5137 Metreye Yolculuk: Ararat'a Varış Hikâyesi

Tevrat’a göre Büyük Tufan’dan sonra sular çekilince Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’na, namı diğer Ararat*, oturmuş:

Sonra Tanrı Nuh'u ve gemideki evcil ve yabanıl hayvanları anımsadı.

Yeryüzünde bir rüzgâr estirdi, sular alçalmaya başladı. Enginlerin kaynakları,

göklerin kapakları kapandı. Yağmur dindi. Sular yeryüzünden çekilmeye başladı. Yüz

elli gün geçtikten sonra sular azaldı. Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat

Dağları’na oturdu.

Tevrat (Tekvin (Yaradılış), VIII, 4)

Haliyle gemiyi, en azından ondan kalanları bulmak umuduyla çok sayıda gezgin bu esrarengiz dağın yolunu tutmuş.

Zirve yolundaki en ilginç hikayelerden biri şüphesiz Aziz Jacob’ınki. Nibisisli Jacob (M.S. 4) gündüz ne kadar tırmanırsa tırmansın gece uyuyup uyandığında kendini yeniden dağın eteklerinde bulmuş. Hikayenin bir versiyonunda, üçündü gün ona görünen melek Ararat’ın ölümlülere geçit vermeyeceğini söyleyerek Jacob’ı bu sevdadan vazgeçmeye ikna etmiş. Diğer versiyonunda ise Tanrı rüyasında ona “gemiyi aramayı bırak. Ben sana onun bir parçasını vereceğim” buyurmuş. Jacob uyandığında yanında bir tahta parçası bulmuş ve tam o noktaya bir manastır inşa ettirmiş. Bildiğimiz ilk başarılı tırmanış ise  Friedrich Parrot ve Khachatur Abovia’ya ait (1829). 

Dağ Keçileri ile tırmanışa doğru yola çıkmadan Ağrı Dağı üzerine okumalar yaptım; Aivazovsky tablolarına yeniden baktım. Kutsallığına ve gizemine vurgu yapıyordu metinlerin neredeyse tamamı. İyileştirici güçleri olduğuna ama asla evcilleştirilemeyeceğe… Üçüncü tekil şahıs kullanılıyordu dağdan bahsederken “izin verirse”, “kabul ederse”… Dağlardan özgür iradeleri olan canlı varlıklar gibi bahsedildiğini ilk kez Himalayalar’da duymuştum. Everest bize izin vermemiş, rotamızı Annapurna’ya çevirmiştik. 

Dağ üzerine okumalar yaptım, Haluk Hoca’mın Ağrı’ya çıkacağımı duyduğunda bana getirdiği Ağrı’ya Dönüş kitabını yanıma aldım ama tırmanışa dair hiç video izlemedim. Belki oldukça zorlu bir parkur olduğunu bildiğim için, belki biraz korktuğum için, belki dağlarla tanışmamı sağlayan dostum Cumhur Baştuhan’ın yıllar önce “Ağrı’ya çıkabilirsin ama inmekte çok zorlanırsın” dediğini hatırladığım için… 

Doğubeyazıt’a vardığımız gün Ağrı’ya uzaktan baktık. Tüm ihtişamı ve beyaz şapkası ile karşımızda duruyordu. Daha önce de eteklerinden ve Erivan’dan bu heybetli dağa uzun uzun bakmıştım ama bu sefer farklıydı. Çıkacağımız rotayı kestirmeye çalışarak, grubumuzu dağın zirvesinde hayal ederek, tırmanış günü havanın nasıl olacağını merak ederek inceliyordum bu sefer. 

Ekibimiz 14 kişiydi, Adım Adım’dan dostlarım Kıvanç, Didem ve Tanyar; Bi Koşu Adana’dan dostlarım Meltem, Mehmet Ali ve Berna, Annapurna macerasını birlikte gerçekleştirdiğimiz dostlarım Nildem ve Serkan, yeni dostlarım, belinde çekici ile dolaşan ve volkanik kayalar ile ilgili tüm sorularımızı yanıtlayan  jeoloji mühendisi Fatma ve her anımızı harika fotoğraflarla belgeleyen Hüseyin, daha önce 4000 metreye kadar tırmanıp kendini yeniden denemek isteyen Mustafa, kaya tırmanıcısı Berk ve Sema.

Tırmanışa 2000 metredeki Eli Köyü’nde başladık. Rehberimiz, bizimle 633. tırmanışını yapacak olan Mehmet Çeven önde, Cumhur ve Berk en arkada, bizler de tek sıra halinde aralarında keyifle, türküler söyleyerek 3200 kampına ulaştık.

Bizi bu yükseklikle beklemediğiniz lezzette ve çeşitlilikte yemekten oluşan harika bir sofra ile karşıladı aşçımız Cemal. Ekipte veganlar ve glütensiz beslenenler olduğunu öğrenince bize özel yemekler de yaptı sonraki günlerde. 

İkinci gün 3200’den 3800’e tırmandık. Evet, zorluydu, kayalar ve taşlar ayaklarımızın altından kayıyordu, atlara ve diğer ekiplere yok vermek için kenara çekilip tozu yutarak beklememiz gerekti defalarca ama hepimizin keyfi halen yerindeydi. 

Geceyi yine 3200 kampında geçirdik. Bir sonraki gün kayaların üzerine kurulmuş 4000 kampına çıktık. Bu yükseklikte, bu derece kayalık bir patikada kamp olması bile mucizeydi. Doğubeyazıt artık bir ışık seli gibi görünüyordu. Yıldızlara çok daha yakındık. Etrafımızda, bana göre kartallar, Cumhur’a göre kuzgunlar, uçuyordu. Yorgunduk ama halen herkesin iştahı yerindeydi. İrtifaya bağlı olarak baş ve boyun ağrısı, ağırlık hissetmeye başlayanlar vardı. Mehmet sürekli “dağ 4200 metreden sonra başlayacak” diyordu ama orada olmadan neyle karşılaşacağımızı hayal etmek çok zordu. 

Zirve tırmanışına hafif bir yemekten sonra, sırt çantamızda kramponlar, eldivenler, yedek kıyafetler, gece 23.00’te başladık. Kafa lambalarından tüm patika ışıl ışıldı. Parkurun bu etabı ağırlıklı olarak iri kayalardan oluşuyordu. Tırmandıkça oksijen daha da azalmaya, hava iyice soğumaya başladı. Geri dönmeye ilk karar verenler Didem, Mehmet Ali ve Sema oldu. Cumhur 4600m’den onlarla birlikte, 4000 kampına doğru inişe geçti. Ben o noktada halen çok iyi hissediyordum. Oldukça odaklı ve temkinli bir biçimde Mehmet’in adımlarını takip ediyordum. Yaklaşık saat geçti bu şekilde. 4750 metre civarında aniden çok yorgun hissetmeye başladım. Uyku bastırdı bir anda, adımlarımın kontrolünü kaybetmeye başladım. Bu durumda ne yapılması gerektiğini Mehmet gayet iyi biliyordu: inmek. Berk’e dönüp, çok kararlı bir biçimde, “Itır’ı indirmen gerekiyor” dedi ve ekip soğumamak için yola devam etti. 

Berk ve ben tek kafa lambası ile (benimkinin şarjı bitivermişti) karanlığın ortasındayız. İkimizin de Ağrı’ya ilk tırmanışı, dolayısıyla dönüş yolunu bilmiyoruz. Ben yükseklik çarpmaya başladığı için “ne olur gitmeyelim, uyuyalım” gibi taleplerde bulunuyorum, kayalara bakıp gülüyorum.  Berk o anda ne kadar tedirgin olduğunu bana hiç belli etmedi. Lambasını kafama taktı. “Haydi yolu aydınlat” dedi, sonra da bana sarıldı: “Bunu başaracağız”.  Böylece üç saat sürecek zorlu iniş başladı. Ben yolu gösteriyordum, o önden gidip ne taraftan devam etmemiz gerektiğine bakıyor, sonra yanıma geliyor ve birlikte iniyorduk. Bu şekilde günün ilk ışıklarına kadar devam ettik. Güneşin doğduğuna bu kadar sevindiğim bir gün olmamıştı sanırım. Bir süre sonra, 4850m civarında dönüş yoluna geçen Tanyar da bize katıldı. 4000 kampına vardığımızda hep birlikte derin bir nefes aldık. Ve ben o noktada Berk’e bir zirve borçlu olduğumu fark ettim.

Sonra mı ne oldu?

İki gün süren inişten sonra hepimiz sağlıkla Doğubeyazıt’a vardık.  

Aramızdan yalnızca Kıvanç, Berna, Meltem ve Serkan zirveye ulaşabildi. 

Dağ bana 4750m’ye kadar izin verdiği için Ağrı’ya Dönüş’ü üç gün sonra Mehmet’in kardeşi, bir diğer efsane dağcı, Metin Çeven zirveye bıraktı.

Zirve tırmanışı dönüşü dağlara veda edeceğimizi söylerken birkaç gün sonra hepimiz yeni hedeflerimizi konuşmaya başladık: Kilimanjaro, Mount Blanc…

* Ermenice’de Masis

Instagram

X

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!