye alır. Bu, işe yarar mı? Peki, dedikoducuları iyileştirmenin yolu nedir?