Haiti’de ise bambaşka ama şaşırtıcı biçimde paralel bir sahne kuruludur. Karayipler’in bu sıcak adasında, efendileriyle aynı dili konuşmayan, resmî kayıtlarda birer “mal” gibi görülen milyonlarca köleleştirilmiş insan, Fransız Devrimi’nin sloganlarını kendi mücadelelerinin bayrağı yapmıştır. En çarpıcı sahnelerden biri şudur: Haitili isyancılar, Fransız ordusuna karşı saldırıya geçerken, ileri doğru yürürken Marseillaise söylemektedir. Yani köleler, eski efendilerinin devrim marşını, şimdi efendilerine karşı silaha sarılırken haykırırlar. “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” artık Paris salonlarından değil, tarlaların kızgın toprağından ve dağların sisli yamaçlarından yükselen bir haykırıştır.
Polonyalı askerler Haiti’ye vardıklarında, kendilerine “asi köleleri bastırma” görevi verilmiştir. Ama sahada duydukları, bekledikleri türden dağınık çığlıklar değil, Avrupa devrimlerinin o tanıdık ilahisidir: Marseillaise. Karşılarında, Fransız ordusuna karşı, Fransız Devrimi’nin marşını söyleyerek yürüyen siyah isyancılar bulurlar. Bir an için siperler, üniformalar, ten renkleri, rütbeler silinir; geriye sadece aynı ezgi ve aynı kelimeler kalır. Bu marş, Polonyalılar için de kaybedilmiş bir vatanın, yarım kalmış bir özgürlük rüyasının şarkısıdır. Bastırmaya gönderildikleri isyanda, kendi bastırılmış isyanlarını duymaya başlarlar.
İşte bu tanıdık ezgi ve ortak yara, ezilenlerin yollarını kesiştiren bir dönüm noktası olur. Polonyalı askerler, Haiti’de kölelerin söyledikleri marşları, özgürlük taleplerini, direnişlerini gördükçe, bastırmaya geldikleri insanların içinde kendi hikâyelerinin yankısını işitirler. Onlar da bir zamanlar memleketlerinin işgaline, kimliklerinin silinmesine karşı savaşmış; yenilmiş, sürülmüş, başka orduların saflarına karışmak zorunda kalmışlardır. Bir noktadan sonra, “Biz aslında kimin için ve kime karşı savaşıyoruz?” sorusu, emir komuta zincirinin sesini bastırır. Polonyalı lejyonerler Haitili devrimcilerin safına katılır. Savaş bitip Haiti bağımsızlığını ilan ettiğinde, hayatta kalabilmiş yaklaşık 400–500 Polonyalı asker, dönecek bir Polonya toprağı da kalmadığı, belki de kalplerini bu yeni özgürlük hikâyesine bağladıkları için adada kalmayı seçer.
Haiti’nin lideri Jean-Jacques Dessalines, bu Polonyalıların tavrını küçük bir jestle geçiştirmez. Onları “Avrupa’nın zencileri” olarak niteler ve 1805 Anayasası’nda Polonyalıları “Noir”, yani “siyah” sayarak tam vatandaşlık ve toprak hakları tanır. Dünyanın o dönemki katı ırk sınırları böylece altüst olur: Avrupa’dan gelen beyaz askerler, siyahların cumhuriyetinde resmen “siyah” yurttaş ilan edilir. Irk, kimlik ve kardeşlik kavramları bambaşka bir düzlemde yeniden yazılır. Bugün Haiti’de Cazale gibi köylerde, yüz hatlarında ve soyadlarında Polonya izleri taşıyan insanlar, bu olağanüstü tarihsel karşılaşmanın canlı izleridir.